8 Ağustos 2025 Cuma

ÜST KİMLİK / AST KİMLİK

Toplumsal bir varlık olarak insanın nasıl bir kimse olduğunu gösteren belirti, nitelik ve özelliklerin bütünü kimlik olarak adlandırılıyor. Bu belirtiler, özellikler ve nitelikler başlıca cinsiyet, sınıf, inanç, etnik, ulusal, üzerinde yaşanan toprak (ülke ya da kent), felsefi, siyasal, kültürel vs. diye sıralanıyor. Böyle geniş bir bağlamda tanımlanınca, kimlik sorunu ve kimlik mücadelesinin insanlık tarihiyle eşzamanlı olduğu söylenebilir.

Kimlik sorunu Türkiye Cumhuriyeti (TC) tarihinde (Kürt, Alevi, gayrimüslim azınlıklar vs. nedenlerle) hep gündemde oldu. 

Bu kadim sorun son zamanlarda İmralı Süreci vesilesiyle yine gündemin ilk sırasında. Bu başlık altında ya da süreçle ilgili olarak “ortak vatan”, “eşit yurttaşlık”, “anayasal vatandaşlık”, “üst kimlik”, “alt kimlik”, “İslami kimlik”, “Türkiyeli”, “demokratik ulus”, “Osmanlı millet sistemi”, “Türk Kürt Arap birlikteliği” vs. kavramlar ortaya atılıyor.

Her biri doktora tezi konusu olabilecek önemde kavramlar. Bu yazının konusu “üst kimlik”, “alt kimlik”, “eşit yurttaşlık” ve “Türkiyeli” terimleriyle sınırlı olsun. Bu arada “Türkler kendilerini ne olarak ifade ediyorlar? Kürtler kendilerini ne olarak ifade edemiyorlar?” diye soralım.

***

Sorunun yanıtına anayasadaki vatandaşlık tanımıyla başlayalım.

Türkiye Cumhuriyeti anayasasında vatandaşlık şöyle düzenlenmiş:

I. Türk vatandaşlığı

MADDE 66- Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür.

Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.

Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.

Görüldüğü üzere her şeyden önce devlet, “Türkiye Cumhuriyeti” ifadesiyle değil, “Türk devleti” ifadesiyle tanımlanmış. Sonra bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Türk kimliği, daha doğrusu Türk olmak dayatılmış; Türk babanın ve ananın çocuğu olmak koşulu eklenmiş. Zaten madde başlığı da “Türk vatandaşlığı” olarak ifade edilmiş.

(Ara not: “Kutsal Türk devleti” ifadesi anayasadan 2001 yılında çıkartıldı.)

Bu durumda Türklerin (yani Türk ana babadan doğan, ana dili Türkçe olanların) kendilerini kendileri olarak, yani Türk olarak ifade etmeleri anayasanın güvencesinde. Ekonomik sosyal siyasi kültürel hayata karışmaları da öyle.

Peki ana dili Türkçe olmayanlar? Yani Türk olmayanlar? Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesinde sadece Türkler yok; başta Kürtler olmak üzere onlarca farklı etnik aidiyete sahip milyonlarca yurttaş var. Ama onlar Türkler gibi kendilerini kendileri olarak ifade etme rahatlığına sahip değiller. Türk olmak yerine kendileri olmaya kalktıklarında nice felaketlere maruz kaldılar, kalıyorlar. Ekonomik sosyal siyasi kültürel hayata kendi asli kimlikleriyle değil, anayasa emri edinmek zorunda kaldıkları “... kökenli Türk” kimliğiyle karışabiliyorlar. Yani kamusal alanda kendi asli kimlikleriyle var olamıyorlar. 

Özcesi anayasada onların kimliklerini de güvence altına almak yerine herkese Türklük dayatılmış. TC devleti kurulduğundan bugüne kimlik sorunuyla cebelleşiyorsa, yüzbinlerce insan bu sorun nedeniyle çıkan çatışmalarda toprağa düştüyse, bu dayatmanın dürüstçe sorgulanması gerekmiyor mu?

*** 

Sorgulandığında deniliyor ki, “Anayasada  tanımlanan kimlik üst kimliktir. 10’uncu maddeye göre de ‘Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.’ Dolayısıyla vatandaşlar arasında ayrımcılık yoktur; her vatandaş devlette istediği makama gelebilmektedir.”

Peki anayasa böyle dese de gerçekte herkes ayrım gözetmeksizin eşit mi? Resmi kamusal alanda ve resmi dilde eşitliği bırakalım. Hayata hazırlanmanın en  önemli eşiği eğitimde eşitlik var mı? 

Bu sorunun yanıtı Anayasa’nın 42’nci maddesinde: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir.”

 Toplumsal sınıf eşitsizliği nedeniyle eğitimde fırsat eşitsizliğini akılda tutarak söyleyelim; Türk ana babadan doğan çocuklar kendi ana dillerinde eğitim öğretim görüyorlar. Peki ana dili Türkçe olmayanlar, örneğin Kürtler kendi ana dillerinde eğitim öğretim görebiliyorlar mı? Kürtçe eğitim öğretim yapılan okul ve üniversite var mı? Yok. 

Oysa İngilizce Fransızca Almanca vs dillerde eğitim öğretim yapılan okullar var ama Kürtçe yok. Üstelik, okullarda hiç değilse ikinci bir dil olarak Kürtçe dersi bile verilmiyor. Demek ki, eğitim ve öğretimde eşitlik yok, anayasanın 10’uncu maddesi uygulamada geçerli değil. Üstelik yakın zamana kadar Kürtçenin ana dili olarak konuşulması, düşüncelerin Kürtçe açıklanması bile yasaktı. Neyse ki buna ilişkin 2932 sayılı kanun 1991 yılında kaldırıldı. “Kanunla yasaklanmış dil” ifadesi de daha sonra anayasadan silindi. 

İnsan dünyayı hayatı en iyi kendi ana dilinde kavrar ve yaşar. Bir insana ana dilini kanunla yasaklamak nasıl bir zorbalık nasıl bir zulümdür? Dilkırım reva mıdır?

***

Anayasa ve yasalardaki ayrımcılık ve eşitsizlik, dilkırım, devletin tapusu sayılan Lozan Antlaşması’na bile aykırı. Lozan Antlaşması’nın 39’uncu maddesi, öncelikle “Türkiye’nin tüm halkı, din ayırt edilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır” diyerek, gayrimüslim yurttaşların Müslümanlarla aynı medeni ve siyasal haklardan yararlanmalarını düzenliyor. Devamında, herhangi bir Türk yurttaşının hayatın her alanında herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacağını öngörüyor.

Lozan Antlaşması’nın bu maddesinin ne denli uygulan(ma)dığı tarihte kayıtlı. Aradan asır geçmiş, değil azınlık gayrimüslim yurttaşların, herhangi bir Türk yurttaşının hayatın her alanında Türkçe dışında bir dili serbestçe kullanması bedel ödemeyi gerektiriyor. Çok yakın bir faşizm uygulaması olarak, İzmir’de Avesta Dil ve Kültür Araştırma Derneği Kürtçe eğitim verdiği gerekçesiyle valilik kararıyla kapatıldı.

***

Uzun söze gerek yok. Yasalarda ve uygulamada daha nice eşitsizlikler var. 

İtiraz ve isyan, halklarımız arasında ortak vatanda eşit yurttaşlık ilişkisi kurmak yerine, alt kimlik / üst kimlik adı altında kışladakine benzer ast/üst ilişkisi (biz sosyalistlerin ifadesiyle halklar arasında ezen/ezilen ilişkisi) kurulmasınadır. Bu ilişkiyi üst kimlik / alt kimlik gibi kavramlarla meşrulaştırmaya çalışmak, (farkında olmadan) aslında eşitsizliğin, egemenlik ilişkisinin itirafıdır?

Tek tanrı, tek din, tek devlet, tek millet, tek dil dayatması halklarımıza çok acılar çektirdi. Bir asır süren uygulama, dilkırım ve dinkırım siyasetinin başarıya ulaşamadığını gösteriyor. Asimilasyona maruz bırakılan Aleviler Kürtler, erimediler, eşit yurttaşlık talep ediyorlar. Hatta Kürtler eşit yurttaşlığın da gerisinde “Türkiyeli” olarak adlandırılmayı kabul ediyorlar. Buna karşılık, eşitliği içselleştiremeyen faşist odaklardan “Biz Türkiyeli değiliz, Türküz! Siz de Türkiyeli değil, Kürt asıllı Türksünüz!” hazımsızlığı haykırılıyor. 

Bitirirken belirtmeli ki, Kürtler kimlik olarak Türkiyeli olmayı kabul ediyorlarsa halklar arasında eşitliğe kardeşliğe barışa çok yaklaşmışız demektir. Şahsen Türkiyeli ifadesi bana çok açıklayıcı, yerli yerine oturan bir kavram gibi gelmese de, asırlık sorunu çözecek bir anahtar işlevi görecekse neden olmasın! Bu kavrama da alışırız.

Peki sınıf mücadelesi? Kimlik mücadelesi demokrasi ve devrim kavgasının alanlarından biridir ama sınıfsal eşitsizliği, sömürüyü, baskıyı ortadan kaldırmaz. Her dilden dinden (ve dahi inançsız) emekçiler sermaye diktasına karşı birlikte mücadele etmedikçe barış ve demokrasi hayalden öteye geçmez.