18 Temmuz 2019 Perşembe

KANLI PAZAR’IN PROVOKATÖRÜ Mehmet Şevket Eygi


KANLI PAZAR’IN PROVOKATÖRÜ MŞE’nin ARDINDAN
Kanlı Pazar’ın provokatörü Mehmet Şevki Eygi (MŞE) 86 yaşında toprağa girdi. Tabutunu AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da omuzlamış. Erdoğan mesajında Eygi’ye “Ülkemizin yetiştirdiği en önemli mütefekkir ve münevverlerden biri” diye iltifat etmiş.
Erdoğangillerin Mehmet Şevket Eygi’ye muhabbetleri nedensiz değil; elli altmış yıl önceye uzanan cihat ve dava arkadaşlığı vardır aralarında. O cihat ve dava arkadaşlığının en önemli ortak gazalarından (siz suç ortaklığı diye okuyun) biri de Kanlı Pazar’dır.
***

Elli yıl önce İstanbul’a gelen Amerikan donanmasını ve NATO’yu protesto eden solculara milliyetçi mukaddesatçı güruhun saldırısı tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçti.
Kanlı Pazar öncesinde sol eğilimli onlarca örgüt, Amerikan donanmasına ve NATO’ya karşı protesto yürüyüşü ve miting için çağrıda bulunuyordu. Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü” adıyla 16 Şubat 1969 günü yapılacak yürüyüş Beyazıt’tan başlayacak, Taksim’de sona erecektir. İşte bu yürüyüşe karşı harekete geçen Amerikancı milliyetçi mukaddesatçı örgütler “Dinimize hakaret ediliyor” propagandasıyla 14 Şubat’ta “Bayrağa saygı” mitingi düzenlediler; solculara ölüm çağrıları yaptılar. Komünizmle Mücadele Dernekleri Başkanı İlhan Darendelioğlu mitingte “Memlekete ihanet eden hainleri toprağa gömme zamanı gelmiştir” diye haykırdı.
MŞE o tarihlerde Bugün ve Babıalide Sabah gazetelerinin sahibiydi; şeriat övgüsü ve laiklik karşıtı yazılarıyla tanınmıştı; ABD emperyalizminin yanında saf tutmuştu. Sosyalist bloku kuşatma amaçlı Yeşil Kuşak politikasının yerel işbirlikçisiydi: “Rusya ve Çin Allah'ı inkâr ediyor; Amerika ise Allah'a inanıyor. Amerika'da İslamiyet'i yayma hürriyeti var. Amerika ehvendir. Rusya kızıl kafirdir, Amerika ise ehli kitaptır.” (Bugün, 30 Mart 1969)
Bu duruşuna uygun olarak, 1968/1971 yıllarında sahibi olduğu gazeteler aracılığıyla Büyük cemaatli sabah namazları hareketini başlattı. Daha önceden İstanbul’daki büyük bir caminin ismini veriyor, filan tarihte burada sabah namazında buluşalım diye çağrı yapıyordu. Kendi ifadesiyle “Ateist kızıl anarşistler terör hareketleri yaparken, Müslümanlar böyle medenî, mânalı, dinin ruhuna uygun hareketler içindeydi.” (haber7.com, 21 Kasım 2004)
***

SOLCULARA ÖLÜM ÇAĞRISI
Amerikan filosunun gelişi öncesinde MŞE’nin sahibi olduğu gazetelerde haftalarca solculara karşı seferberlik niteliğinde yayınlar yapıldı. Manşetlerde, “Komünistler karışıklık çıkarmaya hazırlanıyor” (Bugün, 8 Şubat 1969), “Tarihimizin en kara günü. Beyazıt kulesine kızıl bayrak asıldı.” (Bugün, 12 Şubat 1969), “Milletin sabrı tükenmek üzere” (Bugün, 13 Şubat 1969).
MŞE Endonezya’daki solcu katliamını alkışlayacak derecede sola düşmanlık ve nefret yüklüydü; aylar boyu Endonezya’daki komünist kıyımını övüp örnek göstermişti: “Önümüzde taze ve ümit verici bir örnek vardır. Endonezya'daki komünist kıyımı. Yüzbinlerce komünist öldürüldü. Karada vahşi hayvanlar, denizde balıklar insan etine doydu. Korkunç bir komünist kıyımı oldu. Fakat Endonezya kurtuldu.” (Babıalide Sabah, 31 Ekim 1967)
Komünistlerin etinin vahşi hayvanlarca yenmesine bu denli sevinen MŞE bu yazılarını Kanlı Pazar’dan bir yıl sonra Müslüman Endonezya Kızılları Nasıl Temizledi adıyla kitaplaştırdı.
Eygi ve din kardeşleri sola nefret duyarken Amerika aşkıyla hülyalıydılar aynı zamanda. “Amerikan filosu, dost ve müttefiki olduğumuz için limanlarımızı ziyarete gelmektedir... buna karşı girişilecek hareketler kanuna karşı gelmek bir yana milli iradeye ve çoğunluk kararına karşı çıkmak manasını taşımaktadır.” (İsmail Oğuz, Babıali’de Sabah, 10 Şubat 1969)
Amerika aşkı bahsinde Eygi’nin gazeteleri yalnız değildi. Son Havadis gazetesi de aynı paralelde kışkırtıcı yayınlar yapıyordu ve yazarları, Amerika aşkında Eygi ve arkadaşlarından geri kalmıyorlardı. Son Havadis’te manşetten “Kızıl bayrak olayı infial yarattı” başlığı altında solcular vatan haini olarak nitelendiriliyor, “Bir avuç kızıl veledle başa çıkılamayınca bu devletin ve memleketin asıl sahipleri harekete geçmek zorunda değil midirler? Böyle bir tepkinin sertlik derecesi önceden tahmin edilemez… Bu haklı öfkenin harekete geçeceği gün uzak görünmüyor.” deniliyordu. (13 Şubat 1969)
Aynı gün gazetenin yazarlarından Tekin Erer “Dost filo, hoş geldin” başlıklı yazısında “Amerikan 6. Filosu, Sovyetlere karşı Türk karasularını koruyacak, bizim yanımızda seve seve çarpışacak, can verecek filodur. Sovyetler boş durmuyorlar, el altından para dağıtarak satın aldıkları bazı adamları ortalığa salıveriyor, bunları 6. Filo aleyhine kışkırtıyorlar.” diyordu. Aynı gazetenin yazarlarından Orhan Seyfi Orhon ise sıkıyönetim ilan edilmesini istiyordu.
***

MŞE’NİN CİHAD ÇAĞRISI
Amerika aşkıyla solculara duyulan kin ve nefretin sonucu olarak nihayet manşetten “Kızıl bayrak asanlara son ihtar” yapıldı. MŞE de “Namaza Davet” başlıklı yazısında 16 Şubat’ta (yani “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü”nün başlayacağı yerde ve aynı günde) Beyazıt Cami’inde kılınacak toplu namaz için çağrıda bulundu: “Cihad yapmalı. Malıyla, canıyla, ilmiyle diliyle her şeyiyle Allah için, Din için, Kur'an için Resul (S.A.) için savaşmalı. (…) NOT: Dikkatli olalım. Tahrikler yapılabilir. Kapılmayalım. Sadece namaz, o kadar. Kafirler bizim cemaatimizi görünce hapı yutarlar zaten. Metodumuz adem-i şiddettir.” (Bugün, 14 Şubat 1969)
Kanlı Pazar’a bir gün kala, Eygi’nin gazetesinin manşetinde “Kızılları boğmanın vakti geldi” deniliyordu. Bayrağa Saygı mitingine ilişkin haberin üst başlığında “Müslüman-Türk’ün 500 yıllık şehrine kızıl bayrak çeken moskof uşaklarına İstanbul halkının muhteşem cevabı” ve “Kızıl emperyalizmin para ile tutulmuş uşaklarını en ufak kıpırdanışta gebertmek için and içildi” cümleleri yer alıyordu. (Bugün, 15 Şubat 1969)
Aynı gün Babıalide Sabah’ın manşetinde ise “Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız” başlığı atılmıştı. Kanlı Pazar günü ise Babıalide Sabah’ın manşetinde “Müsamaha devam ederse komünistleri halk kendisi ezecektir” başlığı okunuyordu.
O günlerde MŞE, ne gibi olaylar çıkacağını tahmin etmiş olsa gerek, Suudi Arabistan’daydı. Ama hemen her gün yazıları gazetede yer alıyordu. Kanlı Pazar günü Bugün’deki yazısının başlığında “Cihada Hazır Olunuz” diye çağrıda bulunuyordu: “Bilmiş olunuz ki, büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. İmtihan günleri gelip çatmıştır. Kaderden kaçmak, kurtulmak ne mümkün. (…) Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslam’da askerlik ve cihad ihtiyari değildir, mecburidir. (…) Stalin ve benzeri deccallerin piçleri olan kızıl veletler sokaklara dökülüp Türkiye'yi yıkmak isterlerse bütün Müslümanları karşılarında bulmalıdırlar. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz. (…) Herkes vazifeye koşsun, herkes komünizm küfrüyle savaşa hazırlansın. Komünistler ve onları destekleyen hain şahıs ve müesseseler kahr edilsin. Bir Müslüman yüz komüniste bedeldir. Müslümanlar, komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar. Not: ‘Bir şeyler’ olursa, silahlar patlar patlamaz, vazifeye koşmağa çalışacağız. İnşallah kızıl kafirlerin, Deccal uşağı dinsizlerin tepelerine birer intihar uçağı gibi ineceğiz...”
Aynı yazısında Eygi, Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’dan övgüyle söz ediyor ve darbeye teşvik ediyordu: “Kaderi ilahi bu kumandana ilahi bir hizmet verirse, müslümanlar ona yardımcı olsunlar. Bilsinler ki seçimsiz başa geçecek iktidar, onları doğrayacaktır.”
***

AMERİKAN DONANMASINA DOĞRU NAMAZ VE KANLI PAZAR
MŞE’nin öncülük ettiği kışkırtıcı yayınlara paralel olarak dönemin etkili sağcı dinci örgütleri Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Komünizmle Mücadele Dernekleri (KMD) de Kanlı Pazar’a hazırlandılar. Dernek merkezlerindeki toplantılarda görev dağılımı yapıldı, şehitlik yeminleri edildi, kamyonlarla sopalar tedarik edildi, hatta saldırı sırasında yanlışlıkla birbirlerine vurmasınlar diye mavi kurdeleler dağıtıldı. Saldırgan güruh 16 Şubat sabahı Beyazıt Camii’nde toplandı.
Solcu 76 örgütün katıldığı yürüyüş öğleden sonra Beyazıt Meydanı’nda başladı; 30 bin dolayında kişi Amerikan donanmasını protesto etmek üzere Sultanahmet, Sirkeci, Karaköy, Tophane üzerinden Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca “Bağımsız Türkiye”,  Emperyalizme Hayır, Sosyalizme Evet”, “Köylüye Toprak Yok, Amerikan Üslerine Toprak Çok”, “Vietnam’da Barınamayan, Türkiye’de tutunamaz”, “Amerikalı it evine git” sloganları atıldı.
Saldırgan güruhun ikinci toplanma bölgesi Dolmabahçe idi. Amerikan donanmasının gelişi dolayısıyla bölge askeri yasak bölge ilan edilmişti ama vilayet ve emniyet yetkilileriyle görüşmeler sonunda yasak delindi; Dolmabahçe Meydanı’nda Amerikan donanmasına karşı öğle namazı kılındı.
Emperyalizme ve Sömürüye Karşı” yürüyenlerin Taksim’e topluca girişlerine izin verilmedi. Birkaç yüz kişilik topluluklar halinde Taksim’e giren gruplar karşılarında demir çubuklar, sopalar ve bıçaklarla silahlanmış güruhu buldular. Günün sonunda Türkiye İşçi Partisi üyesi Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan öldürüldü ve yüzlerce kişi yaralandı. Ertesi gün Günaydın ve Hürriyet gazetelerinin ilk sayfalarında yayımlanan fotoğraf, saldırının devletin müsamahası ve gözetiminde gerçekleştiğinin kanıtıydı. Fotoğrafta Ali Turgut Aytaç bıçaklanırken, birkaç metre ötedeki polis cinayeti seyretmektedir...
***

MŞE ÖZEL HARP GÖREVLİSİ MİYDİ?
Kanlı Pazar, hamaset ve fanatizm yüklü ilkel duygularla kışkırtılan kalabalıkların ne denli vahşileşebileceklerinin örneklerinden biriydi. Tıpkı 6/7 Eylül’de, Maraş ve Çorum katliamlarında, Sivas Madımak’taki gibi. Hepsinin ortak noktalarından biri de, kıyıcı güruhun eyleminin iktidar tarafından “halk hareketi” olarak mazur görülmesidir. Kanlı Pazar sırasında İstanbul Valisi olan Vefa Poyraz, o gün olanları İrticai bir hareket değil. Taksim'de ani bir halk hareketi, ani bir karşılaşma oluyor, iki kişi maalesef hayatını kaybediyor” diye açıklamıştı.
Kanlı Pazar’ın bir numaralı provokatörü MŞE, bu olaydaki rolünden dolayı son nefesine kadar vicdani rahatsızlık veya pişmanlık duymadı. Vicdani rahatsızlık veya pişmanlık bir yana, “Bugün aynı şartlar olsa yine aynı şeyi hiç tereddütsüz yapardım” diyebildi. (Yeni Şafak, 11 Nisan 2006)
Böylesine vahim bir günahtan üzüntü duymamak, tersine aynı günahı işleme kararlılığı nasıl bir vicdansızlıktır; yanıtı sosyal psikiyatrlara düşer. Belki de Eygi ve din kardeşlerinin derin bağlantılarıyla ilişkilidir. Eygi’nin o yıllardaki misyonuyla ilgili olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri TSK’nin en üst kademelerinde görev yapmış, eski Genel Kurmay İstihbarat Başkanı E. Korg. İsmail Hakkı Pekin “Fetullah Gülen, Mehmet Şevket Eygi 1959’da Özel Harp Dairesi’nde görevlendirildi. Görevleri, Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi.” demişti. (Aktaran Tunca Bengin, Milliyet, 10 Aralık 2018)
MŞE, Pekin’in açıklamasınaİftiralarınızı ispat ederseniz bana, edemezseniz size ait olacak yedi sıfatı tekrar ediyorum: Şerefsiz, namussuz, alçak, müfteri (iftiracı), yalancı, vicdanı ve kalemi satılık veya kiralık, haysiyetsiz, pislik, rezil, saldırgan köpek, fitneci” gibi ağır sıfatlarla karşılık verdi. (Milli Gazete, 16 Aralık 2018)
Siyasal İslamın kanaat önderlerinden Abdurrahman Dilipak ise konuya ilişkin yazısının başlığında “Hepimizi kullandılar!” diye itirafta bulundu. Dilipak, “Gülen de, M. Şevket Eygi de Özel Harp tarafından kullanılmış! Kullanılmayan mı vardı ki! Eygi ‘eleman’ iddialarını şiddetle reddediyor. ‘Kullanılma’ya gelince, bir zamanlar herkesin ‘Gülenci’ olması gibi, hepimiz komünizmle mücadelede ‘gönüllü’ değil mi idik!.” diye yazdı. (Yeni Akit, 26 Aralık 2018)
İslamcı medyanın etkili isimlerinden Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül de yazısının başlığında “Evet, hepiniz kullanıldınız” diyerek tartışmaya katıldı. Karagül, geçmişte kimlerin, hangi çevrelerin ne amaçla kullanıldığının açıkça ortaya serilmesini istedi ve “Bugün kimler kullanılıyor?” diye sordu. (Yeni Şafak, 27 Aralık 2018)
General Pekin’in açıklamaları elbette kanıtsız; ancak bu gibi ilişkilerin belgesi kanıtı olmaz zaten. Belge kanıt, hayatın kendisidir. MŞE’nin hayatı yeterli kanıttır. General Pekin’in söz ettiği tarihte Fetullah Gülen 17 yaşındadır. Bu yaştaki birinin devletin en ciddi ve derin kurumu tarafından istihdam edildiği savı inandırıcı görünmüyor. Ancak, Ogün Samast’ın aynı yaştayken Hrant Dink’in üzerine salındığı da bir vakıadır. Keza Hüseyin Üzmez de lise öğrencisiyken 1952 yılında dönemin etkili gazetecilerinden Ahmet Emin Yalman’a suikast düzenlemişti.
***

Hüseyin Üzmez denilince anımsamamak olası değil.
Milliyetçi mukaddesatçı mahallenin kanaat önderlerinden Hüseyin Üzmez, 70’li yaşlardayken, 13 yaşındaki kız çocuğunu cinsel istismardan hüküm giymişti. MŞE ise, Üzmez öldükten sonra kaleme aldığı yazıda din kardeşini savundu, peşkirciliğine soyundu. Eygi, Hüseyin Üzmez için, “Geçtiğimiz yıllarda, küçük bir kızla ilişkisi yüzünden mü’min ve Müslim bir gazeteci maalesef Müslüman kesimde linç edilmiş, bitirilmiş, yerin yedi kat dibine sokulmuştur. Bu, adaletsizlik, insafsızlık ve aşırılık olmuştur.” demişti. (Vahdet, 29 Şubat 2016)
Günahkâr, provokatör  MŞE aynı yazıda ifade etti ki, “İman kardeşliği, talakı olmayan bir nikah gibidir, bozulamaz.” Bu cümleyi şu anlamda kurmuştu: “Mü’mini tekfir edenin kendisi de kafir olur. Adam mü’min, fakat fâsık-ı mütecahir, yani büyük günahları açıkta, açıkça işliyor. Böylesinin gıybeti yapılabilir ama imanı olduğu ve kaldığı müddetçe kardeşlikten atılamaz, silinemez. Mü’minin günahları gizli saklı kapalı ise tecessüs edilemez ve gıybeti yapılamaz. İnsanların gizli günah ve ayıplarını araştırmak haramdır. Olgun mü’min, olgun olmayan iman kardeşlerinin gizli günah, ayıp ve kötülüklerine karşı karanlık gece gibi olur. Bu gizli günah ve ayıplar öğrenilirse, ifşa edilmez, açıklanmaz, aksine setr edilir, gizlenir.
Yani özetle, “Benim hırsızım, benim sübyancım, benim teröristim, benim ahlaksızım iyidir, çünkü Müslümandır, iman kardeşimdir. Açıkça büyük günahlar işlese de, madem ki imanlıdır, Müslümandır, kardeşimdir.” zihniyeti.
Bu zihniyetin yazıya dönüşebilmesine insanın inanası gelmiyor. En iyimser ruh haliyle “Müslümanlık bu mu?” diye isyan edesi geliyor insanın ama galiba bu ruh hali de epey saf ve kendini kandırma hali. Ne yazık ki, kendisini Müslüman sayan ahalinin çok büyük çoğunluğu bu zihniyettedir; bu zihniyetle hayatı kendisine zehir ettiği gibi, iktidarı ele geçirdiğinde başkalarına da hayatı zehir etmektedir.
***

HİTLER HAYRANI MŞE
MŞE bir de Hitler hayranıydı. MŞE’ye göre “Hitler Sovyetler Birliğini yıkabilseydi, Türk dünyası hür olacaktı. Arap ve İslam dünyası da. Hilafet yeniden kurulacaktı.” Kanlı Pazar günlerinde MŞE “Hitler Müslümanların Vefalı bir Dostuydu” başlığı altında şöyle yazmıştı: “Hitler binlerce papazı kestirmişti. Buna rağmen Müslümanlara sonsuz haklar vermişti. Eğer Hitler müttefiklerin propagandalarındaki gibi ‘Dinsiz ve Allah’tan korkmayan bir kimse olsa idi o zamanlarda binlerce Müslüman din kardeşimiz gönüllü olarak Hitler’in askeri olurlar mıydı? Hitler Müslümanlara hiçbir zarar vermemiştir. Onun ordusundaki Müslümanlar günde beş vakit namazlarını eda etmişlerdir. (…) Ordusunda Müslümanlara sonsuz selahiyetler vermiş ve onları çok sevmiştir.” (Bugün, 12 Ocak 1969)
Hitler dışında MŞE’nin gönlü Amerikan emperyalizminden yanaydı, ehl-i kitap ve ehven-i şer olduğu için Amerika’yı tercih ettiğini anlatıyor ve eleştiri olarak en fazla ABD’nin yanlış yolda olduğunu söylüyordu. Bir yazısında, sağın ve İslam’ın neden ABD safında yer aldığını açıklarken “1960’lı, 70’li yıllarda, Allahı inkâr eden Marksist felsefeye bağlı neo kolonyalist Sovyetler Birliği ile, paralarının üzerinde “Biz Allaha güveniyoruz” yazılı ABD elbette bir değildi.” diyordu. (Milli Gazete, 21 Ocak 2019)
***

ŞERİATÇI FAŞİST MŞE
Ve elbette MŞE faşist bir şeriatçıydı, hilafet yanlısıydı; ülkenin Halife-i Resûlullah, Emîrü'l-mü'minîn, İmam-ı Kebir tarafından yönetilmesini istiyordu. Ancak halife olacak kişinin bildiğimiz anlamda genel seçimle işbaşına gelmesine de karşıydı; halife olacak kişinin en fazla 12 kişilik bir heyet tarafından seçilmesini, gerekirse istihareye yatılmasını öneriyordu. “İslam’da başkanlık ve memuriyet” başlığı altında aynen şöyle yazmıştı:
“Halife seçimi, demokratik sistemde olduğu gibi halkın oylarıyla, genel seçimle, seçim kampanyasıyla, propaganda yaparak, nutuklar atarak, duvarlara afişler yapıştırarak, seçim şarkıları besteletip terennüm ettirerek, davul zurna çalarak, ey ahali ne olur Allah aşkına beni seçin diye bağırıp yalvararak, cart curt nutuklarla, alkışlarla, sloganlarla, kampanya için açık veya gizli yüz milyonlarca dolar, hattâ milyar dolar harcamakla olmaz. Müslümanların içindeki altı, yahut on, bilemediniz on iki âqil, ehil, yüksek, temiz, ziyalı, tecrübeli, birikimli şahsiyet bir seçim şûrası oluşturur, bunlar Ümmetin başına Kur'ana, Sünnete, Şeriata uyacak ehliyetli, muktedir, sâlih, âbid, müdebbir muhterem bir zatı seçmek için gayret ve cehidlerini sonuna kadar sarf edeceklerine Kitabullaha el basarak şer'î yemin ederler. İçlerinden birini, yahut başka ehil bir Müslümanı seçerler, o muhterem önce kabul etmek istemez, israr üzerine istihare yapar ve aydınlık çıkarsa kabul ederek ateşten gömleği giyer, şehadete hazır olur.” (Milli Gazete, 14 Ekim 2012)
MŞE’nin yaşamındaki belki de tek olumlu davranışı İslam’da estetik aramak ve ezanı bed sesli müezzinlerin tasallutundan kurtarmaya çalışmak idi. O’na göre ezan bangır bangır bağırmak yerine daha düşük volümde musiki tadında okunmalıydı. Bu uğurda yüzlerce yazı yazdı. Ancak tüm çabasına karşın ne İslam’da estetik bulabildi ne de ezanı bed sesli müezzinlerin tasallutundan kurtarabildi.
Bitirirken belirtmeli ki, Kanlı Pazar’dan bugüne MŞE’nin ilham verdiği kadrolar bugün iktidardalar. Tek tek isim belirtmeye gerek yok.
Biz demokratlar sosyalistler, MŞE’yi Ülkemizin yetiştirdiği en önemli mütefekkir ve münevverlerden biri” olarak görmüyoruz, aşağıdaki dizeleri armağan ediyoruz:
‘Ne kendi eyledi rahat ne âleme verdi huzur;
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur.’

11 Temmuz 2019 Perşembe

DENİZ GEZMİŞ TERÖRİST MİYDİ?


DENİZ GEZMİŞ TERÖRİST MİYDİ?
Balıkesir adliyesinde çok ilginç bir dava görülüyor. Davanın konusu Deniz Gezmiş’i övmek. Sanık sandalyesinde 26’ncı dönem CHP Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm var.
Tek sayfalık iddianameye göre Mehmet, partisinin Balıkesir Altıeylül ilçe kongresinde “Deniz Gezmiş bu ülkenin bağımsızlığı için demokratik bir Türkiye için emperyalizme karşı idam sehpasına gitti, o bir kahramandır, o bir devrimcidir, o bir sosyalisttir…” demiş.
Savcı, bu sözlerin “silahlı terör eylemlerine katılması dolayısıyla hüküm giyen Deniz Gezmiş’i övmek” olduğunu savunuyor ve Mehmet’in iki yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istiyor.
Savcı, ayrıca İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya “Adı soylu olan o soysuz adam”, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye “dönek” dediği için Mehmet’i “kamu görevlisine hakaret etmek”le suçluyor ve ikişer yıl hapisle cezalandırılmasını istiyor.
***

Davanın ilginçliği İçişleri Bakanı sıfatını taşıyan zatın soylu mu soysuz mu olup olmadığında değil. MHP Genel Başkanı ünvanlı unsurun dönek olup olmadığı da bana göre ilginç değil. İlginç olan, 12 Mart faşizmi döneminde darağacında katledilen Deniz Gezmiş’in (ve tabii yoldaşlarının) aradan 47 yıl geçtikten sonra “terörist” olarak gündeme getirilmesi ve suçlanması.
Duruşma günü Balıkesir adliyesi belki de tarihinde görmediği kadar kalabalık. CHP Altıeylül ve Karesi ilçe örgütleri adliye yerleşkesini doldurmuş. CHP Genel Başkan Yardımcıları Muharrem Erkek, Orhan Sarıbal, İzmir Milletvekili Murat Bakan, Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, Balıkesir Milletvekilleri Ahmet Akın, Namık Havutça, EMEP ve ÖDP temsilcileri de Mehmet’e desteğe gelmişler. Hiç abartısız bin dolayında kişi, “Deniz Gezmiş’e kahraman demek suç sayıldı!”, “Bu suça ortağız”, “Mehmet Tüm yalnız değildir”, “Halkın Vekiline sahip çıkıyoruz” yazılı pankartlar taşıyor; “Hak hukuk adalet” diye slogan atıyor.
ADAM-DER Kurucu Başkanı, Genel Başkan ve Örgütlenme Sekreteri, Mehmet Tüm’ün dünürü Feruzan / Abdullah Şener dahil, biz de ADAM-DER'i temsilen 18 kişilik bir topluluk olarak arkadaşımız dostumuz Mehmet’in yanındayız. Sadece Balıkesir Barosu’ndan değil diğer illerden çok sayıda avukat Mehmet’i savunmaya gelmiş. Kızı Helin de avukat cübbesini giymiş, babasının yanında.
Duruşma salonu daracık, en fazla 20 kişiyi alır. Üşenmeyip saydım, 50’den fazla avukat ve izleyici var, iğne atsan yere düşmez. Balıkesir, Antalya ve Mersin’i aratmayacak sıcakta kavruluyor. Daracık salon saunadan farksız. ADAM-DER topluluğu, o saunada izleyici ve gözlemci olarak kurucu başkanı feda etmiş. Aralıksız üç saat süren duruşmada çekilir dert değildi!!!
***

