Başlıktaki soru itici karşılanabilir. Zaten önceki yazının başlığında da “BİDEN KAZANDI DİYE BAYRAM EDELİM Mİ?” diye sormuştum.
Bu sorular itici veya şaşırtıcı olmamalı. Zira Türkiye’de, Biden kazandı diye bayram edenler, Trump kaybetti diye ağlaşanlar var.
Önceki yazıda ABD başkanlık seçiminin Türkiye’de kutuplaşmaya yol açtığından, sanki Tayyip Erdoğan seçimi kaybetmiş gibi bir kesimin Trump için yas tuttuğundan, diğer kesimin (aynı yaygınlıkta olmasa da) sevinç duyduğundan söz etmiştim.
Kaldığımız yerden devam edelim. Kabaca tasnif etmek gerekirse, Trump’ın seçimi yitirmesi, daha doğrusu Biden’in kazanması sol liberal mahallede bayram sevinciyle karşılandı. Ulusalcı ve sosyalist mahalleler “ABD’de Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark, Coca Cola ile Pepsi Cola arasındaki fark kadardır” kayıtsızlığını kayda geçirdiler. Buna karşılık Tayyip Erdoğan yanlısı sağ liberal, milliyetçi, muhafazakâr, dindar, dinci, ırkçı mahallelerde Trump yeniden başkan seçilemedi diye hüzün ve göz yaşı var.
Öyle bir hüzün ki, Tayyip Erdoğan seçimi kaybetmişçesine Trump için ağıtlar yakıldı, kasideler ve mersiyeler yazıldı. Bu mahalle ve sokakların kanaat önderlerine göre, ABD’deki seçim mücadelesi küreselci-millici kavgasıdır; Trump, küreselci çeteye karşı milli ekonomi yandaşlarının temsilcisidir, liberal değerlere karşı milli hassasiyetlerin savunucusudur…
Erdoğan meftunu sağcı mahalle ve sokaklardaki bu değerlendirmelerde Trump’ı devrimci ilan eden bile çıktı. Buna göre, “Amerika’daki süreç, 2002’de AK Parti’nin iktidara geldiği Anadolu Devrimi ile büyük benzerlikler taşıyor. Seçimin bu kadar çekişmeli geçmesinde Amerikan halkının küreselci kartellerin tekelindeki müesses nizama duydukları öfke ile değişim talebi belirleyici oluyor. Bu yüzden ABD’de artık her seçim yarışı rutin bir sandık rekabetinden çok bir devrim mücadelesine dönüşüyor. Trump kaybetse bile şimdiden tarih yazdı. Demokratların adayı Joe Biden’ın açık ara sandıktan çıkacağı propagandası yapan küreselci çete hezimete uğradı. Trump, daha şimdiden ABD’deki derin devlete, küreselci vesayete, akademi ve medya çevrelerinin propagandasını yaptığı bürokratik oligarşiye isyanın simgesine dönüşmüş durumda.”
Bu satırların sahibi kalem profesyoneline göre, Trump ipi göğüsleyebilseydi, dört yıl önce imza attığı devrimi daha ileriye taşıma fırsatı bulacaktı. (Devrim nedir ne değildir tartışmasına girmeyelim bu aşamada.)
***
Joe Biden ile Donald Trump arasındaki yarışın Türkiye’de bu denli yankılanması, siyaset ve medya âlemindeki seçkinlerin Trumpçı – Bidenci diye saflaşmaları basit bir kamplaşma ve kutuplaşma olarak görülmemeli. ABD’deki yarışın Türkiye’de bu denli ilgiyle tartışılması en başta ABD’nin küresel hegemonyasından ileri geliyor. Trump’ın beyaz kökten dinci, ırkçı, cinsiyetçi, lümpen, saldırgan, yalancı, merhametsiz, doğa düşmanı karakteri ve davranışları da Beyaz Saray için girilen seçim yarışına ilgiyi ister istemez arttırdı.
Dünyanın geri kalan kısmı için de geçerli bu tespitlere ek olarak, ABD’nin seçimine Türkiye’deki ilgi asıl olarak, Türkiye’nin NATO’ya girdikten bu yana elini kolunu bağlamış bağımlılık ilişkisinden ileri geliyor. Bu bağımlılık ilişkisinde Türkiye’nin sağcı iktidarları ABD siyasetinin muhafazakâr, ırkçı çevrelerle içli dışlı partisi Cumhuriyetçi Parti’ye daha yakın oldular. “Küçük Amerika” hayali, Türkiye sağının kızıl elmasıdır denilebilir. Bu hayal ve kendinde menkul “stratejik ittifak” ilişkisi içinde Turgut Özal, Cumhuriyetçi Başkan George Bush ile kanka idi. Ailecek görüşüyorlar, birbirlerine Corc ve Targıt diye hitap ediyorlardı. (Kanka gibi görünmelerine karşılık Corc, 1993’te Targıt’ın cenaze törenine katılmaya tenezzül etmedi; üstelik o tarihte Kuveyt’te idi. İstese gelebilirdi, gelmedi. Corc’un yani Baba Bush’un işbirlikçisine verdiği değerin sınırı böylece anlaşılmış oldu.)
Tayyip Erdoğan da oğul George Bush ile kanka oldu. İktidarının ilk haftalarında Washington’da Bush’u ziyaret etmiş, yurda döndükten sonra, Irak’ın işgaline Türkiye’yi ortak etmek için TBMM’de olağanüstü çaba göstermişti. İşgal tezkeresi 1 Mart 2003’te İç Tüzük engeline takılınca hava sahasını işgalcilere açmakla yetinmek zorunda kalmış ve Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin sağ salim dönmeleri için dua etmişti.
Sonrasında Erdoğan kendisini Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Eşbaşkanı, Diyarbakır’ı da projenin merkezi ilan etmişti. ABD’nin önceki bütün işgalleri gibi BOP’un amacı da “demokrasi ihracı” idi. Irak’a BOP kapsamında demokrasi ihraç edilmişti!
***
Erdoğan, 2008 seçiminde oğul Bush’tan koltuğu devralan Barack Obama’nın da gözdesiydi. Öyle ki Obama, 2011’de Arap Baharı’nın başladığı günlerde, dünyada en güvendiği beş liderden birinin Erdoğan olduğunu söylüyordu. Obama’ya göre, Erdoğan “ılımlı Müslüman” kişiliğiyle “Doğu ile Batı arasındaki uçuruma köprü” olabilecek bir liderdi; Erdoğan yönetimindeki “Batı dünyasının parçası ılımlı İslam ülkesi Türkiye” İslam coğrafyasına örnek olabilirdi. Bu düşünceyle Obama, geleneksel Kanada ve İngiltere ziyaretlerinden sonra ilk olarak Türkiye’ye gelmişti. İletişim kuramcısı Marshall Mc. Luhan’ın “Araç mesajın kendisidir” özdeyişini anımsatırcasına, Obama “Ziyaret dünyaya mesaj mıdır, evet!” diye vurgulamıştı.
Erdoğan, Obama ile kanka olmadıysa da BOP Eşbaşkanı olarak desteğini esirgemedi. Obama Suriye’yi karıştırırken baş destekçisi Erdoğan’dı. Erdoğan, bir iki hafta içinde Şam’da zafer namazı rüyası görüyordu. Obama Libya’ya demokrasi(!) ihraç ederken de baş destekçileri arasında Erdoğan vardı.
***
Erdoğan Obama ile (nedense) kurmadığı yakınlığı Donald Trump ile kurmaya çalıştı. Ne de olsa Trump, Erdoğan’ın 2002’deki Anadolu devrimini(!) Amerika’ya taşıyan liderdi! Ne ki, Erdoğan ne kadar yakın olmak istediyse de Trump aynı sıcaklıkla karşılık vermedi.
Örneğin, Erdoğan, Fetullah Gülen’in iadesi için defalarca girişimde bulundu; Trump değil iade etmek, üçüncü bir ülkeye bile göndermedi.
Casuslukla suçlanan Rahip Brunson için Erdoğan “Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın!” diyerek kendisini ortaya koydu; Trump “ekonominizi mahvederim” diyerek saldırdı. Sonuçta Brunson serbest bırakıldı, ülkesine döndü.
Erdoğan Ekim 2019’da Suriye’ye harekât başlattı. Trump “Türkiye sınırı aşarsa ekonomisini tamamen yok ederim!” diye tehdit etti. Ardından Erdoğan’a mektup gönderip, YPG Komutanı Mazlum Kobani ile diyalog kurmasını tavsiye etti; “Sert adam olma, aptal olma!” diyerek hakaret etti. CHP milletvekili Mahmut Tanal, Trump hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. İstanbul Savcılığı, uluslararası hukukta yeri olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi.
Sürüncemeye bıraktırdığı Halkbank davası hariç, Rusya’dan alınan S400 füzeleri, F35 savaş uçağı projesinde dışlanmak, İslam dünyası ve İsrail ile ilişkiler sorunlarında da Trump hep Erdoğan’ın aleyhinde oldu. Esasen Trump, yakın tarihin en tehlikeli İslamofobik lideriydi; Erdoğan’ın inanç ve değerlerinin hep karşısındaydı, neredeyse tüm Müslümanları terörist olarak görüyordu. Onca İslamofobik yaklaşımına karşın Trump, Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri liderleriyle parasal çıkara dayalı ittifak kurabildi. Bu ittifak, Erdoğan’ı (dolayısıyla Türkiye’yi) İslam coğrafyasında daha da yalnızlaştırdı.
Daha ilerisi, Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti; bununla kalmadı, başka ülkeleri de buna zorladı. Oysa Erdoğan, “Kudüs demek İstanbul demektir, İslamabad, Jakarta, Medine, Kahire, Şam, Bağdat demektir. Kâbe demek, tüm Müslümanlar olarak hepimizin şerefi, namusu, onuru, haysiyeti, varlık gayesi demektir. Biz bunların hiçbirinden vazgeçemeyiz. Kudüs giderse Medine’yi koruyamayız. Medine giderse Mekke’yi koruyamayız. Mekke giderse Kabe’yi de kaybederiz” diyordu.
