Siyaseten girmedik delik bırakmayan Doğu Perinçek, Türkiye’de yargının
hiçbir zaman AKP dönemindeki kadar iyi işlemediğini söylemişti.
Öyle çok uzak bir geçmişte değil, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun
Adalet Yürüyüşü’nü eleştirirken, “Türk yargısı son 50 yılın altın devrini yaşıyor” demişti Perinçek. (Her zaman övündüğü “hukukçu”
kimliğiyle bütün dosyaları ne zaman incelediyse), hapiste olanların tamamının PKK’lı
ya da FETÖ’cü olduklarını öne sürmüş; “Şu
an yargı tarafsız, ‘Ak Parti’nin yargısı’ tartışmaları yersiz. Bundan daha iyi
yargıyı nereden bulacaksınız?” diye eklemişti.
Bu ülkede yaşayıp da Doğu Perinçek’in
söylediklerine inanan çıkmış mıdır acaba? Hatta Perinçek bile kendi söylediklerine
inanmış mıydı? Sahi, bir insan inanmadığı şeyleri hangi süfli çıkarlar uğruna
söyleyebilir? Perinçek’in övgüsünü AKP Genel Başkanı Erdoğan duyduğunda ne
düşündü kim bilir?
Ülkeyi 16 yıldır tek başına yöneten siyasetçinin
bu vaatleri üzerine ne söylense yetmez. İlk olarak, bu vaatlerin itiraf olduğu
düşünülebilir ki, gerçekten de itiraftır. Yanıt olarak “Daha fazla demokrasi, daha geniş özgürlük, daha saygın parlamento, daha
bağımsız yargı için elini tutan mı vardı? On altı yılda yapamadın da şimdi mi
yapacaksın?” diye sorulabilir. Yine yanıt olarak, Osmanlı sadrazamlarından Koca
Ragıp Paşa’nın şecaat arzı kastıyla itiraf edilen kabahatlere dair dizesi de
anımsatılabilir ki, ben anımsatmayayım. Ne olur ne olmaz! Zira Doğu Perinçek’in
övgüsünün tersine, AKP döneminin yargısı ne bağımsız ve tarafsız ne de altın
devrini yaşıyor.
***
EN TARAFLI VE KEYFİ YARGI
Sadede gelecek olursak; bir ülkenin nasıl
yönetildiğini anlamak için bakmanın yeterli olduğu kurumlardan biri de
yargıdır. Yargı nasılsa, ülke ve iktidar da öyledir; tersi de doğrudur.
Ülkemizde yargı hiçbir zaman bağımsız değildi;
mahkemeler hiçbir devirde ciddi anlamda hak arama kapısı olmadı. Hele temel hak
ve özgürlükler söz konusu olduğunda yargı, diğer devlet erkleriyle ittifak
içinde özgürlüklerin celladı rolünü oynamaktan geri durmadı. Yine de insaf ile
söylemek gerekirse, yargı AKP dönemindeki kadar taraflı ve bağımlı olmadı,
keyfi davranmadı.
Kişisel tarihimden örnek vereyim; 12 Eylül
faşizminin sıkıyönetim mahkemesinde, sanıklarının çok büyük çoğunluğu
askerlerden oluşan THKP/C davasında yargılandım. Anayasal düzeni zorla
değiştirmeye teşebbüs suçundan, yani ünlü 146’ncı maddeden cezalandırılmamız
isteniyordu. Cunta şefi (ismi lazım değil) kaç kere “onlara hain demeyi bile az
bulurum” diyerek bizi hedef gösterdi. Cezaevlerindeki zulmün işkencenin simgesi
olarak bize zorla giydirilen tektip elbiseyi mahkeme salonunda yırtıp attık.
Buna karşın, sıkıyönetim mahkemesi beraat kararı verdi. Aynı iddianameyle AKP
döneminde yargılansak, müebbet hapse hüküm giyerdik.
***
FETÖ YARGISINDAN AK YARGIYA
Dediğim gibi, yargı AKP dönemindeki kadar
taraflı ve bağımlı olmadı, keyfi davranmadı. AKP sözcüleri ve Perinçek,
kabahati FETÖ’ye yıksalar da mal meydanda. FETÖ yargıdan temizlendi ama durum
değişmedi. Bu dönem yargısı (nasıl adlandırılacağı tartışılır; RETÖ yargısı demeyelim
de AK yargı diyelim), FETÖ yargısından kaptığı marifetle insanları
süründürmekten, hayatını karartmaktan geri durmuyor. FETÖ yargısı döneminde
insanlar “bilmeden terör örgütü üyesi” olmakla suçlanabiliyorlardı; AK yargı döneminde
özde değişiklik olmadı.
