Üç yıldır, yeni bir kitap yazmak
yerine sürekli okuyorum. Planlı programlı bir okuma değil. Elime ne geçerse,
hangi kitap dikkatimi çekerse okuyorum. Serbest okumak ne güzelmiş meğer.
Son haftalarda okuduğum kitaplardan
biri de Satılmış Gazeteciler*. Almanca
adıyla Gekaufte Journalisten. Alman
gazeteci Udo Ulfkotte yazmış. Türkçe çevirisi geçen Nisan ayında basılmış. İmge
Kitabevi, çeviriyi, “kamuoyunu aydınlatma uğruna özgürlükleri hep tehdit
altında olan özgür gazetecilere” adamış. Satılmış Gazeteciler’i çıkar çıkmaz
okudum. Medya konusunda iki kitap yazmış biri olarak bana hiç yabancı gelmedi. Anlatılanlar
öylesine tanıdık.
Kitap her ne kadar Alman
medyasındaki kaymak tabakanın yani medya seçkinlerinin şirketler, gizli
servisler, siyasetçiler, üçüncü dünya diktatörleri, kısacası kapitalizmin
iktidar aktörleri ve kurumlarıyla ilişkilerini anlatıyorsa da genelde bütün
ülkelerde ve Türkiye’de siyaset/sermaye/medya ilişkilerini anlamada kılavuz
niteliğinde.
Kitabın yazarı Udo Ulfkotte Almanya’nın
en etkili gazetelerinden Frankfurter Allgemenie Zeitung’ta 17 yıl süreyle savaş
muhabirliği ve dış politika editörlüğü yapmış. Alman ve Amerikan gizli
servislerini yakından tanımış. Luneburg Üniversitesi’nde güvenlik yönetimi üzerine
ders vermiş.
Yazar, Önsöz’de kitabın ana
fikrini şöyle ifade ediyor: “Yabancıların ‘transatlantik dostluk
kuruluşları’nda verdikleri görevi güya kamu yararına etkilemek için ciddiye
alınması gereken bir ajanlar ordusu Alman medyasında para kazanmaktadır.
Onların bir görevi de siyasetteki ve medyadaki elitlerin Rusya ile düşünsel
blok oluşturmalarına engel olmak ve Amerikan yanlısı rotayı muhafaza etmektir.
Sonuçta Washington Avrupa’da net amaçlar güdüyor; bunların içinde yeni bir soğuk
savaş da var. Bunun için işbirlikçi olarak bizim saygın medyamıza ihtiyaç
duyulmaktadır. Sadece Amerikan Savunma Bakanlığı uzun yıllardan beri medya
haberciliğini propaganda yoluyla ve dünya çapında etkilemek için milyarlar
harcamaktadır.”
***
Satılmış Gazeteciler kitabının
yazarı Ulfkotte, kapaktaki alt başlıkta “Politikacılar,
Gizli Servisler, Büyük Sermaye, Kitle İletişim Araçlarını Nasıl Kullanıyor?”
diye soruyor; soruyu kişisel mesleki deneyimlerini anlatarak yanıtlıyor.
Kitabın her bir bölüm başlığı
okumayı tahrik eden çarpıcılıkta:
Bir Petrol Holdingi Beni Nasıl Yağladı?
Gazeteciler Toskana’daki Villalarını Nasıl Ödüyorlar?
Hatır Söyleşileri, PR Seyahatleri, Vergi Aldatmacası.
Bizim Medya: Uyum İçinde, Hükümete Bağımlı, Araştırmaya İsteksiz.
Gizli Servislerin Kıskacında İsimler, Tartışmalı İlişkiler, Nahoş
Şakşakçılıklar.
Obama’nın Trolleri, ABD’nin Beşinci Kolu.
Gazetecilerin Üçte İkisi Rüşvetçidir.
Hatırşinaslıklardan Hoşlanmak: Medya Böyle İtaatkâr Hale Getiriliyor?
***
SATILMIŞ GAZETECİLER NE YAPARLAR?
Yazar bu ve benzeri soruların
yanıtı olarak onlarca olay anlatıyor, yüzlerce isim sıralıyor. Gazeteci,
politikacı, sermaye şirketleri, gizli servisler, think thank kuruluşları ve
vakıflar arasındaki ortakyaşarlık ilişkisini tablolar halinde gözler önüne
seriyor.
Ulfkotte’nin de anlattığı, daha
doğrusu itiraf ettiği üzere satılmış gazeteciler leyleği havada görmüşlerdir,
sürekli seyahat ederler. Piyasa tanrısının emrindeki think thank kuruluşlarının
ve vakıfların –ki gizli servislerin uzantılarıdırlar– düzenlediği konferansların
açıkoturumların, televizyonlardaki tartışma programlarının gedikli
konuklarıdırlar. Lüks otellerde ağırlanırlar, hediyelere ödüllere boğulurlar. İstihdam
edildikleri medya organlarında astronomik ücretle çalışırlar, düşük bedelle
villa sahibi olurlar. İlişkili oldukları şirketlerin, think thank
kuruluşlarının ve vakıfların dergilerinde yazarak ekstra ücret alırlar…
Bu tatlı hayat karşılığında kendilerinden
beklenen, yaşadıklarını, tanık olduklarını ters yüz etmek, haber ve yorumunda
kendisini besleyen kişi ve kuruluşu güzellemektir.
Mesela, Körfez İşbirliği
Konseyi’nin yıllık olağan toplantısını izlemek üzere Umman Sultanı Kâbus’un
konuğudur. Havaalanında emre amade mihmandar tarafından karşılanır, klimalı bir
limuzinle alınır; Umman’ın beş yıldızlı lüks oteli El Bustan Palace’a
yerleştirilir. Sultan’ın misafiri olarak, otelde her türlü konfor ve hizmetten
yararlanır. Toplantı dışındaki serbest saatlerde de tercüman ve emre amade mihmandar
canlı cüzdan gibidir; konuğun her arzusunu gözlerinden okur, hiçbir ödeme
yaptırmaz. Aslında sıkıcı bir toplantıdır, haber değeri yoktur. Toplantının
sıkıcılığı altın Rolex, altın dolmakalem, değerli sikkelerden hediye paketi odaya
bırakılarak telafi edilir. İkram ve ağırlama faslında gazetecinin cinsel istekleri
de karşılanır. Toplantının haber ve yorumunda ise, Umman’daki diktatörlük
rejimi, insan hakları ihlalleri görmezlikten gelinir. Ülkesindeki herkesin
sevgilisi Umman Sultanı güleryüzlü hayırsever biridir…
Mesela 2008 yılında kapitalizmin
küresel krizi Alman ekonomisini de sarsar. Şansölye Merkel belli başlı medya
temsilcilerini ve yayın müdürlerini 8 Ekim’de akşam yemeğine çağırır.
Gazetecilerle sanki Şansölyeliğin bir dairesinin çalışanlarıymış gibi konuşur;
ekonomi ve finans krizinde sorumlu davranmalarını ister. Aksi halde ülke
ekonomisi kontrolden çıkabilir. Gazeteciler sorumlu davranırlar, ekranlarında
ve sayfalarında tasarrufçulara yatırımlarının güvende olduğunu telkin ederler…
Mesela 1980’li yıllarda İran-Irak
savaşını izler, Halepçe’de Kürtlerin cephede İran askerlerinin zehirli gazla
katledilmelerini haberleştirir; ancak zehirli gazın Alman şirketlerince
üretildiğini yazmaz.
Udo Ulfkotte, kitapta buna benzer
nice “satın alınmış gazetecilik” deneyimini anlatıyor, yoksul veya orta halli
ailelerden gelen gazetecilerin siyaset/sermaye dünyasınca nasıl devşirildiğini,
yeterli kıdeme eriştikten sonra nasıl yönetici yapıldıklarını betimliyor. Savaş
ve diplomasi alanında “alfa
gazetecilerin NATO basın bürosunun uzatılmış kollarından başka bir şey olmadıklarını”
vurguluyor. Satın alınmış gazetecilik pratiğinin sayfalara ve ekranlara nasıl
yansıdığını da ünlü iletişim kuramcısı Elisabeth Noelle-Neumann’ı tanık
göstererek ifade ediyor: “Bugün
insanların kafasında bulduğunuz şey, gerçek değildir. Tersine, medyanın
uydurduğu, ürettiği gerçektir.”
Kitap Almanya’da geçen yıl yayımlanmış. Türkçe
çevirisi ise geçen Nisan ayında çıkmış. Udo Ulfkotte’nin Alman medyası için
anlattıkları, Türkiye için bire bir denecek ölçüde hakikat. Türk medyasını
anlatıyormuşçasına hakikat olmasına karşın Türkiye’de sessizlikle karşılanması
son derece anlamlı. Sahi, Türk medyasında satılmış gazeteciler yok mudur?
*Satılmış Gazeteciler, Udo Ulfkotte, Çev. Hüseyin Salihoğlu, İmge
Kitapevi, Nisan 2015 Ankara.
BU KONU ULKEMİZDE HELE DE YANDAS MEDYADA O KADAR ACİK SECİK ORTADA Kİ BU KİTABİN ULKEMİZDE İLGİ GORMESİ YADIRGANMAMALIDIR...
YanıtlaSil