ANKARA’DA HAKİMLER YOKMUŞ!
12 Eylül 1980 tarihli faşist
darbe için açılan dava, mahkeme tarafından kapatıldı. Türkiye, darbecilerinden
hesap soramayan ülke olarak tarihe geçti.
Türkiye’nin darbeler tarihinde 12
Eylül darbesi, emperyalizmin başkentinde “Bizim
çocuklar başardı” diye sevinçle karşılanan, işbirlikçi yerli sermaye
örgütünce de “Artık gülme sırası bizde”
diye alkışlanan bir darbeydi.
Ankara 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi,
darbeci cuntanın şefleri Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya hakkında
açılmış davayı, beş yıl süründürdükten sonra, sanıkların ölmüş olmaları ve
zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verdi.
Son duruşmada bir avuç sosyalist komünist ve devrimci ile onların avukatları vardı. Müdahil avukatları,
darbenin insanlık suçu olduğunu, insanlık suçlarında zamanaşımı olmadığını,
sanıkların ölmesinin sadece cezanın infazını olanaksızlaştırdığını, mahkemenin
demokrasi tarihine geçecek bir karar vermesi gerektiğini anlattılar.
Avukat Arif Ali Cangı, yargıya
güvenin kalmadığını, mahkemenin bu davada vereceği kararla yargıya güveni
yeniden tesis edebileceğini, sanıklar ölmüş olsalar bile rütbe ve unvanlarının
geri alınabileceğini, böylece sembolik de olsa darbenin cezalandırılmış
olacağını söyledi.
Avukat Ömer Kavili, darbe öncesindeki
katliamlara değindi, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamını ayrıntılarıyla anımsattı.
Ömer Kavili, bu davada sanıkların cezalandırılmasının değil, berat etmelerinin
amaçlandığını, bunun için Bizans’ın labirentleri kadar açık kapı bırakıldığını,
oysa Yunanistan’da darbecileri ömürlerini cezaevlerinde bitirdiklerini
vurguladı. Kavili davaya müdahil olarak katılan Başbakanlık ve TBMM
Başkanlığı’nın yargılamaya katkıda bulunmadıklarını anlattı.
Avukat Aydın Erdoğan, Almanların
“Berlin’de yargıçlar var” özdeyişini
anımsattı, “Ankara’da yargıçlar var
sözünü söylemeye ihtiyacımız var, bu dava tam da bu sözün söylenebileceği bir
davadır” dedi. 15 Temmuz darbe girişiminin “Allah’ın lütfu” sayıldığına da değindi Aydın Erdoğan, mahkeme
heyetine “Yargıtay’ın bozma kararına
direnirseniz Yüksek Seçim Kurulu’ndan daha kanunsuz bir karar vermiş
olmazsınız. Adaletin bu topraklar üzerinde yerleşmesine katkıda bulunursunuz.
Öyle olmazsa biz Pir Sultan gibi ‘kalsın benim davam divana kalsın’
demeyeceğiz, hakikati ve adaleti aramaya devam edeceğiz” diye seslendi.
Avukat Mehmet Horuş da 12 Eylül
rejiminin sürdüğünü, bu davada verilecek karar ne olursa olsun yargılamanın
bitmeyeceğini, bugün verilecek kararın sadece toplum vicdanında sürecek
yargılama için “bekletici mesele kararı
olacağını” vurguladı.
Yargıtay’ın bozma kararı
sonrasında yapılan duruşmalarda anlaşıldı ki, darbeci sanıkları mahkeme salonuna
getirtemeyen mahkeme, idam edilen devrimcilerin yakını müdahiller için zorla
getirme kararları vermiş. Son duruşmada bile kararlar dosyada duruyor. Örneğin,
Erdal Eren’in kardeşi, yurt dışından ülkeye döndüğünde havaalanında gözaltına
alınacak. Avukatlar bu zulme dikkat çekerek, zorla getirme kararlarının
kaldırılmasını istediler. Mahkeme heyeti pek de bu zulmün ayırdında değildi.
Sonuçta mahkeme, ölmüş olmaları
nedeniyle davanın kapatılmasını kararlaştırdı, rütbe ve unvanlarının geri
alınması talebini de reddetti.
***
12 Eylül darbe davasının bu
şekilde sonuçlanması sürpriz olmadı. Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri
Derneği ADAM-DER olarak yargılamaya
katılmak için başvuruda bulunmuştuk. Ancak, müdahil olarak kabul edilmedik. ADAM-DER
kurucu başkanı da toplam 450 sayfalık bir dilekçeyle başvuruda bulunmuştu,
ancak bu başvuru da kabul edilmemişti. Asker kökenli bir derneğin ve kişinin
müdahil olarak katılması uygun bulunmamıştı herhalde. Buna karşın, yargılamayı
aktif olarak izledik. Tiyatro olarak kurgulandığını bilerek izledik. Kurucu
başkan bir duruşmada söz alarak açıklamalarda bulundu, hazırladığı 13 sorunun
müdahil avukatlar aracılığıyla sanıklara sorulmasını sağladı.
Yargılamanın tiyatro olarak
kurgulandığının bilincindeydik. Nitekim, duruşmalar başladığında ADAM-DER
olarak yayımladığımız “DARBENİN
MİRASÇILARI DARBECİLERİ YARGILAYAMAZ! DARBEYLE HESAPLAŞMAYI EMEKÇİ
SINIFLAR YAPACAKTIR!” başlıklı 4 Nisan 2012 tarihli bildiride, darbenin
ekonomi politiğini kısaca vurguladıktan sonra şu görüşleri kaydetmiştik:
“Bugün, darbeci cuntanın hayatta kalan iki generaline, göstermelik bir
iddianameyle sanık rolü verilmiştir. Darbenin failleri olarak sadece iki
generale sanık rolü verilmesi, üstelik sadece darbeye teşebbüs ile
suçlanmaları, iddianamenin darbecilerin söylemiyle kaba bir antikomünist
propaganda metni olarak kaleme alınması, davanın tiyatro olarak kurgulandığı ve
sembolik olacağı eleştirilerini doğrulamaktadır. Oysa işlenen suçlar sembolik
değildir.
Soruşturmanın geldiği aşamada, Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimindeki
hükümet ve TBMM Başkanlığı’nın da davaya müdahil olmak için başvuruda
bulunmaları içtenlikten yoksundur. İktidar partisinin amacı, soruşturmanın
gerçek bir hesaplaşmaya dönüşmesini önlemek, göstermelik bir yargılama ile
kendi hegemonyasını güçlendirmektir. Esasen, darbenin bütün kurumlarını ve
yasalarını kendi tereke defterine kaydeden partinin ve hükümetin darbeyle
hesaplaşması beklenemez. Nitekim, darbenin ruh ikizi ve mirasçısı parti, devlet
eliyle zorunlu din dersini yaygınlaştırarak, darbecilerin dayattığı İslam-Türk
sentezini daha da tahkim etmektedir. Sendikaları ve meslek odalarını kapatan,
her gün yaptığı operasyonlarla tıpkı 12 Eylül dönemindeki gibi Türkiye’yi açık
hava hapishanesine dönüştüren, kitapları yakan 12 Eylül darbecileri gibi
basılmamış kitapları bile suç sayan iktidar partisinin darbelerle
hesaplaşmaktan söz etmesi büyük bir kandırmacadır.”
***
Yargılamanın seyri ADAM-DER’in
öngörüsünü doğruladı. Duruşmaların başlamasının üzerinden sadece 1(bir) ay
geçtikten sonra ADAM-DER “12 EYLÜL DARBE DAVASI SEMBOLİKTİR!” başlıklı
11 Mayıs 2012 tarihli bir bildiri yayımladı; yargılamanın sanıkların ölmesi
üzerine kurgulandığını vurguladı:
“Müdahale taleplerinin
sınırlı tutulması ve ret kararları, yargılamanın sembolik düzeyde tutulacağı ve
sanıkların vefatı beklenmek üzere usul hukukunun labirentlerinde
dolaştırılacağı öngörülerini doğrulamaktadır. ADAM-DER, sembolik
yargılamayı teşhir edecek ve gerçek bir hesaplaşma için çaba gösterecektir.”
Bildiride darbelerle
hesaplaşmanın emperyalizmle, kapitalizmle, faşizmle, halklarımızın kültür ve
kimliklerini yok sayan ırkçılıkla, militarizmle, şovenizmle ve ümmetçilikle hesaplaşmak
olduğu, bu hesaplaşmayı darbenin
mirasçıları ve küresel sermayenin taşeronlarının değil, Türkiye’nin her dil ve
inançtan emekçilerinin yapacağı vurgulanmıştı. Bildiride, bu hesaplaşmada
ADAM-DER’in emekçi sınıfların yanında olacağı belirtilmişti.
ADAM-DER, yargılamanın tiyatro niteliğini gücü
ölçüsünde teşhir etmeye çalıştı; müdahil yakınlarıyla ve avukatlarla dayanışma
içinde oldu.
Sonuçta, ADAM-DER’in öngördüğü üzere, darbe
yargılaması usul hukukunun labirentlerinde kapatıldı, Ankara’da hakimlerin
olmadığı bir kere daha tescillendi.
Vurguncu sermaye devletinin yargısı “tiyatro
bitti” dese de, bu yargılama ve hesaplaşma sürecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder