9 Ekim 2024 Çarşamba

İSRAİL’LE TİCARET FİLİSTİN’E İHANET!


Filistin’in Gazze şeridine egemen Hamas’ın İsrail’e yönelik AKSA TUFANI saldırısının üzerinden 1 (bir) yıl geçti. Yüzlerce sivilin de katledildiği bu saldırıyı bahane eden İsrail’in Gazze’deki soykırımında çoğunluğu kadın ve çocuk 42 bin kişi katledildi, 2 milyon kişi yerinden yurdundan oldu. HAMAS lideri İsmail Heniye de Tahran’ın göbeğinde öldürüldü.

İsrail vahşeti Gazze ile sınırlı kalmadı, Lübnan’a sıçradı. Lübnan’da iktidarı elde tutan Hizbullah’ın Lideri Nasrallah, yeraltındaki çok katlı korunağında sığınak delici bomba saldırısıyla öldürüldü. İsrail Gazze’de olduğu gibi Lübnan’da da askeri hedeflerin yanı sıra sivil yerleşim yerlerini, okulları, hastaneleri bombalamaktan geri durmuyor. Lübnan’da da 1 milyon 300 bin kişi yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı.

İsrail bir yandan da Suriye, İran ve Yemen’e saldırıyor; ABD-İngiliz emperyalizminin taşeronu olarak savaşı Ortadoğu’nun her yerine yaygınlaştırmaya çalışıyor. Bunu başarabilirse, ABD-İngiliz emperyalizmi, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında bölgeye “barış ve demokrasi” getirmek için doğrudan müdahale, yani askeri işgal fırsatı bulmuş olur ki, bu durumda sadece Ortadoğu değil tüm dünya ateşe sürüklenir... (Bu arada, başta Mehmet Altan olmak üzere “demokratik emperyalizm” teorisyenlerinin ve BOP eşbaşkanlarının Allah belalarını versin!)

***

Bu gibi durumlarda öncelik elbette silahların susturulmasına verilir. Yangına körükle gidilmez, insani ve diplomatik çabalarda yangının kontrol altına alınması, akan kanın durması amaçlanır. 

Vicdan ve ahlak bunu emretse de sermaye devletlerinin sağcı ırkçı ümmetçi liderleri, akan kanı siyasi ranta çevirmenin gayreti içindeler. Hemen her ülkede sağcı liderler, İsrail’in Filistin’e Lübnan’a ve gözüne kestirdiği bölge ülkelerine yönelik vahşetini kendi iç siyasetleri için araçsallaştırmakta birbirleriyle yarışıyorlar. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın deyişiyle, “Sahne önünde ateşkesten bahsedenler, sahne arkasında İsrail’e destek vermeye devam ediyor. Bu ABD’de böyle, Almanya’da böyle. Tüm Batı ülkelerinde aynı. Al birini vur ötekine. Hiçbirinin farkı yok.” (9 Ekim 2024, AKP Meclis Grubu toplantısında yaptığı konuşma.)

Gerçekten de al birini vur ötekine! Erdoğan böyle diyor ama kendisi de bu eleştiriden muaf değil. Hatta eleştirinin daha ağırını hak ediyor. Çünkü, Filistin’deki vahşeti iç siyaset malzemesi yapmanın en utanılası deneyimi belki de Türkiye’de yaşanıyor. Malum, 2000’li yıllara değin Türkiye, İslam ülkeleri ve Arap devletleri arasındaki anlaşmazlıklarda, Ortadoğu’da baş gösteren çatışmalarda dengeli uzlaşmacı bir dış politika izliyordu. Batı emperyalizminin yörüngesinde dolandığı için etkili olamıyordu ama hiç değilse sıcak/soğuk çatışmalarda taraf olmuyordu. Bu dış politika AKP iktidarıyla birlikte geride kaldı. AKP liderliği, İslam, Arap ve Ortadoğu coğrafyalarında çıkan anlaşmazlıklarda uzlaştırıcı olmak yerine mezhepçi tarafgir bir çizgi izliyor. Gazze’de Sünni Hamas’ı öz kardeş gibi sahipleniyor; buna karşılık Lübnan’da Şii Hizbullah’ı üvey kardeş yerine bile koymuyor; resmi açıklamalarda Şii Hizbullah’ın adını anmıyor. 

Mezhep farklılığı nedeniyle Şii Hizbullah’ı anmasa da Sünni Hamas’ı da öz kardeş gibi görmüyor aslında. Hamas’ı gerçekten öz kardeş gibi görse, Aksa Tufanı sonrasında İsrail’le ticareti sürdürmezdi. Gazze’de soykırım başladıktan sonraki 6 ayda, toplumun tüm kesimlerinin tepkisine karşın AKP iktidarı İsrail ile ticareti kesmeye yanaşmadı. Ne zaman ki, 31 Mart 2024 belediye seçimlerinde AKP ağır bir yenilgiye uğradı, nihayet 9 Nisan 2024’te İsrail ila ticaretin askıya alındığı açıklandı. Ancak bu da kâğıt üzerinde resmi açıklamadan ibaret. İsrail ile ticaret üçüncü ülkeler üzerinden ve Filistin’de kurulan şirketler aracılığıyla sürüyor. “İsrail Resmi İstatistik Kurumu verilerine göre ‘Ticaret yasağı’nın ardından çelik başta olmak üzere Filistin’e ihracat 14 kat arttı. Filistin’e en çok çelik, çimento, demir, elektrik ve elektronik, kimyevi madde, mücevher satıldı. Türkiye’nin işgal altındaki Filistin’le olan ticareti geçen yılın ilk dokuz ayında 91 milyon 276 bin dolarken bu yıl aynı sürede 571 milyon 186 bin dolara yükseldi.” (Karar, 8 Ekim 2024) 

Türkiye’nin Filistin’le ticareti İsrail gümrüğünden geçiyor ve Karar gazetesinin haberinde haklı olarak, ‘Fabrikası, sanayisi olmayan, işgal altındaki ülke bu kadar çeliği ne yapıyor?’ diye soruluyor.

Bu arada İsrail’le ticaretin el altından sürdürülmesini protesto eden topluluklar polis zoruyla dağıtılıyor, İsrail’le ticaret Filistin’e ihanet diye slogan atan protestocular gözaltına alınıyor. 

***

Dediğim gibi, Filistin’deki vahşeti iç siyaset malzemesi yapmanın en utanılası deneyimi belki de Türkiye’de yaşanıyor. AKP iktidarının genel olarak dış politika, İslam dünyası ve Filistin konularındaki ikiyüzlülüğü ciltler dolusu kitap yazılsa anlatmakla bitmez. Güncel ikiyüzlülük olarak kesildiğini iddia etse de İsrail’le ticareti “hülle” yolu ile sürdürüyor; ikiyüzlülüğün taze bir örneği olarak da şimdi İsrail’in Lübnan’dan sonra Türkiye’ye saldıracağını propaganda ediyor. AKP Genel Başkanı Erdoğan TBMM’yi açış konuşmasında dedi ki: “‘Vaat edilmiş topraklar’ hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dinî bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü̈ dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır.” (1 Ekim 2024)

Oysa aynı Erdoğan geçen yıl Nahcıvan’dan dönerken uçakta Netanyahu’nun Türkiye’ye yapacağı ziyarete değinirken, Türkiye ve İsrail olarak birçok alanda işbirliği yapıyoruz demişti. (AA, 26 Eylül 2023) 

Aynı Erdoğan çok değil birkaç ay önce, Rize’de hemşehrilerine konuşurken İsrail’e girmekten söz ediyordu: “Biz nasıl Karabağ'a girdiysek, nasıl Libya'ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız.” (AA, 28 Temmuz 2024)

Erdoğan’a yanıt İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’dan gelmişti. “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in izinden giderek İsrail’e saldırma tehdidi savuruyor. Ne olduğunu ve nasıl bittiğini hatırlamalı.” Siyonist bakan R. T. Erdoğan ve Saddam Hüseyin’in fotoğraflarını yan yana koyarak, “Senin de sonun Saddam gibi olacak” demek istemişti.

Herkes hak ettiği akıbete uğrasın ama kimsenin sonu Saddam gibi olmasın. Böyle derken dini araçsallaştırma ve dinci fanatizm yarışında İsrail yönetimi Türkiye yönetiminin eline su dökebilir mi, bilemiyorum. En basitinden İsrail yönetimi “Nas var nas! Bir Musevi olarak Nas ne gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim” diyerek mi ekonomiyi yönetiyor? 

Sorunun yanıtını bilmiyorum. Bildiğim odur ki, İsrail yönetimi ile Türkiye yönetimi arasındaki dinci fanatizm polemiği, dibi kara tencereler arası polemikten ibarettir!

***

“İsrail’in hedefi Türkiye mi?” sorusu başka bir yazıya kalmak üzere bu yazıyı daha fazla uzatmadan vurgulamak gerekirse. 

Bölgenin burjuva anlamda da olsa barışa ve demokrasiye kavuşabilmesi için İsrail’in Siyonist dinci fanatizmden, Filistin’in, Lübnan’ın, İran’ın, Türkiye’nin ve genelde İslam ülkelerinin otokrasiden monarşiden kurtulmaları, laik demokrasiye kavuşmaları şarttır. Din iman denildiğinde aklını iptal eden ahaliyle ne kadar mümkünse artık. Mümkün olsun olmasın, sonuçta her halk müstahak olduğu gibi yönetilir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder