17 Eylül 2017 Pazar

TAYYİP ERDOĞAN İÇİN ENDİŞELİYİM: KEŞKE AMERİKA’YA GİTMESE!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Amerika yolcusu. Gündemi hayli yoğun. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılacak, ardından ABD Başkanı Donald Trump’ın da aralarında olduğu devlet başkanlarını kabul edecek, dünya meselelerine hal çaresi arayacak.
Yolu açık olmasına olsun Allah yar ve yardımcısı olsun da fena halde endişeliyim; bilhassa o domuz suratlı Amerikan Başkanı Trump’ın sevgili Cumhurbaşkanımıza bir oyun etmesinden, bir tuzak kurmuş olması ihtimalinden korkuyorum.
Gerçi Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça buyrulduğu üzere “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır” (Âl-i İmrân 54, Ganimet 30), “Allah daha çabuk tuzak kurar” (Yûnus 21) da, yüreğim rahat değil; Reis’in başına bir hal gelecek diye korkuyorum. O yüzden, gerçi beni dinlemez ama keşke Amerika’ya gitmese diyorum kendi kendime.
***

Bu da nerden çıktı, bu endişe niye diye sormayın. Yoktu aslında böyle bir endişem, aklıma bile gelmiyordu da; şu Zarrab davasında saatçi Zafer ve kutucu Süleyman hakkında verilen tutuklama kararları aklımı fena halde karıştırdı.
Zarrab davasıyla, saatçi Zafer ve kutucu Süleyman’la Reis’in ne ilgisi var mı dediniz. Kusura bakmayın ama çok saf ve cahilsiniz, dünyadan haberiniz yok. Uzun hikâye de ezcümle hatırlatayım.
Hani İran’ın nükleer faaliyet programı üzerine Birleşmiş Milletler on yıl önce ambargo kararı almıştı, ABD de ayriyeten yaptırım uygulamaya başlamıştı. Acil ilaç ve gıda maddeleri dışında İran ile ticaret yapılmayacak, ekonomik ilişki kurulmayacaktı. İşte o anda Recep Tayyip Erdoğan kerem eyledi, Müslüman komşu İran’ı kefereye ezdirmedi; BM ambargosuna uyar gibi yaptı, Amerikan ambargosuna ise uymadı. Geçenlerde de ifade ettiği üzere Amerikan yaptırımlarına uymayacağını devrin ABD Başkanı Obama’ya açıkça söyledi. İran ile petrol ve doğalgaz alışverişimiz devam etti, üzeri altın ithalat ve ihracatı ile örtüldü.
Diyeceksiniz ki, madem Amerikan yaptırımlarına uyulmayacağını Obama’ya açık açık söyledi, o halde niye İran’la ticaretin üstü örtüldü? Siz de ne çok soruyorsunuz canım. Nerden bileyim neden üstünün altın ticaretiyle örtüldüğünü. O ki, Düzce Milletvekili Fevai Bey’in ifadesiyle, “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde taşıyan dünya lideri.” Açık açık ticaret yapmak yerine üzerini örttüyse vardır bir bildiği. Zaten devrin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da 23 Aralık 2012 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda İran'la ticaretin üzerinin altın ticaretiyle örtüldüğünü açık açık anlatmıştı.

İşte Sarraf Rıza, yani Reza Zarrab bu örtük ticareti organize ederek çok hayırlı işler yaptı. Nitekim Reis, yani Recep Tayyip Erdoğan “hayırsever işadamı” diyerek kendisini taltif etti, protokolde yer verip onurlandırdı. Saatçi Zafer ekonomi bakanı olarak, kutucu Süleyman da banka müdürü olarak örtük ticarette kendilerine düşen vazifeleri yaptılar. Eee bunca netameli riskli işin getirisi de olur değil mi? Olmuş tabii ki, Zafer’in payına münasip miktarda bahşiş ile 400 bin liralık hediye saat, kutucu Süleyman’ın payına ayakkabı kutularında münasip miktar bahşiş düşmüş. Sarraf Rıza’nın vatandaşlık işlerini Dahiliye Vekili Muammer halletmiş, bu hayırlı iş karşılığında onun payına da münasip miktar bahşiş düşmüş. Galiba devrin AB Bakanı ve Bakaracı Makaracı, pardon Başmüzakereci Egemen de bi takım hayırlı şeyler yapmış ki, Sarraf Rıza ona da elbise torbası ve çikolata kutusu içinde bahşişler göndermiş. Bu arada Sarraf Rıza orospu ile memurun bahşişlerini de peşin vermiş ki, orospu ile memurun bu örtük ticarette ne işleri var, ben de bilmiyorum doğrusu.
Müslüman komşu İran kefereye ezdirilmedi, Türkiye olarak biz de petrolsüz ve doğalgazsız kalmadık ama İran ABD ile anlaşmasın mı! Kolla gözet yetimi hesabı satışa geldik alenen. O sümüklü Pensilvanyalı’nın komplosuyla ortalık karıştı. Adamlar yani Zafer, Muammer, Egemen, Süleyman milli bir vazife yapmışlar, onca riskin karşılığını da alacaklar tabii. Hadise bundan ibaret, hukuk dışı bi şey yok yani. Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın birkaç gün önce söylediği üzere “Zafer Çağlayan Türkiye Cumhuriyeti'nin Ekonomi Bakanı olarak görev yaptığı sürece Türkiye'nin çıkarlarını korudu. Yaptığı hiçbir işlemde hukuka aykırılık yok. Ortada delil yok, uydurma şeyler var.
Ortada delil yok, iftira var ama dinleyen kim? Bu vatanseverler bir anda rüşvetçi hırsız diye damgalanmasın mı? Hatta ve hatta rüşvet çarkının Reis’e kadar uzandığı, evinde dolar biriktirdiği, birikmiş doların komploya karşı tedbiren boşaltılması için araba tutulduğu ama sıfırlanamadığı iftirasını bile attılar. Devrin şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar bile ilk anda “Ne yaptıysam Reis’in talimatıyla yaptım, Reis istifa etsin” gibisinden gaflete düştü. Neyse ki komplo Recep Tayyip Erdoğan’ın dirayetli liderliğiyle savuşturuldu, sümüklü Pensilvanyalı’nın hevesi kursağında bırakıldı. “Milli iradenin tecelligâhı” TBMM ve adliye, bahsi geçenlerin hırsız ve rüşvetçi olmadıklarına hükmettiler. Allah onlardan razı olsun!
***

Recep Tayyip Erdoğan, TBMM ve adliye üzerlerine düşeni yaptılar ama komplo orada durmadı. İran kendi ayağına kurşun sıkarcasına, örtük ticarete aracılık eden kendi hayırsever işadamı Babek Zencani’yi 5 Mart 2016’da idama mahkum etti. O da ne, Recep Tayyip Bey’in onca koruyup kolladığı Sarraf Rıza iki hafta sonra Türkiye’den firar etmesin mi? Rıza 22 Mart 2016’da Miami’de tutuklandı. Tutuklanacağını bile bile neden ABD’ye gitti, hâlâ bir anlam verebilmiş değilim. Fitne ehlinin iddialarına göre kendisini Türkiye’de tehlikede hissetti, can güvenliği endişesiyle ABD’ye kapağı attı! Aynı şekilde Halkbank’ın genel müdür yardımcılarından Hakan Atilla da 28 Mart 2017 tarihinde ABD’de tutuklandı. Fitne ehlinin ağzı torba değil ki büzesin. Kendilerini Türkiye’de tehlikede hissedecek ne vardı ki, firar ettiler? Artlarında yanlarında koskoca Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve dava arkadaşları vardı oysa. Yazık ettiler kendilerine!
***

Dedim ya, dünya meselelerini çözmek üzere ABD’ye giden Recep Tayyip Erdoğan’ın başına bir hal gelecek diye işkilliyim; bilhassa o sinsi bakışlı Trump’ın sevgili Cumhurbaşkanımıza bir oyun etmesinden, bir tuzak kurmuş olması ihtimalinden korkuyorum.
İşkillenen, korkan sadece ben değilim Allah’tan. Uzaktan dostum Abdülkadir Selvi de “Eski Bakan Zafer Çağlayan’la ilgili tutuklama kararı Ankara’da moralleri bozdu” diye yazmış (Hürriyet, 13 Eylül 2017).
Cesaret gibi korku ve moral bozukluğu da bulaşıcı bi şey galiba. Ben o kanaatte değilim ama Sarraf Rıza davasının Erdoğan’a uzayacağından endişe edenler bile var. Nitekim meslektaşım Ardan Zentürk açık açık “Rıza Sarraf olayı, giderek yükselecek ‘şantaj politikasının’ önemli unsurlarından biri olarak karşımızda duruyor, bugün Zafer Çağlayan, yarın belki de doğrudan Recep Tayyip Erdoğan...” diye yazmaktan kendini alamamış (Star, 11 Eylül 2017).
Başka bir meslektaşım da aynı endişeleri paylaştığı yazısının başlığında alenen “Pis kokular geliyorsa Cumhurbaşkanımız Amerika’ya gitmemeyi düşünmeli” diye akıl vermiş (Selahattin Çakırgil, Star, 10 Eylül 2017).
Dediğim gibi, beni zaten dinlemezdi ama keşke Selahattin’in çağrısına kulak verip Amerika’ya gitmeseydi Reis. Ne olur ne olmaz. Burası Türkiye, orası Amerika!
Gerçi, “Ey Amerika, ey Obama, ey Almanya” diye kükrediğine çokça şahit olduğum Reis saatçi Zafer’le ilgili soru üzerine kükrememiş, alttan almış. Kazakistan’dayken ABD Başkanı Trump, bizim Reis’i aramış; Zarrab davasından duyduğu üzüntüyü iletmiş. Trump konuyu incelediğini söylemiş, “Federal devletin değil, eyalet devletinin güvenlikçilerinin yaptığı bir yanlış. Doğrudan bana bağlı değil ama bu işi yakın takibe alarak araştıracağım” diye söz vermiş.
Bizim Reis de Çağlayan hakkındaki tutuklama kararını “Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik bir adım” olarak nitelendirmiş; Çağlayan’ın İran’a yönelik yaptırımları delmekle suçlandığını belirtmiş, “Biz Türkiye olarak İran’a bir yaptırım uygulama kararı almadık ki. ABD'nin bunu gözden geçirmesi gerekir. Bu işlerin arkasından çok pis kokular geliyor” demiş.
Trump söz vermiş olsa da içim rahat değil, meslektaşım Selahattin’in çağrısını tekrarlamaktan kendimi alamıyorum. Keşke Erdoğan Amerika’ya gitmese, yola çıktıysa bile yarı yoldan dönse.
Reis Amerika yolundan dönmeyecekse, Allah’a güvenmekten başka çare yok. Gerçi Wikileaks adıyla ortaya saçılan belgelerde “Tayyip Bey Allah’a inanır ama güvenmez” diye bir kaydın olduğu söyleniyor. Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun birlikte yazdıkları “Sızıntı/Wikileaks’te Ünlü Türkler” adlı kitapta da geçiyormuş bu ifade ama ben inanmıyorum böyle bir şeye. Tayyip Bey imanlı adamdır, alnı secdelidir, Allah’a inanıp güvenmezlik etmez; mutlaka güveniyordur. Zaten yeri geldikçe kendisi de hatırlatıyor Allah’ın kelâmını: “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır” (Âl-i İmrân 54, Ganimet 30), “Allah daha çabuk tuzak kurar” (Yûnus 21).

Netice-i kelam, Trump ve Amerikan derin devleti, Reis’i Zarrab davasına dahil etmek üzere bir tuzak kurduysa, Allah’ın da bir tuzağı vardır mutlaka! Tayyip Bey de Allah’ın tuzağına güveniyordur zahir! O halde haydi hayırlı yolculuklar!

2 yorum:

  1. Harika...Menderes'in son iki yılına benzer bir süreç yaşıyoruz ve sonuç da belli. Ama "buradan halk için bir şey çıkar mı", o belirsiz...
    Eline sağlık, izninle paylaşıyorum.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim Bülent. Çok selam.

    YanıtlaSil