Davanın gelişimini özetle anlatmak gerekirse: 2017 yılında MAN Adaları Belgeleri dolayısıyla siyasi atmosfer gerilimli. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, belgeleri açıklayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na “şerefsiz, alçak, sahtekâr, edepsiz” diyerek yüklenmiş. CHP Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm de partisinin ilçe kongrelerinde Soylu’nun sözlerine karşılık vermiş.
Yine o günlerde futbol yorumcusu Rıdvan Dilmen, Recep Tayyip Erdoğan için “Parkasız Deniz Gezmiş” demiş. Devlet Bahçeli, “Sahadaki şeytanlığını siyasete taşımasın, Cumhurbaşkanı bir dönemin teröristi ile özdeş tutulamaz” diyerek Rıdvan’ı kınamış ve özür dilemeye çağırmış. Mehmet Tüm de ilçe kongrelerindeki konuşmalarında bu polemiği anımsatarak, “Devlet Bahçeli çıkmış Deniz Gezmiş için terörist diyor. Ben buradan Devlet Bahçeli’ye sesleniyorum, O senin gibi dönek değil, bir yıl önce Tayyip Erdoğan’a söylediklerini hatırla...” diye karşılık vermiş; devamında (iddianameye aktarıldığı gibi) Deniz Gezmiş’in kahraman olduğunu söylemiş.
Bu olayda gerek Mehmet Tüm’ün gerekse avukatların döne döne vurguladıkları üzere, Süleyman Soylu ve Devlet Bahçeli’ye yönelik sözler, siyasi eleştiriden ibaret; asla ve asla kamu görevlisine hakaret suçu değil. Devlet Bahçeli kamu görevlisi değil, “dönek” sıfatı da bugüne değin hiçbir siyasi tartışmada ve mahkeme kararında hakaret olarak görülmedi.
Süleyman Soylu’nun Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik “şerefsiz, alçak, sahtekâr, edepsiz” sözleri de kamu görevi kapsamında değil, karşılıklı siyasi atışma çerçevesindedir. Zira İçişleri Bakanı’nın görevleri arasında muhalefet liderini hakaretamiz sözlerle aşağılamak yoktur. Mehmet Tüm duruşmada bu konuya değinirken bir ara, “İçişleri Bakanı kendisine yakışmayan bir üslupla partimin genel başkanına ağza alınmayacak sözler söyledi, partimin milletvekili olarak kayıtsız kalamazdım” dedi. İçimden gülümsedim, “Kendisine yakışmayan bir üslup ne demek, tam da kendisine yakışan bir üslup” diye kendi kendime söylendim. Neyse ki bir avukat “Eski TBMM Başkanlarından Cemil Çiçek’in bir cümlesi siyasi tarihe geçmiştir” diyerek, konuya açıklık getirdi: “Siyaset kürsüsünde her şey konuşulabilir, fıkra da anlatılır, atışma da yapılır, atasözleri de söylenir, şiir de okunur. Herkes istediğini söyler, ama İstediğini söyleyen istemediğini de işitir.”
***

Dediğim gibi davada ilginç olan, idam edildikten 47 yıl sonra Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının “terörist” olarak yaftalanması ve övülmesinin suç olarak nitelendirilmesi. Mehmet, bu suçlamaya yanıt verirken coşkulu ve heyecanlıydı. Bir saate yakın ayakta, sauna sıcaklığında kan ter içinde Denizler’i savundu:
Sadrazam Damat Ferit’in mahkemesinde Mustafa Kemal suçludur.
Hızır Paşa’nın mahkemesinde Pir Sultan Abdal suçludur.
Amerikan mahkemelerinde Martin Luther King suçludur.
Cahiliye dönemine göre Hz. Muhammed suçludur.
Yezid’in mahkemelerinde Kerbelada katledilen Hz. Hüseyin suçludur.
12 Mart faşizminin mahkemesinde de Denizler suçludur.
Mehmet, Recep Tayyip Erdoğan’ın 2010 Anayasa değişikliği kampanyasını başlatırken, 12 Eylül faşizmi döneminde idam edilen Erdal Eren ve Mustafa Pehlivanoğlu’nun son mektuplarını okuduğunu, hem ağladığını hem ağlattığını anlattı. İdamın ceza değil devlet eliyle işlenmiş cinayet olduğunu vurguladı; Denizler’in bugün milyonlarca ailenin evlatlarına verdikleri isimlerde, türkülerde, şiirlerde yaşatıldığını belirtti.
Avukatlar da Mehmet’ten geri kalmadılar. Harbiye 1979 devresinden dostumuz Avukat Cemal Korzay, “35 yıl önce doğan oğluma Deniz adını verdim” diye söze girdi.
Başka bir avukat, “Benim kızımın adı da Deniz” diye sürdürdü.
Başka bir avukat, Denizler için yakılan türkünün “Deniz mahkemeye düşmüş, avukatı ben olaydım” dizelerini mırıldandı.
Bir avukat ise Mahir Çayan ve arkadaşlarına yakılmış “Oy dere Kızıldere, Böyle Akışın nere, Bizde hal mı bıraktın, Sana can vere vere” türküsünü okudu.
Bir avukat da, Deniz Gezmiş ve arkadaşları Dolmabahçe önlerine demirlemiş Amerikan filosunu protesto ederken, İslamcıların ve milliyetçilerin kıbleyi Amerikan filosuna çevirip namaza durduklarını ve devrimcilere saldırdıklarını; Amerikan donanmasına secde edenlerin bugün iktidarda olduklarını, 47 yıl sonra Deniz Gezmiş’i terörist ilan etmenin bu tarihsel saflaşma bağlamında görülmesi gerektiğini vurguladı.
(Keşke bir avukat da İbrahim Kaypakkaya’dan, Sinan Cemgil’den, Taylan Özgür’den  söz etseydi.)
Son sözlerin kayda geçmesinin ardından mahkeme duruşmayı 11 Kasım’a erteledi. Duruşma çıkışında Mehmet alkışlarla karşılandı. Mehmet, o sıcakta kendisini bekleyen kalabalığa, coşkulu bir konuşmayla teşekkür etti.
***

Başlıktaki soruyu yinelemek gerekirse, Deniz Gezmiş terörist miydi?
Eski deyişle tedhiş, terör, terörist, terörizm, tanımlayanın gücüne göre anlam kazanan ideolojik kavramlar; anlamı ve içeriği, kişilerin, örgütlerin, toplumsal sınıfların, devletlerin konumuna ve çıkarlarına göre farklılaşıyor. Her şeye karşın, “terörizm, siyasal amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli şiddet kullanmayı yöntem olarak benimsemektir” tanımında geniş görüş birliği bulunuyor.
Tarihin hiçbir döneminde terörizm, devletler, uluslar, sınıflar, dinler ve siyasetler üstü bir anlam kazanmadı. Tanımında yüzde yüz görüş birliği olmasa da terör, dehşete düşürme, yıldırma, korkutma anlamlarına geliyor. Sözcük olarak tarihte ilk kez Fransız Devrimi sırasında cumhuriyetçi liderlerden Robespierre tarafından telaffuz edildiği söylenir. Fransız devrimcileri, kraliyetin despotizmine ve zulmüne karşı terör uyguladıklarını söylüyorlardı.
Türkiye’de terör ve terörizm kavramları siyasal bağlamından koparılarak, şiddet ve cinayet anlamında 12 Eylül 1980 darbesinden sonra dolaşıma sokuldu. Ondan önce yine siyasal bağlamından kopuk şekilde anarşi ve eşkıya kavramları vardı.
Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının başlıca eylemleri şöyle sıralanabilir:
-       Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye için yürüyüşler mitingler.
-       ABD Emperyalizmine, NATO’ya ve 6. Filo’ya Hayır gösterileri.
-       Filistin’de İsrail’e karşı savaş.
-       Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurulması.
-       Ankara’da ABD Büyükelçiliği güvenlik kulübesinin silahla taranması.
-       Ankara İş Bankası Emek Şubesi’nin soyulması.
-       Ankara Gölbaşı’ndaki Amerikan askerlerinin kaçırılıp fidye istenmesi; fidye verilmeyince askerlerin serbest bırakılması.
12 Mart faşizminin mahkemesi, Denizler’i bu eylemlerden yargılayıp mahkûm etmedi. Öyle olsaydı, Denizler idam edilmezlerdi; eylemlerine karşılık gelen hapis cezalarını yatıp çıkarlardı.
Mahkeme Denizler’i TCK’nin ünlü 146/1 maddesinden yargılayıp idama mahkûm etti; yani anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçundan.
Denizler 6 Mayıs 1972’nin sabahında katledildiler. İdam sehpasında korkmadan haykırdıkları son sözleri anarşist, eşkıya veya terörist olup olmadıklarını kavramaya yeterlidir:
Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!” (Deniz)
Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz! Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz! Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” (Yusuf)
Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım! Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum! Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!” (Hüseyin)
Denizler nasıl bir mücadele verdiklerini, niçin asıldıklarını idam sehpasını tekmelerken bu sözlerle haykırdılar. Buna karşın devlet psikolojik harp cephesinde Denizler’i siyasal ve hukuki bağlamından kopuk şekilde anarşist ve eşkıya diye yaftaladı. O günlerde Dolmabahçe’de Amerikan filosu için namaza duranlar bugün iktidardalar ve Denizler’i terörist diye yaftalıyorlar.
Belirtmeli ki, Osmanlı’nın Bolu Beyi karşısında Köroğlu eşkıya idi!
İşgalcilerin kuklası Padişah ve İstanbul hükümeti karşısında Mustafa Kemal eşkıya idi!
Amerikan uşağı darbeciler karşısında Denizler de anarşist, eşkıya idiler; bugün de terörist!
Ezilen halkların kahramanı Che Guevara ne kadar teröristse Deniz, İbo ve Çayan da o kadar teröristtir!
***

Yazıyı noktalarken eklemeden edemiyorum. Tayyip Erdoğan parkasız Deniz Gezmiş değildir. Omuzlarının üzerinde kafa yerine top taşıyan Rıdvan Dilmen’in aklı bu konulara ermez. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, Amerikan emperyalizminin taşeronu olarak komşu Müslüman ülkelere çullanan Erdoğan’dan Deniz çıkmaz, tekeden de süt sağılmaz! Denizler’e devlet ağzıyla anarşist, terörist diyen sağcılar, dinciler, milliyetçiler de kendi kahramanlarının (Çatlılar, Muhsinler, Kırcılar, Çakıcılar filan…) hangi suçlardan hüküm giydiklerine kafa yormalıdırlar!