Erdoğan böyle diyedursun, İslam dünyasına Kudüs’ü kaybettiren, Erdoğan’ı İslam coğrafyasında yalnızlaştıran, “aptal olma” diyerek hakaret eden, “ekonomini mahvederim” diye tehditler savuran, Fetullah’ın iadesinde ayak sürüyen Trump nihayet seçim kaybetti. Erdoğan-Trump dostluğunun asgari özeti budur. Ama Erdoğanperest kanaat bezirgânları, Trump kaybetti diye ardından kaside ve mersiye yazıyorlar. Irkçı, beyaz kökten dinci, cinsiyetçi, lümpen, saldırgan, merhametsiz, doğa düşmanı bir lider dört yıl daha ABD’yi yönetemeyecek, dünyanın başına bela olamayacak diye gözyaşı döküyorlar. Anlaşıldı ki, Kudüs ve Kâbe sevdası, Erdoğan-Trump aşkının yanında hiçten ibarettir!
***
Her şey bir yana, Trump’a dizilen övgülerin, ardından yakılan ağıtların arka planında, Biden’in “Erdoğan’ı darbeyle değil seçimle devireceğiz” densizliğinin etkisi olsa gerek. Bu densizlik öylesine korku salmış ki, Biden’ın başkanlık döneminde Anayasa Mahkemesi’nin 2023 seçiminde Erdoğan’ın adaylığını veto edeceğini yazan bile çıktı… Tabii bir de, Trump’ın kaybetmesiyle birlikte sıranın dünyanın dört bir yanındaki kopyalarına geldiği varsayımına dayalı “domino efekti” kuramı… (Ağır entelektüel öyle yazdı.)
İşte Trump için yakılan ağıtların, dizilen övgülerin arka planında asıl olarak bu “domino efekti” varsayımı var. Kanaatimce boşuna üzülüyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde “Amerika halkı Trump’ı indirdi, sıra bizde” havası yok. En azından Türkiye’de böyle bir hava yok, olmaz da. Ama Erdoğan sofrasından arta kalanlarla ziftlenen vakanüvisler ve mabeyin katipleri “Biden, Halkbank dosyasını açıp Erdoğan’ı ham yapar mı?” korkusu içindeler. Dediğim gibi, boşuna korkuyorlar. Biden, Erdoğan’ı ham yapmaz. Erdoğan, Trump ile kurduğu dostluğun(!) daha ilerisini Biden ile de kurar. Kesin bilgidir! Geçmişte kendisine onca hakaret eden Devlet Bahçeli, Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş ile nasıl dost olmuşsa, Biden ile de dost olur. Siyaset ve diplomasi tarihi böyle nice dostlukların(!) tarihidir.
İkincisi, Trump kaybetti diye gerçekten boşuna üzülüyorlar. Trump 2016’da zaten kazanmamıştı ki, 2020’de kaybetmiş olsun. Türkiye’nin adaletsiz seçim sistemine bile göre Trump 2016’da başkan seçilemezdi. Trump’ın 2016’da rakibinden daha az oy almasına karşın başkan seçilmesi tamamen Amerikan seçim sistemindeki garabetin sonucuydu. Trump 2020 seçiminde de azınlıkta kaldı; bu kez başkan seçilemedi. Trump başkan seçilemedi ama onca ırkçı, beyaz kökten dinci, insan ve doğa düşmanı söylemine karşın, oylarını arttırdı; Amerikan halkının yarıya yakınından destek aldı. Covid19 salgınına karşı ciddi mücadele etseydi, Biden’a karşı kazanabilirdi. Biden’a oy verenlerin çok büyük bölümü Biden’ı beğendikleri için değil, Trump kazanmasın diye oy verdiler. Amerika ve dünyanın geri kalanı için asıl tehlike budur ki, Türkiye’deki Trump meftunları illa üzüleceklerse asıl buna üzülmeliler! Irkçılığın, yobazlığın Amerikan halkından bunca destek görmesi sonrasında Biden’ın daha yumuşak ve esnek bir Trump’a evrilmesine de şaşırılmamalı.
Sonuç olarak, ne Trump kaybetti diye karalar bağlanmalı ne de Biden kazandı diye bayram edilmeli. Biden kazandı diye Amerikan emperyalizminin rotasında esaslı bir değişiklik olmayacak. Zira ABD’de başkan emperyal katarın makinistidir, dış politikada rota önceden bellidir. Trump gibi Biden da, ABD kurulu nizamının temsilcisidir.
Her şeye karşın, Trump’ın yitirmesi, Biden’ın seçilmesi, Türkiye’deki medya ve siyaset sefaletini gözler önüne sermesi açısından hayırlı olmuştur!
Bir değeri yok ama sabık vezir damat Berat Albayrak’ın deyişiyle “At izi it izine karıştı. Allah sonumuzu hayreylesin!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder