Oksimoron sözcüğü günlük dilde
sıkça kullanılıyor ama henüz Türkçe karşılığı yok. Birbiriyle çelişen veya
tamamen karşıt iki kavram veya olgunun birlikte anılmasına oksimoron deniyor.
Örneğin, yoksul milyarder, demokrat faşist, özgürlükçü diktatör, ateist imam, dindar
Marks, materyalist Hegel, hümanist Hitler, beyefendi Fatih Terim gibi...
“Bilgisayar dâhisi Rahmi Yıldırım”
ifadesi de oksimorondur. Harbiye’deki bilgisayar dersinin vize sınavında Rahmi 100
üzerinden sadece dört almıştı. Final nasıldı, hiç anımsamıyor. Bugün bile
bilgisayarı daha çok daktilo niyetine kullanabiliyor...
***
Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi
kariyeri de aslında çok bereketli bir oksimoron pratiğidir. Özellikle iktidarının
ilk yıllarında, memleketin çakma liberalleri (Ertuğrul Özkökgiller yani)
Erdoğan’a yakıştırmadık nitelik bırakmadılar. Müslüman demokrat, özgürlükçü, laik,
barışçı, sakin lider sıfatları, yakıştırdıkları sıfatların başında geliyordu.
Ömründe demokrasi görmemiş
yurttaş olarak ben de inanmak istedim Erdoğan’ın demokrat, özgürlükçü, barışçı,
laik bir lider olduğuna ama bir türlü ikna edemedim kendimi. Ne zaman ikna
edecek olsam kendimi, karşıma Erdoğan çıktı.
Demokrat ve laik olmadığını,
demokrasiyi amaçlamadığını bizzat söylemişti Erdoğan. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken aynen “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere
kadar gider, orada ineriz. Demokrasi amaç değil araçtır!” demişti (Milliyet, 14 Temmuz 1996).
Yine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken
1995 yılında partisinin Ümraniye teşkilat binasının açılışında “Ben Müslümanım diyenin aynı zamanda laikim
demesi mümkün değil. Niye? Çünkü, Müslümanlığın yaratıcısı Allah kesin
hakimiyetin sahibidir. Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye. Bu millet
istedikten sonra tabii elden gidecek” diyordu.
Erdoğan demokrat ve laik değildi de neydi? Yanıt yine kendisinden: “Elhamdülillah şeriatçıyız” (Milliyet, 21 Kasım 1994).
Demokrat ve laik olmadığını, şeriatçı
olduğunu bizzat söylemişti; iktidarının ilk yıllarında bile öyle aman aman
demokrat ve laik olmamıştı. Yine de “Taç
giyen baş akıllanır, Erdoğan da değişir demokrat olur” diye ummak inanmak
istedim. En yakın arkadaşı Mehmet Metiner “İnanma!”
dedi. Niye inanmayacakmışım Mehmet diye sordum. “Erdoğan’la demokratik bir Türkiye inşa edileceği kanaatinde değilim.
Çünkü icazet aldığı içerideki çevreler statükonun sahici sahipleri” diye
yanıt verdi Mehmet. Gerçi sonradan bu ifşaatından dolayı Mehmet özür diledi,
Emine Hanım’ın önünde yerlere kadar eğildi, “cahillik ettim” dedi ama olan bana oldu. Birbirlerini en iyi
kendileri bilir dedim, Erdoğan’dan demokrat siyasetçi çıkmayacağına kanaat
getirdim. Çakma liberaller ise “demokrat
ve laik Erdoğan” masalı anlatmaya devam ettiler. Su katılmamış bir
oksimorondu Erdoğan’ın demokratlığı ve laikliği. Lakin çakma liberaller,
oksimoron olsun diye anlatmamışlardı bu masalı.
***
Erdoğan demokrat ve laik olmadığı
gibi barışçı ve sakin bir siyasetçi de değil. İktidarının ilk yıllarında da
barışçı ve sakin değildi. On beş yıllık iktidarına tanık olup Erdoğan’ın
barışçı ve sakin bir siyasetçi olduğunu savunacak kaç kanaat bezirgânı çıkar
acaba!
Siyasi kariyerinin her anında,
özellikle iç siyasette Erdoğan ne yapıyor ediyor, bir gerginlik konusu buluyor,
öfkeden gözleri fırlayacak, boyun damarları çatlayacakmışçasına bağırdıkça
bağırıyor. Gerilim, Erdoğan’ın bilinçli tercihi. Bu sayede yandaşlarını ve
kullarını istim üzerinde tutuyor. Gündemde hiçbir gerilim konusu yoksa ne gam,
CHP var; CHP yoksa HDP var... Yani Erdoğan’a yakıştırılan “barışçı, birleştirici, sakin siyasetçi” nitelemesi de bir
oksimorondan ibaret. Soma’da acılı madenciyi “İsrail dölü” diyerek tokatladığını anımsıyorum da...
***
Çakma liberaller Erdoğan’ı “Müslüman demokrat, laik, barışçı,
birleştirici, sakin siyasetçi” diye pazarlamakla kalmadılar; Atatürkçü,
hatta “neo Atatürk” bile ilan
ettiler. Lakin Erdoğan söylev ve demeçlerinde değil “Atatürkçüyüm” demeye, Atatürk demeye bile yanaşmadı; Gazi Mustafa
Kemal diyegeldi. Cihan adlı rahmetli at, çakma liberallerden daha dürüst ve namuslu
çıktı; biniciliğe heves eden Erdoğan’ı sırtından attı. Çağdaş Köroğlu efsanesi başlamadan bitti ama Ertuğrul Özkök’ün
gazetesi, Erdoğan’ın attan düşmesini binicilik uzmanlarına “Düşüş mükemmel” diye yorumlattırdı!!! Mükemmel
düşüş de bir oksimorondu.
“Demokrat ve laik, barışçı ve
sakin, neo Atatürk Erdoğan” oksimoronun
ta kendisiydi; lakin çakma liberaller oksimoron olsun diye yakıştırmamışlardı.
Onların derdi bordrosundan zıkkımlandıkları patronlarının ihale işleriydi.
***
Erdoğan da gücü elinde
bulundurmanın rahatlığıyla ihale ve rant dağıtmaktan ziyadesiyle memnundu;
oksimoron üretimine esin kaynağı olmaktan zerrece şikâyetçi değildi. Öyle ki, AKP
iktidarının ilk günlerinde Avrupa Birliği’ne karasevdalıydı! Evet evet,
karasevda! Daha iktidara gelişinin ilk haftasında, devrin İtalya
Başbakanı Silvio Berlusconi ile hoşbeşten sonra, “Allah’ın emrini peygamberin kavli”ni bile anmadan sebebi ziyaretini
şöyle açıklamıştı:
- AB ile nikâh kıymak istiyoruz...
Berlusconi anasının gözü, babasının kulağı. “Hele bir düşünelim” diye nazlanmadan o
da Tayyip Erdoğan’a sormuştu:
- Aşk nikâhı mı, mantık nikâhı mı?
Tayyip Erdoğan o kadar sabırsızdı ki, kestirip atmıştı:
- Katolik nikâhı olsun, bir
daha bozulmasın!
AB ile Katolik nikâhına talipli Tayyip
Erdoğan da oksimoronun ta kendisiydi ama o günlerde bunun farkında olan kimse
sayısı çok ama çok azdı.
***
Tayyip Erdoğan, 3Y ile (yani
yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla) mücadele edeceği vaadiyle iktidara geldi. Atatürk
ve laiklik ile aldatanların yolsuzluklarından yaka silkmiş bir yurttaş olarak “Bunlar Müslüman adamlar, yolsuzluk
yapmazlar, yapanlarla mücadele ederler, zenginden alıp fakire verirler”
diye umdum, inanmak istedim. Lakin Süleyman Soylu (tanıyorsunuz kendisini, şu
anda İçişleri Bakanı olarak Tayyip’in en yakın dava ve silah arkadaşlarından) “inanma!” dedi. Niye inanmayacakmışım
Süleyman diye sordum. “Paçalarından yolsuzluk
akıyor. Türkiye’de ihale ve yandaş belediyeciliği yapılmaktadır” diye karşılık verdi
Süleyman (10 Aralık 2008).
Süleyman doğru mu söylüyor diye düşünürken Prof. Dr. Numan
Kurtulmuş (şu anda Kültür ve Turizm Bakanı galiba) “Biz Firavunlaşmayacağız. Harun olmaya geldiler ama yoldan çıkıp Karun
oldular. Bizim hırsızımız olmayacak…” diye ekledi (Milli Gazete, 12 Temmuz 2010).
Bütün bunların üstüne Erdoğan’ın yakın
dostu, ulemadan fıkıh alimi Prof. Dr. Hayrettin Karaman “Yolsuzluk hırsızlık değildir” diye fetva vermesin mi? (Yeni Şafak, 21 Aralık 2014). Bana
diyecek söz kalmadı. Birbirlerini en iyi kendileri bilir diyebildim. Anladım
ki, yolsuzluklarla mücadelenin mücahidi Tayyip Erdoğan da oksimorondan
ibaretmiş!
***
Recep Tayyip Erdoğan’lı oksimoron
pratiğinin ve propagandanın zirvesi tahmin edilemez. Her defasında “bundan ötesi olmaz” dense de ondan
ötesi de oluyor. Yakıştırmanın zirvesi için “Vizyon sahibi lider” “Dünya
lideri” dense de yetmiyor. Peygamber
ne kelime! “Allah’ın bütün vasıflarını
üzerinde taşıyan lider” diyen bile çıktı. İlginçtir, Allah’a eş koşulmasına
kendisi de itiraz etmedi.
Allah’ın bütün vasıflarını
üzerinde taşıyor, vizyon sahibi dünya lideri ama nedense bir dediği diğerini
tutmuyor, üç beş gün sonrasını bile öngöremiyor. Şam’daki camide şükür namazı
kılacağını söylemesinin üzerinden kaç yıl geçti, kendisi bile hatırlamıyordur
herhalde.
Varsın hiçbir öngörüsü
gerçekleşmesin, ne gam! Kulları “vardır
bir bildiği” deyip zerre toz kondurmuyorlar, yücelttikçe yüceltiyorlar. Son
yılların revaçta yakıştırması, “İstiklal
Harbi Başkomutanı Tayyip Erdoğan”. Durduk yerde yakıştırılmadı. “Ne istediyse verdiği” yol arkadaşının
17/25 Aralık yumruğuna maruz kalınca, kendisi “İkinci İstiklal Harbi” başlattı. İstiklal Harbi(!) dört yıldır
sürüyor, hangi tarihte zaferle sonuçlanacağını kimse bilmiyor.
Tabii istiklal harpleri
emperyalistlere karşı verilir. Emperyalizme karşı istiklal harbi askeri,
siyasi, ekonomik, diplomatik cephelerde verilir; yanı sıra psikolojik harp
cephesi açılır. Psikolojik harp cephesinde daha çok propaganda yapılır. İşte
Erdoğan’ın dört yıldır sürdürdüğü İkinci İstiklal Harbi’nin paralı psikolojik
harp leşkerleri, ABD ve AB ile yaşanan gerilim üzerine son haftalarda “antiemperyalist Tayyip Erdoğan”
propagandası yapıyorlar. Öyle benimsendi ki, solcu bilinen kimi entelektüeller
bile ABD ile yaşanan vize krizinden bu yana “antiemperyalist Tayyip Erdoğan” masalı anlatıyorlar, emperyalizme
karşı Erdoğan’ın arkasında saf tutmaya çağırıyorlar.
Emperyalizme karşı savaş
denildiğinde hemen sarılacak silah arayan bir yurttaş olarak ben de inanmak
istiyorum Tayyip Erdoğan’ın antiemperyalist mücadele verdiğine; emperyalizme
karşı Erdoğan’ın arkasında safa girmek istiyorum ama en yakın arkadaşı Mehmet
Metiner engel oluyor. Mehmet dedi ki, “Erdoğan'ın
kapasitesi Türkiye'yi yönetmeye yetmez; entelektüel birikimi dar ve geri.
Uluslararası bir organizasyonun çabasıyla işbaşına getirildi.”
Erdoğan hangi uluslararası
organizasyon tarafından işbaşına getirilmiş, doğrusu bilmiyorum! Rastladığımda
Mehmet’e soracağım. Belki de Erdoğan’ın en yakın arkadaşlarından Cüneyt
Zapsu’nun gidip yalvardığı yerdedir sözü edilen uluslararası organizasyon. Hani
2006 yılında Washington’a giden Cüneyt, basına açık toplantıda Erdoğan için “Bizim
ABD’ye ihtiyacımız var. Bu adam dürüst bir adam. Bu adamdan yararlanın. Bence
onu devirmeye çalışmak, delikten aşağı koymak yerine onu kullanın... Teklifim
budur.” diye yalvarmıştı ya. Belki de oradadır Metiner’in sözünü ettiği
uluslararası organizasyon!
Mehmet’in ifşaatı Cüneyt’in
yalvarması bir yana, en güçlü emperyalist devlet ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi
BOP’un eşbaşkanı Tayyip’in Amerikan ordusuyla birlikte Müslüman komşu Irak’ın
üstüne çullanmasını, yine ABD’ye güvenerek Şam’da zafer namazı rüyasına
dalmasını, bugün de emperyalist Rusya ile birlikte Suriye’yi girmesini gözümün
önüne getiriyorum da...
Ne demiş atalarımız: Ölü gözünden yaş imamevinden aş çıkmaz.
Atalarımızın dediklerine eklemek uygun düşerse, Erdoğan’dan da “İkinci İstiklal Harbinin Antiemperyalist
Başkomutanı” çıkmaz; çıksa çıksa alt emperyalist ya da daha uygun deyimle
taşeron emperyalist çıkar. Antiemperyalist Tayyip Erdoğan oksimorondan
ibarettir.
HAMİŞ:
Emperyalizm, günlük siyasi
terminolojide, bir devletin veya ulusun başka bir devleti veya ulusu ekonomik
siyasi kültürel olarak boyunduruk altına alması ve sömürmesi olarak
tanımlanıyor.
Sosyalistlerin emperyalizm
tanımını Lenin yapmıştır. Buna göre, emperyalizm kapitalizmin tekelci aşamasıdır.
Tekelci kapitalizm evresinde serbest rekabet sona ermiş, banka sermayesi sanayi sermayesi ile bütünleşerek mali oligarşiyi oluşturmuştur. Sermaye ihracı
yoluyla sömürü meta ihracı yoluyla sömürüden daha önemli hale gelmiştir. En
büyük kapitalist devletler ve güçler arasında dünyanın paylaşımı
tamamlanmıştır.
Bu tanımdan çıkan sonuç, dünyanın
paylaşılması tamamlandığına göre, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasına uygun
olarak rakiplerinden daha hızlı büyüyen emperyalist güçlerin ancak savaş
yoluyla yeni pazarlar edinebilecekleridir. Bu da sosyalist devrime elverişli
kriz durumu demektir. Ünlü deyişle, ya savaş devrime yol açar ya da devrim
savaşı önler...
Sosyalistlerin bir de alt emperyalizm
tanımı vardır. Buna göre, ekonomik askeri kültürel gücüyle belirli bir bölgeyi dünyanın
efendileriyle işbirliği içinde, onlar adına vekâleten denetleyen devletler alt
emperyalist olarak adlandırılır. Bölgesel emperyalistler küresel emperyalizmin
bölgesel çıkarlarıyla uyumlu hareket etmelerine karşın konjonktürel isteklerini
pazarlık konusu yapabilirler. Alt emperyalizm bölgesel yayılma isteğini de
içerir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder