Nazar boncuklu gazetenin yazarlarına nazar değdi galiba. Son altı ayda üç yazarını birden yitirdi. Sırasıyla Hıncal Uluç, Engin Ardıç ve Mehmet Barlas geberdiler.
Hemen belirteyim, geberdiler demek saygısızlık ya da hakaret değildir. Türk Dil Kurumu’na göre, gebermek, sevilmeyen kişiler için ölümü ifade eder.
Adları geçen mevtalara hiçbir zaman saygı sevgi duymadım. Ölüm haberlerine de ne sevindim ne de üzüldüm. Gazetedeki yozdaşları haliyle üzüldüler, her biri için methiye düzdüler.
Hıncal’ın ünlü kahkahası, hayata bağlılığı, yazılarında hep daha iyiyi ve kaliteliyi arama arzusu, polemikçiliği, spor medyasında baronluğu…
EnginAR’ın kıvrak zekâsı, malumatfuruşluğu, sivri dili, polemikleri…
M. Barlas’ın duayenliği, nüktedanlığı, tevazuu, fikir adamlığı, cüssesi boyu…
Ölmelerinin ardından yozdaşlarının böyle yazmaları elbette yadırganmaz. Ne de olsa beslendikleri sofra aynı. Hem “ölenin ardından konuşulmaz, konuşulacaksa da hayırla yad edilir, kötü söz söylenmez” değil mi? Tamam da, haklarında şöyle yazılmışsa ne demeli?
“Bütün dünya adeta üzerimize üzerimize gelirken, Sabah’ın tüm kalemşorları memleketin bekası için en ön cephede çala kılıç mücadeleye girişti. Hıncal Uluç, Engin Ardıç ve Mehmet Barlas işte bu ikinci kurtuluş savaşının şehitleridir bana göre...”
Gazetenin televizyon yazarının kaleminden çıkmış bu tümceler. Okuduğumda şaşkınlıktan bir an donakaldım. Gülmek istedim gülemedim. Bu tümcelere acı veya tatlı gülebilecek ayaklı ayaksız, kanatlı kanatsız bir canlı türü var mıdır, bilemiyorum. Gülse gülse bir tek Yaşar Güler sanırım. Kendisi şu sıra Milli Savunma Bakanı. Memleket İkinci Kurtuluş Savaşı içindeyse, herkesinkinden farklı bir görevi olduğunun bilincindedir muhakkak. Kolay gelsin paşam!
Latife bir yana, mevtayı hayırla anmanın da bir sınırı olmalı. O sınır elbette kişiden kişiye değişir ama o sınır herhalde böyle kof hamaset ve zırva yüklü bir hayırla anma değildir!
***
İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞININ ŞEHİTLERİ!
Memleket İkinci Kurtuluş Savaşı içinde ve H. Uluç, E. Ardıç, M. Barlas bu savaşın şehitleri!
Bu zırvaya maruz kalmak başlıbaşına eziyet. Yanıtlamak daha büyük eziyet. İkinci Kurtuluş Savaşı zırvası için dileyen, İKİNCİ İSTİKLAL HARBİ’NİN BAŞKOMUTANI TAYYİP ERDOĞAN! başlıklı yazıya bakabilirler.
H. Uluç’u, E. Ardıç’ı sonraki yazılara bırakıp biz “M. Barlas bu zırvanın neresinde, nasıl bir gazeteciydi, gerçekten fikir adamı mıydı?”, ona bakalım.
M. Barlas, devleti kuran CHP’nin önde gelen siyasetçilerinden, eski bakanlardan Cemil Sait Barlas’ın oğlu. Doğup büyüdüğü ev, dönemin üst düzey siyasetçilerinin bakanların buluşma noktası. Öyle ki, çocukken Mehmet’in misket oynadığı ziyaretçiler arasında Milli Şef İsmet İnönü bile varmış. Milli Şef, çocukla çocuk olmuş anlaşılan. M. Barlas, dünyaya torpilli gelmiş yani.
Dünyaya torpilli gelmenin avantajıyla M. Barlas çok genç yaşta matbuat / basın / medyanın vitrinine yerleşti, 60 yıl boyunca hep vitrinde kaldı. Yazı yaşamı boyunca (yanlış saymadıysam) 8 cumhurbaşkanı 15 başbakan gördü. Hepsiyle olamasa da çoğuyla (gazeteciliğin olmazsa olmazı) temas / mesafe kuralının ötesinde ahbap oldu. Kenan Evren dahil cumhurbaşkanları başbakanlar, Vehbi Koç’tan Sakıp Sabancı’ya patronlar evinin konukları arasındaydı. Turgut Özal’a gelene kadar devleti yönetenler M. Barlas’ın yaşça büyüğü, sonrakiler ise küçüğü... Yaşça büyük ahbapları M. Barlas’ın yanağını okşadılar, M. Barlas da yaşça küçüğü Tayyip Erdoğan’ın yanağını okşadı… (İyi gazeteci muktedirin yanağını okşamaz tokatlar diyesim geliyor ama bu topraklar için lüks.)M. Barlas, hayata hep bu ilişkiler penceresinden baktı, yani alaturka kapitalist düzenin egemenlerinin penceresinden. Ezilenlere, emekçilere, ötekilere hiçbir zaman yakınlık duymadı. M. Barlas’ın hayatı, matbuat / basın / medya mensuplarının alaturka kapitalizmin egemenleriyle kurdukları kirli ilişkinin, yaşam ortaklığının fotoğrafıdır aslında.
***
Gebermesinin ardından yozdaşlarının yazdığının aksine M. Barlas fikir adamı da değildi. Genel Yayın Yönetmeni, başyazar ya da köşe yazarı olarak kaleme aldığı yazıları dönemin iktidar sahiplerine övgüden ve muhalefete sövgüden ibaret kaldı. Hep şöyle yazılar yazdı:
“AK Parti ülke sorunlarının yükünü ustaca omuzluyor. Erdoğan sanki bu sorunları çözüme kavuşturmak için dünyaya gelmiş gibi bir görüntü veriyor.” (Sabah, 8 Ağustos 2019)
“Erdoğan’ın çalışma temposunu düşününce ister istemez çalışmayı hiç sevmeyen geçmişteki devlet yöneticilerini hatırlıyoruz. Mesela emekli bir yargıç vardı. Akşam saat 8’den sonra Çankaya’nın ışıkları kapatılır ve çalışanlara izin verilirdi. (10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i işaret ediyor. RY) Çok çalışkan devlet adamlarını da gördük. Mesela rahmetli Turgut Özal, sabaha karşı üçte beni telefonla arardı ve “Yoksa uyudun mu?” diye sorardı. Kısacası herkesin çalışkan, üretken olmasını beklemeyelim. Tayyip Erdoğan istisnai bir olay. Bu kadar çalışkanı az bulunur.” (Sabah, 10 Eylül 2021)
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamalar Siyasal Bilgiler’de ders olacak nitelikteydi. Erdoğan şu anda en deneyimli lider. Yani çok irdelersek belki İngiltere Kraliçesi onu solda bırakır ama Erdoğan’ın liderliği sırasında üstesinden geldiği krizler kraliçenin aklına bile gelmez. Erdoğan’ın hayatı heyecanlı bir kitap olabilir. Onun başarısı hepimizin başarısı demektir.” (Sabah, 27 Ekim 2021)
“Hiçbir virüs hiçbir salgın Türkiye’den daha güçlü değildir. Bu salgına iyi ki Erdoğan’ın merkezinde bulunduğu Başkanlık Sistemi içinde yakalandık...” (Sabah, 9 Nisan 2020)
“Abdullah Öcalan bile zamanın ruhunu yakalamışken siz hâlâ "Nerede o eski güzel günler" diye yakınarak rafa kaldırılmış ideolojilerin söylemleri ile bugünü yorumlamaya devam ediyorsanız, aynanın karşısından ayrılıp, pencereden dışarıya bakmanızda sayılamayacak kadar çok yarar vardır. Kaç yıldır izolasyonda yaşayan Abdullah Öcalan bile bunların farkındayken, birilerinin hâlâ hastalıklı takıntıları ile barışı engellemeye çalışmaları ve değişimi görmezden gelmeleri acıklı olmuyor mu?” (Sabah, 21 Ekim 2013)
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayı dinlerken "İyi ki varsın Erdoğan" dedim kendi kendime... İsrail’in eze eze yok etmeye çalıştığı Filistinlilerin hesabını Erdoğan olmasa kim kimden soracak ki? Mahkeme salonunda can çekişerek ölen Mursi’nin hesabını Sisi’den, İstanbul'daki konsoloslukta katledildikten sonra parçalanan Cemal Kaşıkçı’nın hesabını Suudi veliahttan Erdoğan'dan başka kim soruyor bu dünyada? Sessizlerin sesi, çaresizlerin çaresi olmak için iyi ki var Erdoğan... Bu dünyada işe yaramaz ve kokmaz bulaşmaz bu kadar çok siyasetçi varken Erdoğan gibi bir siyasetçinin de var olabilmesi siyaset mesleği açısından büyük şanstır.” (Sabah, 26 Eylül 2019)
“Kılıçdaroğlu’nu Genel Başkan yapan komplo sonunda Deniz Baykal bir beyin kanaması geçirmiş ve ölümden dönmüştür.” (Sabah, 9 Mayıs 2019)
“Kılıçdaroğlu konuşuyor FETÖ’cüler bayram ediyor. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını doğrudan ilgilendiren konularda Kılıçdaroğlu türü muhalefet, her kötülükte ellerini ovuşturarak milleti kışkırtıyor ve gerçek gündemden kaçıyor. Bereket Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli var. Türk demokrasisi ikisine de çok şey borçlu.” (Sabah, 3 Eylül 2022)
***
“M. Barlas nasıl bir gazeteci yazar idi?” sorusunun yanıtı için bu kadarı yeter. Özetle, kendisine lakap olarak yakıştırıldığı üzere, “her devrin adamı” idi. Dönemin egemen dili ne ise o dilden konuşurdu yazardı. Dünyada ve Türkiye’de rüzgârın soldan estiği yıllarda M. Barlas da sosyal demokrat çizgide yazdı. Sonra 12 Eylül 1980 faşist darbesi geldi; M. Barlas, faşist darbeyi alkışlayanların başında yer aldı. Sonra Turgut Özal’lı yıllar başladı. M. Barlas o kadar Özalcı oldu ki, darbecilerin eski siyasetçilere getirdiği yasağın kaldırılmasına Özal’la birlikte karşı çıktı. Sonra Tansu Çiller, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan. Arada, Ahmet Necdet Sezer’e bile yaranmaya çalıştı. Sezer Cumhurbaşkanı seçilirken, “Sami Selçuk’lar, Ahmet Necdet Sezer’ler.. İşte bu isimler, oturdukları koltukların üzerine çıkıp, özgür ve çağdaş aydın olmanın hakkını veren kişilerdir.” diye yazdı. (Yeni Safak, 26 Nisan 2000) Sezer’den umduğunu bulamayınca kıbleyi Recep Tayyip Erdoğan’a çevirdi. Kaniyim ki, 14 Mayıs’ta Kemal Kılıçdaroğlu kazansaydı, M. Barlas rotayı Kılıçdaroğlu’na çevirirdi; Erdoğan’ın ne otokratlığını bırakırdı ne de İslamcı faşistliğini…
***
Yazı gereğinden fazla uzadı. Sözün özü, M. Barlas öyle fikir adamı filan değildi. Ortalama bir kalem erbabıydı o kadar. Gebermesinin ardından yozdaşları “fikir adamıydı” diye yazdılarsa da benim aklıma gelen, Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’ndeki beyit oldu:
Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir.
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten!
Bugünün Türkçesiyle:
Dünyada zalimin yardımcısı alçaklardır.
Köpektir zevk alan, insafsız avcıya hizmetten.
Köpek dostlarımızdan özür dileyerek, baki selamlar!
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilAbi, bu yazıdaki en önemli hususlardan biri, sen mi uydurdun, başkası mı bilmiyorum, ama yozdaş diye bir sözcüğün dilimize kazandırılmış olması. İlk kez duyduğum bu sözcüğün bir dönemi simgelemesi açısından da büyük önemi var. Umarım kalıcı olur...
YanıtlaSilBu gibi durumları anlatmak için bizim yöreye has -belki yakın başka yörelerde de kullanılıyordur, bilmiyorum- ve babaannem olan Gülizar ebemin sık sık kullandığı sığar sözcüğü de var. Ama bu geberen şahısların durumunu tam olarak anlatmaya yetmediği için bu şarlatanlar için yozdaş sözcüğü daha uygun düşüyor.
Yazıda belirtmeyi unuttum. Yozdaş sözcüğü, Mine Kırıkkanat'a aittir. Engin ve Hıncal ile ilgili yazılarda belirtirim. Çok selam.
Sil