Bilmeden örgüt üyesi olunur mu? FETÖ yargısı
devrinde olunuyordu. Birbirleriyle en ilgisiz kişiler Ergenekon davalarında
sanık sandalyelerinde buluşturuluyordu. Genelkurmay Başkanı ile PKK hükümlüsü,
Cumhuriyet Gazetesi sahibi ile gazeteyi bombalayan saldırgan... Liberaller
Ergenekon operasyonlarını “Türkiye
bağırsaklarını temizliyor” diye alkışlıyorlar, devrin Başbakanı Erdoğan “Ergenekon’un savcısı” olmakla
övünüyordu. Erdoğan’ın ortağı Fetullah’ın gazete ve dergileri, “Ergenekon’a vurdukça ses PKK’dan geliyor”
gibi başlıklar altında, Ergenekon ile PKK arasındaki derin ilişkiyi deşifre
ediyorlardı! Ne ki, birbirleriyle ilgisiz kişilerin Ergenekon torbasına
doldurulmasına tutarlı bir açıklama getirilemiyordu. Tutarlı olmasına ihtiyaç
duyulmayan açıklama, dönemin Taraf gazetesi
yazarı Yıldıray Oğur’dan gelmişti: “Ergenekon öyle
bir örgüt ki, ona üye olduğunu bilmeyenler var.”
Mezkur yazar böyle bir cümle kurmakta
haklıydı. Çünkü, iddianamelerin ve mahkeme kararlarının mantığı en veciz bu
cümleyle ifade edilebilirdi. Yargılama suçluyu suçsuzdan ayırma niyetiyle
yürütülmüyordu. Sahte deliller, pervasızca çiğnenen usul hükümleri mahkemelerin
umurunda değildi. Türkiye’nin bağırsaklarının temizlendiğini propaganda eden
gazeteciler ve yazarlar da yargılamanın dürüst gözlemcisi değil tarafıydılar.
Yargılamada amacın Türkiye’nin provokatif kanlı geçmişiyle yüzleşme ve
hesaplaşma değil, siyasal İslam’ın bir kısım rakiplerini tasfiye amaçlı olduğu
çok sonraları itiraf edildi. İtiraf, İslamcı faşistlerin birbirlerinin
gırtlağına sarıldıkları günlere rastladı. İtirafçı, siyasal İslam’ın neferlerinden
biriydi. Başbakan yardımcılığına kadar yükselen itirafçı siyasetçi, “milli orduya kumpas kurulduğunu”
bildirdi. Kumpas davalarının ateşli savunucusu Yıldıray da (sözüm ona
özeleştiri yapıp) kendisini “az
kullanılmış aptal” olarak nitelendirdi. Yıldıray’ın dilediği özür,
aptallığın itirafı değil, operasyonel gazeteciliğin ne denli alçalabileceğinin
itirafıydı aslında.
***
TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ OLMAMAKLA BİRLİKTE...
Dediğim
gibi, FETÖ yargısı döneminde
insanlar “bilmeden terör örgütü üyesi
olmak” suçlamasına maruz kalabiliyorlardı;
AK yargı döneminde durumda değişiklik olmadı. Bir farkla ki, bu dönemde
insanlar, “bilmeden terör örgütü üyesi
olmak” varsayımıyla yargılanmıyor; TCK, 220/6’ya göre “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte” mantığıyla yargılanıp mahkum
ediliyorlar. Cumhuriyet Gazetesi davasında aynen bu gerekçeyle mahkumiyet
kararı verildi. En tuhafı, iddianameyi yazan
da FETÖ şüphelisidir!!!
Cumhuriyet davasında mahkum edilenlerden biri
de ulaştırma görevlisi Emre İper. ByLock ihbarıyla gözaltına alındığında ısrarla ByLock kullanmadığını
söyledi ama nafile, tutuklandı Emre. İddianamede “şüphelinin bu özel kriptografik
mesajlaşma programını telefonuna yükleyerek sisteme dahil olduğu kesin bir
şekilde anlaşılmıştır” denilerek suçlandı. Mahkemenin atadığı
bilirkişiler, Emre’nin telefonuna ByLock yazılımının hiçbir zaman indirilmediğini
yazdılar ama yargıçların tutumu değişmedi. Emre İper, 3 yıl hapis cezasına
çarptırıldı.
Bu dönem yargısının mantığı “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte”
diye ifade edilse de arada (FETÖ yargısına telmihen) “bilmeden terör örgütü üyesi olmak” suçlamasına da rastlandı. Örneğin
2002-2007 dönemi AKP Yalova Milletvekili Şükrü Önder, ByLock suçlamasıyla 22
Haziran 2017’de tutuklandı. Bilgi Teknolojileri Kurumu’nun raporunda Önder’in
11 kez ByLock hattına girdiği belirtiliyordu. Önder, telefonuna böyle bir
program indirmediğini söylese de, mahkeme 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi. Şükrü
Önder’in telefonuna ByLock programı indirmediği, 1 yıl hapis yattıktan sonra
anlaşıldı. Meğer bir yolculuk sırasında namaz saatini öğrenmek için namaz saati
programına girmiş; giriş o giriş, çıkabilirsen çık. Namaz saatini sorduğu site,
ziyaretçisine ByLock ikram etmektedir! Şükrü Önder de “bilmeden” FETÖ üyesi
olmuştur!..
***
“YARGI VİCDANINI KAYBETMİŞ”
Yargının ne hallere düştüğünü
anlatmak için çok örnek vermek gerekmiyor. Amerikan haber ajansı AP, 5 Eylül
2011 tarihli bülteninde, 11 Eylül 2001’den sonraki 10 yıllık dönemde tüm
ülkelerde 35 bin 117 kişinin terörist olarak hüküm giydiğini, Türkiye’nin 12
bin 897 hükümlü sayısı ile ilk sırayı aldığını bildirmişti. Çin bile, 7 bin
terörist ile ikinci olabilmişti.
Türkiye’nin bu birinciliği elde
etmesinde, özgürlüklere düşman AK siyasetin yanı sıra yasaların ve yargının en
barışçıl eylem ve ifadeleri bile “terör suçu” sayması etkili oldu. “Resim
yaparak, şarkı besteleyerek, şiir yazarak da terörist olunabilir! Kitap,
bombadan daha etkili bir silahtır.” sözleri AKP iktidarı döneminde telaffuz
edilebildi.
Halen cezaevlerinde
kaç milletvekili, kaç gazeteci yazar var; gazeteci olarak ben bile ipin ucunu
kaçırdım, tam rakamı bilemiyorum. Tutuklu öğrenci sayısı galiba 70 bin.
Tutuklu
öğrenciler dedik de, Ayşe öğretmen de telefonla bağlandığı televizyon
programında “Çocuklar ölmesin”
dediği için 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı, bebeğiyle birlikte hapse atıldı.
Programın tamamında hiçbir örgüt adı geçmediği halde, “Çocuklar ölmesin”
çığlığı hangi vicdan ve mantıkla “terör
örgütü propagandası” suçu sayıldı, şahsen bir yanıt bulamadım?
Sorunun
yanıtı yargıdaki FETÖ yapılanmasına karşı mücadelesiyle bilinen Ankara
Cumhuriyet Savcısı Bülent Yücetürk’ün istifa açıklamasında mevcut
olsa gerek:
“Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir
döneminde olmadığı kadar hukuk krizine girmiştir. (...) Yargı vicdanını kaybetmiş,
tüm iradesini bir güce teslim etmiş durumdadır. (...) Hitler, Alman
yargıçlarına, ‘Karar verirken benim yerime Führer olsaydı hangi kararı verirdi
diye düşüneceksiniz’ diyordu. Türkiye'de yargıçlar bu mantıkla hareket ediyor.”
Yargının
en alttan en üste tüm kademelerinde görev yapmış bir savcının bu feryadına ne
eklenebilir ki?
Yargının
altın devrini yaşadığını söyleyen Doğu Perinçek’in kulakları çınlasın.
Sahi, bir insan inanmadığı şeyleri hangi süfli
çıkarlar uğruna söyleyebilir?
İlk kez 1968 yılında Ankara'da tanıdım D.Perinçek'i. Sonra Istanbul Hukuk'ta okurken tekrar yollarımız kesişti. Ancak 1976-77 yılında yolumu ayırdım. O zamandan beri sadece izliyorum. Bende bir sapma yok ama o kişide sapma çok
YanıtlaSilTeşekkürler Ali Bostancıoğlu. Çok selam.
Sil