Akit adında bir medya mecraı var. Medya ifadesi sözün
gelişi. Akit, bilinen anlamda medya mecraı değil. Mütedeyyin, dindar
kimlikle gazetecilik yapma iddiasına karşın Akit köktendinci siyasal
İslam’a özgü ahlaksızlıkların ve pisliğin ortaya saçıldığı bir lağım çukuru. Yayına
başladığı 1993 yılından bugüne (Bir ara Vakit
adıyla da yayımlanmıştı) Akit’in hemen her sayısı ve
ekrandaki yayını, kendisi gibi olmayan her şeye ve herkese düşmanlığın, kin ve
nefretin, hatta cinayet övgüsünün ve kışkırtıcılığının bir örneği.
Gümüşhane
Baro Başkanı Ali Günday, duruşmalara türbanıyla girmek isteyen avukatı baroya
kaydettirmediği için Akit’in günler süren hedef
göstermesinin ardından, 25 Temmuz 1995’te (Osmaniye’den kalkıp gelen) şeriatçı
bir katil tarafından öldürüldü. (O yıllarda, resmi kamusal alanda türbanla
görünmenin yasal bir dayanağı yoktu.)
Prof.
Dr. Ahmet Taner Kışlalı, 13 Mayıs 1999 tarihli Akit’in manşetinde “
Halkı Köpeğe Benzetti” başlığıyla
ve spotta “
Zorba Kemalist Gemi Azıya
Aldı” ifadesiyle hedef gösterildikten beş ay sonra bombalı suikastla
katledildi.
Türban
aleyhine karar veren Danıştay üyeleri de, 13 Şubat 2006 tarihli Vakit’in
manşetten “İŞTE O ÜYELER” başlığıyla
hedef göstermesinin ardından 17 Mayıs 2006’da silahlı saldırıya uğradılar ve
yargıç Mustafa Yücel Özbilgin öldürüldü.
Akit öyle bir paçavra ki,
19 Temmuz 2014 tarihli nüshasındaki resimli bulmacada ‘resimdeki ünlü’
olarak Adolf Hitler’e yer vermiş ve şifreli sözcük olarak da ‘Seni
Arıyoruz’ diye yazmıştı.
Akit, Türk medyasının yüz
akı gazeteci Abdi İpekçi’nin katili Mehmet
Ali Ağca’ya açıkça sahip çıkan, sayfalarını açan bir paçavradır aynı zamanda.
Sivas Madımak’ta öldürülen sanatçıların yazarların değil, katillerin
savunucusudur
Akit.
***
“KILIÇDAROĞLU İDAM EDİLSİN!”
Akit ve ardılı Akit TV bugün de hedef göstermeye
devam ediyor. Akit TV’de 11 Şubat 2018 tarihinde
yayımlanan “Gündem Manşeti”
programında sunucu Yusuf Ozan Demir, Cumhuriyet
gazetesi çalışanlarına “Kansız,
namussuz, şerefsiz, haysiyetsiz, kripto siyonist, vatanın başına bela, namus
yoksunu, hain, dinsiz” diyerek hakaret etti; “Kellenin gitmesi lazım. Tek adam rejimi olsaydı, ah keşke olsa. Sizi
iki dakikada kapatsa. Keşke bir de şeriat olsa. Keşke idam olsa sizi
sallandırsa. Savaşta sizin gibileri katletmek mubahtır.” diyerek de hedef
gösterdi.
Akit TV’nin başka bir muhabiri de, 19 Mart 2019 tarihli yayında,
müzeye dönüştürülmüş Ulucanlar Cezaevi’ndeki darağacının altında CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun idam edilmesi için çağrıda bulundu.
Akit ve Akit
TV’nin kin ve nefret söylemli yayınları, cinayet çağrıları ciltler
dolusu kitap oluşturur. Özetleyerek de olsa tümünü bir yazıda aktarmak olası
değil. Rastlayabildiklerimi, Akit muhibbi eski Genelkurmay Başkanı Emekli
Orgeneral Hulusi Akar’ın mağdur sıfatıyla taraf olduğu (hakkımdaki) davanın
duruşmasında aktarmaya çalışacağım.
***
HULUSİ AKAR’IN Akit’e MUHABBETİ
İşte bu paçavranın
25 Ağustos 2003 tarihli sayısında, “Onbaşı
bile olamayacak kimselerin general olduğu ülke” başlıklı bir yazı yayımlanmıştı.
TSK’deki generallerin tümü bu yazı üzerine Akit
gazetesinden davacı olmuştu. Hulusi Akar da tümgeneral rütbesiyle davacılar
arasındaydı. Mahkeme o zamanın parasıyla 624 milyar lira tazminata hükmetti.
Davacı generallerin birçoğu Ergenekon ve Balyoz davalarında hüküm giydiklerinde
Akit
personeli gazete sayfasında “Artık
onbaşı bile değiller” diye dalga geçti (13 Ekim 2013).
Gel zaman git
zaman paçavranın genel yayın yönetmeni Hasan Karakaya,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikram ettiği umre sırasında son
nefesini verdi (31 Aralık 2015)
. Aşırı
dozda viagra kullanımından kalp krizi geçirip geberdiği
rivayet edildi. Derken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Hulusi Akar, “
en küfürbaz yazar”
olarak Türk medya tarihine geçen Hasan Karakaya için taziye mesajı gönderdi, “
Türk gazeteciliğinde yeri doldurulmayacak
bir boşluk oluştuğu”nu belirterek, “
Dik
duruşundan asla taviz vermemiştir” diye iltifat etti.
Hulusi Akar,
Akit
yazarı Mehtap Yılmaz’ı da hastanede ziyaret ederek şeriatçı varakpareye
muhabbetini tekrarladı.
AKP Milletvekili Şamil Tayyar ise Mehtap Yılmaz’ı “kripto FETÖcü” ilan etti; Mehtap Yılmaz Akit’ten kovuldu.
***
“GENERALLER ERDOĞAN’IN ARKASINDA EŞŞEK GİBİ
SAF TUTACAKLAR”
Hulusi Akar, TSK
adına Akit’e iltifat etti muhabbet gösterdi de ne oldu? Örneğin,
Hulusi Akar’ın da şikâyetçi olduğu “Onbaşı
bile olamayacak kimselerin general olduğu ülke” yazısından dolayı Akit
özür mü diledi? Ya da Akit, TSK’ye geleneksel kin ve nefretinden,
ontolojik husumetinden vaz mı geçti? Ne gezer. Bunlar olmadığı gibi Hulusi
Paşa’nın şahsında TSK’nin Tayyip Erdoğan’a biat etmesinin hatırına Akit ateşkes bile ilan etmedi. Ateşkes
şöyle dursun, Akit’in haber müdürü Murat Alan, Akit TV’nin 1 Haziran
2019 tarihli yayınında, aynen şöyle konuştu:
“Bugüne kadar bütün Müslümanları tutup
kolundan içeri attınız bir tek FETÖ'yü içeri atmadınız. Sizin o
Ergenekoncularınızın da Fethullahçılarınızın da hepsinin Silivri’de, Sincan’da
burnundan getiriyoruz. O hizaya gelmeyen omzu çatal bıçak seti apoletli
generalleriniz var ya, hepsi Erdoğan'ın arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşşek
gibi saf tutacaklar. Bu ülkede demokrasi varsa bunu AKP iktidarı oturttu.
Askeri Savunma Bakanı'nın arkasına koyuyorsa, sivillerin arkasında saf
tutturuyorsa bunu AKP iktidarı oturttu.”
***
Siyasal
İslam’ın sadece kendine demokrat sadece kendine Müslüman zihniyetinin ve sahte antimilitarizmin ifadesi bu sözler
laik demokrat ve sol mahallede ciddiye alınmadı. Anlaşılır bir nedeni var. Sol
mahallenin TSK’ye ontolojik mesafesi bir yana, Atatürkçü Kemalist mahallenin de
TSK ile gönül bağı kopalı yıllar oldu. Dolayısıyla, “Erdoğan’ın arkasında eşşek gibi saf tutacaklar” sözlerine tepki,
İslamcı iktidar sözcülerinin utanma belasına tepkileriyle sınırlı kaldı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı
Fahrettin Altun “Bu ifadeleri
kullanan kişinin Sayın Cumhurbaşkanımızın adını ağzına alarak bu sözleri sarf
etmesi talihsizliktir. Türk Silahlı Kuvvetleri erinden generaline kadar her
kademedeki mensubuyla demokratik hukuk sistemi içerisinde devletimizin ve
milletimizin emrinde görev yapmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımıza
yönelik bu tahripkâr ifadeleri en sert şekilde kınıyoruz.” dedi.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar
da yazılı açıklama yaptı. Akar, “Anayasa
çerçevesinde, yasalar ve Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda,
daima demokrasiye bağlı, milletinin emrinde fedakârca görev yapan Türk Silahlı
Kuvvetlerinin şerefli generallerine karşı yapılan bu hadsiz, yakışıksız ve
yasal sınırları aşan açıklamayı şiddetle kınıyor, yasal süreçlerin takipçisi
olacağımızı kamuoyunun bilgisine saygıyla arz ediyoruz.” dedi.
Hey gidi günler hey! Çok değil on
yıl öncesine kadar kim derdi ki, gün gelecek; yakın tarihte dört darbe yapmış, hükümetler
düşürüp Başbakan asmış, TBMM kapatmış bir kurumun generallerine birileri “eşşek” diyecek ve yer yerinden
oynamayacak. Anımsanması bile üzücü, 1966 yılında gazeteci İlhami Soysal, Genelkurmay
Başkanı Cemal Tural’ı eleştirdi diye kontrgerilla elemanlarınca öldüresiye dövülmüş,
öldü sanılarak Eskişehir yoluna bitişik bir tarlaya atılmıştı…
Ne mutlu ki o günler geride
kaldı. Türkiye’de burjuvazinin ve nurjuvazinin güçlenmesine koşut olarak TSK
siyaset mimarisinde irtifa kaybetti, bir süredir daha rahat eleştiriliyor. Yine
de herkes Akit mensupları kadar pervasızca konuşma rahatlığına sahip
değil. Eşşek demek eleştiri değil ama Akit haber müdürü değil de örneğin
bir Cumhuriyet
veya BirGün
yazarı (hatta sıradan bir blog yazarı olarak ben) “Eşşek gibi saf duracaklar” deseydi neler olurdu neler. Yazılı
açıklamayla kalınmaz, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere,
iktidarın tüm ileri gelenleri günlerce gazete sayfalarında ve ekranlarda demediklerini
bırakmazlardı. Linç etmekle kalmazlar, Sincan’a veya Silivri’ye tıkarlardı.
Eşşek yerine koyan şeriatçı yobaz olunca, yazılı açıklamayla kınanacağı günleri
de görecekmişiz meğer. Gel de imrenme demokrasinin böylesine!
Dediğim gibi kınama açıklamaları
biraz da utanma belasına yapıldı. Zira, TSK siyaset mimarisinde irtifa
kaybetmekle kalmadı mutasyona da uğradı. Ekonomide, iç siyasette, dış
politikada, hayatın her alanında karşılığını bulan çok yönlü dönüşümde TSK
sözde laikliğin, Atatürk ilke ve inkılaplarının koruyucusu olmaktan çıktı, İslamcı
ordu olma yolunda çok mesafe kaydetti. Batı emperyalizminin oyun alanında
gerçekleşen bu dönüşümde kaydedilen mesafe Yavuz Selim Demirağ ve Emekli Albay
Mustafa Önsel’in kitaplarında ayrıntısıyla anlatılıyor. Okurken dehşete
kapılmamak mümkün değil. Askeri okullardan başlayarak kışlalara nasıl olup da
dinci yobazların doldurulduğu ve etkili makamlara getirildiği, Türkiye’nin
nasıl olup da 15 Temmuz felaketine sürüklendiği daha iyi kavranıyor. Bizim
dönemimizde, yani 1970’li yıllarda Harp Okulu’nda sağ-sol, kutuplaşması vardı. Bu
dönemde Harp Okulu’nda cuma namazını hangi tarikatın imamı kıldıracak kavgası
yaşandığına ilişkin haberler okunuyor. Anlaşılan Akit yazarı bu dönüşümü
henüz fark etmemiş, ontolojik husumetin dürtüsüyle “eşşek” yerine koymuş.
Affedilir bir aymazlık değil.
***
TÜKÜRDÜĞÜNÜ YALAYAN Akit
Akit temsilcileri kendilerine çok yakışan haltın yediği herzenin tepkiyle
karşılanması üzerine her defasında olduğu gibi kıvırma yoluna saptılar; “Bu sözler cezaevlerindeki Ergenekonculara,
Fethullahçılara, GATA’ya başbakanın eşini sokmayan generallere yönelik” diye
savunmaya çalıştılar kendilerini. Tartışma konusu herzenin sahibi personel de “Mevcut silahlı kuvvetler ve komuta
kademesine yönelik bir söylem değil. Tanrı değil, ‘Allah’ımıza hamd olsun’
diyen bir TSK ile onun vatanperver subayları ile hiçbir sorunumuz olamaz!”
diye açıklama yaptı. (Bu personelin Tanrı ile nasıl bir husumeti varsa!)
Oysa edilen sözün hedefi çok net.
Cezaevindeki generaller isteseler de Erdoğan’ın ardında saf tutamazlar. TSK’nin
geçirdiği mutasyonun farkında olmayan Akit personeli, cezaevindekilere
değil, bilinçaltında süren ontolojik husumetin dürtmesiyle görev başındaki
generallere yönelik böyle bir halt telaffuz etti; karşılığında mahkeme yolu
gösterildi. Din kardeşleri arasında aile içi iletişim kazası olarak da
görülebilir! Mahkemede kardeşçe nasıl bir çözüm bulurlar, kendileri bilir.
***
İHBARCI Akit
Aile içi iletişim kazası olsa da,
benzer her olayda olduğu gibi Akit personeli kazanın faturasını
başkalarına çıkarma yoluna saptı. Faturayı benim adresime de göndermişler.
Fatura,
Akit’in sürmanşetinde
“ASIL ORDU DÜŞMANLARI BUNLAR” başlığıyla
kayda geçirilmiş (8 Haziran 2019). Ordu düşmanı olarak Muharrem İnce, Canan
Kaftancıoğlu, Sera Kadıgil, Bekir Coşkun ve Rahmi Yıldırım’ın isimleri
sıralanmış; her birinin değişik tarihlerdeki söz ve eylemleri anımsatılmış.
Bana çıkartılan faturada “SoL
Dergisi yazarı Rahmi Yıldırım da “Atatürk
ilke inkılaplarının yılmaz savunucusu paşalar, aslında sermaye düzeninin
koruyucusu, sıradan neferleri, aktörleri ve figüranlarıdır’ ifadelerini
kullanmıştı.” diye yazılmış.
Yani Akit personeli “Benim eşşek dediğime bakmayın, asıl buna
bakın” demeye getiriyor.
Acı acı gülümsemekten başka bir
şey gelmedi elimden. Siyasal İslam’ın dinci yobazlığın fıtratındaki karakter
düşüklüğüne ve ahlaksızlığına dair o kadar çok cümle kurdum ki…
***
SERMAYENİN PAŞALARI
Doğru, ben o sözleri aynen
söyledim. Tam ondört yıl önce 2005 yılının Ocak ayındaydı. Rüşvet iddialarına
adları karışan generallerle ilgili “İşini
bilen paşalar” ve “İş bilenin kılıç
kuşananın” başlıklı iki yazı yazdım. İkinci yazıyı şu paragrafla bitirdim:
“Maaşıyla yetinip üniformanın onurunu herşeyin üstünde tutanları tenzih
ederek, şimdilik şu kadarını söyleyeyim; ‘Atatürk ilke ve inkılaplarının yılmaz
savunucusu’ paşalar, bir tarihten beri, (diyelim, İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Türkiye’nin İsmet Paşa tarafından emperyalist limanlara
yanaştırılmasından beri), aslında sermaye düzeninin koruyucusu, sıradan
neferleri, aktörleri ve figüranlarıdırlar. Bu yüzden, sermaye düzeninin aktif
birer aktörü, figüranı ve koruyucusu olarak nasıl davranmaları gerekiyorsa öyle
davranıyorlar. Ve söylemeye hatırlatmaya dilim varmıyor, ABD yöneticileri
kendilerine ‘our boys’ diyorlar.”
Bu yazılar üzerine dönemin Genkur
Başkanları Hilmi Özkök ve İlker Başbuğ, “‘Atatürk ilke ve inkılaplarının yılmaz
savunucusu’ paşalar, bir tarihten beri, (diyelim, İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Türkiye’nin İsmet Paşa tarafından emperyalist limanlara
yanaştırılmasından beri), aslında sermaye düzeninin koruyucusu, sıradan
neferleri, aktörleri ve figüranlarıdırlar.” ifadesine dava açtılar.
Yani yazıların tamamını değil,
cümlenin bile tamamını değil, cümlenin bir bölümünü şikâyet ettiler; meşhur
301’inci maddeden yargılandım. Duruşmalarda sosyalist devrimci asker ve
gazeteci kimliğimle sözlerimin arkasında durdum; TSK’nin geçirdiği dönüşümü
vurgulayarak, Cumhuriyet Ordusu / NATO
Ordusu, Cumhuriyet Paşaları / NATO
Paşaları, Holding Paşaları kavramları
etrafında daha ağır eleştirilerde bulundum. Mahkeme berat kararı verdi. 301
davalarındaki ilk berat kararıydı. Mahkemedeki savunma SERMAYENİN PAŞALARI adıyla 318 sayfalık kitaba dönüştü.
O yıllarda Hrant Dink, Orhan
Pamuk ve Elif Şafak da 301’den yargılanıyorlar, Batı’dan sert eleştiriler
geliyordu. Dönemin Başbakanı Erdoğan, ekranlarda adımı zikrederek hakkımdaki berat kararıyla eleştirileri
göğüslemeye çalışıyordu. Demem o ki, “Ey
paşalar, benim eşşek dediğime bakmayın, asıl buna bakın” demeye getiren ahlak
yoksunu Akit personeli hedef gösterdiğiyle, ihbar ettiğiyle kalır. Bu
ihbarından namertliğinden kendi haltını hafifletecek, beni okka altına sokacak
hukuki bir sonuç çıkmaz.
Bu vesileyle anımsatayım, sadece
Hilmi Özkök ve İlker Başbuğ’un şikâyetiyle yargılanmadım. 12 Eylül faşizmi
döneminde darbeci Genelkurmay ve Devlet Başkanı Kenan Evren, kalbi emekçiyle
birlikte solda atan biz genç askerleri işkencecilere teslim etti; “Onlara hain demeyi bile az bulurum”
diyerek hedef gösterdi. Sıkıyönetim mahkemesindeki duruşmalarda, işkencenin aşağılamanın
onura saldırının simgesi olarak zorla giydirilmiş tektip elbiseleri yırtıp
attık. Sıkıyönetim mahkemesi bizleri mahkûm edemedi. Berat ettiğimiz gibi,
haksız tutuklamaya tazminat davaları da lehimize sonuçlandı.
Ettiği sözün arkasında duramayan,
korkak, namert ve muhbir
Akit personeline bir de güncel bilgi
vereyim. Yine yargılanacağım. Hakkımdaki davanın bu defaki tarafı, “mağdur”
sıfatıyla Hulusi Akar. Yani, eski Genelkurmay Başkanı, halen Milli Savunma
Bakanı E. Org. Hulusi Akar.
“GenelkurmayBaşkanı İçin Çok Üzülüyorum” başlıklı yazımda Hulusi Akar’a hakaret etmekle
suçlanıyorum. İki yıl dört aya kadar hapsim isteniyor.
Ne tesadüf! Aynı Hulusi Akar, “O hizaya gelmeyen omzu çatal bıçak seti
apoletli generallerin hepsi Erdoğan'ın arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşşek
gibi saf tutacaklar.” diyen Akit personeli için de suç
duyurusunda bulundu.
Suç duyurusu sonuçlanır da son
soruşturma açılırsa ilginç bir dava olacağı kuşkusuz. Bakalım, “Onbaşı bile olamayacak kimselerin general
olduğu ülke” yazısına tam kadro dava açıldığı gibi bu defa da generallerin
tümü davacı olacaklar mı?
Bakalım AK-it yazarı da
tükürdüğünü yalamak, kıvırmak ve ihbar edip hedef göstermekten vazgeçip sözünün
arkasında duracak mı?
***
Yazıyı noktalarken düşünmeden
edemedim. Biz sosyalistlerin devlete ve orduya ilişkin görüşümüz bellidir: Mülk
sahibi egemen sınıfın baskı, zor, hegemonya ve sömürü aygıtı. Bu görüşümüzü hep
sosyoloji ve siyaset biliminin terimleriyle ifade ettik, özellikle hayvanları
araçsallaştırıp hakaret etmedik. 15 Temmuz’da derdest edilen paşalara denildiği
gibi dere geçilirken değiştirilmeyen at
demekten veya Akit personelinin yaptığı gibi eşşek yerine koymaktan imtina ettik. Buna karşılık devlet ve ordu,
biz sosyalistleri işkencelerden geçirdi, hapislerde çürüttü, yargılı yargısız
infazlarda katletti; bizlere yaşam hakkı tanımazken, sola bariyer olsun diye
siyasal İslam’a yol verdi, kol kanat gerdi. Siyasal İslam’a yol verdi kol kanat
gerdi de ne oldu? Zaten darbelerle yaralı ülke 15 Temmuz felaketine sürüklendi,
o felaket “Allah’ın lütfu” sayılıp
başka bir felaketle ikame edildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin AK Silahlı
Kuvvetler’e evrilmesi ve Tayyip Erdoğan’ın şahsında cisimleşen “sivil” otoritenin
emrine girmesiyle ülke demokratikleşmedi. “Kolla gözet yetimi” diye başlayan
bir halk deyişi vardır. Akit personelinin “eşşek” yerine
koyması biraz da bu halk deyişini anımsatıyor. Yine de “müstehaklar” demek gelmez
içimizden; “maaşıyla yetinen ve üniformanın onurunu her şeyin üstünde tutan
cumhuriyet ve demokrasi askerlerini” tenzih ederiz.