ABD Başkanı Donald Trump, IŞİD’in başkenti Rakka’ya yönelik kara
harekâtı için yerel müttefik olarak Türkiye’yi değil, Suriye sınırları içindeki
Rojava Kürtlerini seçti. Trump’ın kararı Türkiye ile ABD arasında yeni bir
kırılma yaratmaya aday görünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla Washington’a giden (Genelkurmay
Başkanı Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü İbrahim Kalın’dan oluşan) özel heyet, Rakka operasyonu için
Kürtleri değil Türkiye’yi tercih etmesi için dil döktüyse de Trump kararından
vazgeçmedi. Dahası, Rakka’yı IŞİD’ten alsınlar diye Kürtleri ağır silahlarla
donatmayı kararlaştırdı. Hem de Erdoğan’ın Beyaz Saray’da yapacağı görüşmeye
bir hafta kala.
Trump’ın kararı AKSaray ile Beyaz Saray arasında haliyle krize yol
açtı. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, olayı apaçık “kriz” diye
tanımladı; Erdoğan da Trump’ın bu karardan dönmesini beklediklerini, Beyaz
Saray’da yapacağı görüşmenin milat olacağını söyledi. Ana muhalefet partisi
CHP, Erdoğan’ı ABD ziyaretini iptal etmeye çağırdı. Çağrıya yanıt ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı’ndan
geldi: “Erdoğan ziyaretini iptal ederse, otoriter yönetimi ve Suriye'deki
yararsız rolü göz önüne alındığında büyük bir kayıp olmaz.”
***
Hangi pencereden bakılırsa bakılsın, Trump’ın kararı Türkiye ile ABD
arasında tarihsel önemde bir kırılmaya işaret ediyor. Erdoğan’ın Trump ile
yapacağı görüşmede kararın değişmesi beklenmiyor. Olsa olsa (krizin daha da
derinleşmemesi için) Erdoğan’a, (IŞİD temizlendikten sonra Rakka Araplara
teslim edilecek, Türkiye’nin YPG ile ilgili istekleri dikkate alınacak,
Suriye’de Kürtlere statü söz konusu olmayacak) gibi güvenceler verilecek. Bu
arada Erdoğan’ın liderliğinin Türkiye / ABD ittifakı için taşıdığı önem vurgulanacak!
Hiç kuşkusuz temenni niteliğindeki bu “güvenceler”
ve Erdoğan’ın gururunun okşanması, AKP sözcüleri ve yandaş medya tarafından “Erdoğan
Trump’a diz çöktürdü” diye propaganda edilecek.
Öyle ya da böyle, ABD, Irak ve Suriye politikalarında Türkiye’ye değil
Kürtlere öncelik veriyor; yıllardır üzerinde çalıştığı, yerel askeri güç olarak
Rojava Kürtlerini tercih ettiği Rakka planında (Erdoğan istedi diye) değişiklik
yapması beklenmiyor. Öyle ki, Amerikan askeriyesi bu uğurda Adana İncirlik
Üssü’nü gözden çıkarmış olabilir; ya da Erdoğan yönetiminin İncirlik Üssü’nü
kapatmayı aklına bile getirmediğini düşünmüş olabilir.
Sonuç olarak Rakka operasyonu Rojava Kürtlerinin askeri kapasitesini
arttıracak. Bununla kalmayacak, Kobani’den sonra Rakka’nın da Kürtler sayesinde
IŞİD’ten kurtarılması Kürtlerin stratejik değerini yükseltecek. Dolayısıyla,
Kürtler Suriye’nin geleceği konusunda asla göz ardı edilemeyecek bir önem
kazanacak. Rakka kurtarıldıktan sonra Suriye’nin siyasi sınırları korunsa da
Kürtler Suriye merkezi yönetiminden nispeten bağımsızlaşacak.
Tabii Suriye Kürtleri demek bir bakıma PKK demek. PKK’nin PYD olarak
Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olması, Irak, İran ve Türkiye Kürtlerini de
doğrudan etkileyecek.
***
Bu noktada, AKP iktidarı ne denli kızsa, kendince bağırıp çağırsa da,
Kürtlerin elde ettiği tarihsel fırsatı nötralize edecek diplomatik askeri
seçeneklere sahip görünmüyor. Nitekim Rusya Federasyonu da Rakka harekâtı için
ABD’ye destek verdi. Kürt kantonu Afrin’de Rus askerlerinin Kürt güçleriyle
birlikte çektirdikleri fotoğraf, ABD’nin Rakka planına Rus desteğinin de
fotoğrafı. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir hafta önce Soçi’de Vladimir Putin
ile buluşmuş; Putin’i Suriye ve YPG politikasını Türkiye lehine değiştirmeye
ikna etmeye çalışmıştı.
Yinelemek gerekirse, Kürtlere Amerikan (yanı sıra Rus) desteği Türkiye
/ABD ilişkilerini yeni bir kırılmanın eşiğine getirdi. Nitekim Erdoğan, Trump
ile yapacağı görüşme öncesinde Çin’e giderken, ABD ziyaretine değinerek, “Bu
ziyaret bir kırılma noktası, milat olacak” dedi.
Erdoğan, Trump ile yapacağı görüşmenin milat olacağını söylerken,
AKSaray’daki danışmanları, medyadaki yandaşları da “Küresel güçlerin
elinden Kürt kartını alacak yeni bir strateji” üzerinde kafa
yoruyorlar. Bulabildikleri biricik çıkış yolu, Rojava’nın siyasal örgütü PYD’nin askeri örgüt YPG’den ayrıştırılması, PYD Başkanı Salih Müslim’in
Barzanileştirilmesi.
(Geçerken belirtelim Barzanileşmekten kasıt, kendi kaderini kendi iradesiyle
tayin etmek değil, emperyalistlerin ve işbirlikçilerin çıkarlarıyla çerçevelenmiş
bir kadere razı olmaktır. Salih Müslim’in ve PYD’nin Amerikan silahlarıyla
savaşa girmesi, kendi kaderini tayin hakkıyla ne denli bağdaşmaktadır, tartışmaya
değer. Mustafa Kemal liderliğindeki İstiklal Harbi’nde ve İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonraki halk kurtuluş savaşlarında da çok karmaşık ittifakların kurulduğu göz önünde
bulundurulmalıdır.)
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başdanışmanı İlnur Çevik’in “PYD KDP olamaz mı?
Barzani’nin Türkiye ile ilişkileri muhteşem” sözleri, Salih Müslim’i
Türkiye için Barzanileştirme arayışının en özlü ifadesi olarak Amerikan
medyasında bile yer buldu. Başdanışman’ın Erdoğan’dan habersiz böyle konuştuğu
düşünülemez herhalde.
PYD’yi Barzanileştirme taktiği medyanın amiral gemisinin sabık
kaptanı Ertuğrul Özkök’ün de aklına yatmış görünüyor. Özkök, “YPG ile savaşarak PKK’yı dize getirme siyaseti yerine, YPG ile
anlaşarak PKK’yı düz yola getirme siyasetine geçsek...” diyerek kayda
geçirdi meramını. Böyle yazarken her türlü riski göze aldığını vurgulayıp “Benim
söyleyeceğimi söyleyebilmek için yürek ister...” diye yiğitlik taslamaktan
da geri durmadı!
Belirtmeli ki, Ertuğrul Özkök’ün böyle yazabilmesi yiğitlik filan
değil. Gençlik dönemindeki solculuğu, dönekliği, sosyologluğu gibi şimdi
tasladığı yiğitlik de o denli sahte. Bu sahteliğiyle yiğitliğin değil ama fikir
bukalemunluğunun rol modeli olmanın ötesinde bir değer taşımıyor. Hatırlatmalı
ki, çok değil iki yıl önce, Salih Müslim’i parlatmak ve PYD’yi Barzanileştirmek
şöyle dursun, PKK’yi bizzat Türkiye’nin silahlandırması bile önerilebiliyordu.
Merak eden, TÜRKİYE
PKK’YE SİLAH TEMİN ETMELİ! başlıklı yazı ile BARZANİ
DEVLETİNE EVET DE ROJAVA KANTONUNA MI HAYIR? başlıklı yazıya
bakabilir.
***
Bu vesileyle vurgulamalı ki Kürtler, Ortadoğu’da insan yakan kafa kesen
dinci barbarlara karşı durabilen tek seküler güç olarak uluslararası meşruiyet
kazandı. Kürtleri düşman sayan, demokratik taleplerini silah zoruyla bastırmaya
dayalı politika Türkiye’nin hayrına değildir. Kürtleri emperyalist güçlere
yaslanmak zorunda bırakan Kürt düşmanlığı, ortak vatanda bir arada barış
içinde yaşamayı olanaksızlaştırdığı gibi, bölgeyi terör ve savaş yangınlarına
açık hale getirmektedir.
Kürt düşmanı politika elbette AKP
ile başlamadı. Ne ki, Kürtleri ve farklı etnik kökenden insanları üvey kardeş
olarak bile kabul etmeyen politika AKP döneminde de değişmedi. Yukarıda anılan
yazılarda da vurgulandığı üzere, Recep Tayyip Erdoğan iktidara gelir gelmez
küresel emperyalizmin taşeronu BOP Eş Başkanı olarak Türkiye topraklarını ve
hava sahasını emperyalist orduların kullanımına açtı, Şam’da zafer ve şükür
namazı rüyasına daldı. Ne ki bu işbirlikçi politika, Türkiye ve bölge
halklarına önceki iktidarların çektirdiği kadar acı çektirdi, göz yaşı
döktürdü.
Türk gençlerini Kürt gençlerini
Arap gençlerini, hangi milliyet ve inançtan olursa olsun insanlarımızı
birbirlerinin avı ve avcısı haline getiren emperyalist senaryolar
reddedilmedikçe, siyaset aklı ve vicdanı Kürt fobisinden arınmadıkça bölgede
daha çok acı çekilecek, göz yaşı dökülecektir.
Akan kanı ve göz yaşını durdurmanın, Türkiye’nin iç
barışını kurmanın temel şartı, ırkçı – ümmetçi – milliyetçi günahlardan arınmak,
kardeş halklar arasında hiyerarşi ve üstünlük yerine eşitliği özümsemek,
İstiklal Savaşı’nda ortak mücadeleyle kurtarılan vatanı barışta da ortak
vatan yapmaktır.
Barışın ortak vatanı demek, eşit yurttaşlık çatısı
altında, herkesin kendi kimliği, dili, kültürü ve inancıyla özgürce yaşayacağı,
birbirine üstünlük kurmayacağı, ortak evin nimetlerini hakça paylaşacakları,
demokrasiyle yönetilen vatan demektir.
Türkiye’nin iç barışa ve demokrasiye kavuşması, hiç
kuşkusuz bölge halklarının barış ve demokrasiye kavuşmasına da katkıda
bulunacaktır.