26 Temmuz 2015 Pazar

HALKLARA AÇILAN SAVAŞA HAYIR

Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran’da seçim sandığında suya gömülen Şam’da zafer namazı ve başkanlık projesini Suriye bataklığında canlandırma -olabilirse Kasım 2015 tekrar seçiminde ete kemiğe büründürme- hayali bir haftada ülkeyi ne hale getirdi!
AKP’nin din kardeşi, GDO’suz İslam örgütü IŞİD, Suruç’ta 32 kişiyi katletti. Katledilen gençlerin IŞİD kuşatmasında harabeye çevrilen Kobani ile dayanışma dışında bir amaçları yoktu. IŞİD, Türkiye’deki din kardeşinin ABD öncülüğündeki koalisyona katılmasına ve üsleri açmasına yanıtını gençlerin tabutlarıyla verdi.
Suruç katliamı aynı zamanda Kürt sorununda barışçı çözüm iradesi olan HDP’nin Türkiye partisi olma çabasına indirilen provokatif bir darbe oldu. PKK bu toprakların yabancısı olmadığı bir refleksle, Suruç katliamına misilleme olarak polis ve asker katletmeye başladı.
PKK’nin cinayetlerini IŞİD cinayeti izledi; Kilis'te IŞİD’in denetimindeki bölgeden Türk askerine ateş açıldı, bir astsubay yaşamını yitirdi. Nihayet, Türk Silahlı Kuvvetleri Irak’ta PKK, Suriye’de IŞİD mevzilerine hava harekâtı düzenledi.
TSK’nin havadan bombardımanıyla zaten çeyrek ağızla yürütülen çözüm sürecine nokta konurken, sivil sıkıyönetim yasası kapsamında yapılan torba operasyonda 600’e yakın kişi PKK, IŞİD ve DHKP/C gerekçesiyle gözaltına alındı. Suruç katliamını protesto amaçlı barışçı gösterilere polis terörüyle karşılık verildi. Hükümet Sözcüsü, Gündem, Evrensel diye isim sayarak, muhalif medyayı tümden yasaklamaya hazırlandıklarının mesajını verdi.
Özetle, Suriyeleşme risk olmaktan çıktı, yakın tehlikeye dönüştü. Türkiye Suriye’ye girer mi girmez mi tartışması anlamsızlaştı, Suriye’deki ve Irak’taki iç savaş Türkiye’ye taşındı.
***

Mezhepçi dış politikanın iflası
Ülkenin sadece birkaç günde savaş atmosferine girmesi beklenmeyen, sürpriz bir sonuç değildi. Yüz yılları bin yılları hesaba katan derinlikli analizler bir yana, değil sosyalist demokrasi veya radikal demokrasi, asgari burjuva demokrasisi bile vaat etmeyen Arap baharının Suriye ayağı NATO şemsiyesi altındaki kapitalist devletlerin istediği doğrultuda gelişmedi. Çok kısa zamanda yıkılması öngörülen Suriye rejimi, Rusya ve Çin’in başını çektikleri blokun desteğiyle ayakta kaldı.
Sürecin Türkiye ayağında, Suriye’deki rejimin kısa sürede değişeceği hayaline Ortadoğu politikası iflas etti. Mezhepçi dış politikanın iflas edeceğini öngörmek için iç ve dış politikanın, tarihin coğrafyanın, savaş ve stratejinin bütün bilgileriyle donanmış olmak gerekmiyordu. Batı emperyalizminin yellemesiyle Irak ve Suriye’de estirilen rüzgâr Türkiye’ye fırtına olarak döndü dönüyor. AKP iktidarının Irak ve Suriye’de yüzlerce TIR dolusu silah ve malzemeyle körüklediği etnik ve mezhepsel çatışmanın Türkiye’yi de içine alarak daha kanlı bölgesel bir felakete dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu felaketi önleyecek toplumsal ve siyasal bir dinamik ise ne yazık ki ufukta görünmüyor.
***

AKP’nin amacı 7 Haziran’ın rövanşını almak
Ayan beyan görünüyor ki, hırsızlık ve yolsuzluk dosyalarıyla malûl iktidar, çareyi tekrar seçimde görüyor. Bunun için MHP ve HDP’nin zayıflatılması, mümkünse barajın altına itilmesi gerekiyor. Ama ille de HDP’nin zayıflatılması. MHP barajı bir iki puan geçse de olur.
Geçmişte bir yerlerden genç insan ve “şehit” tabutlarının gelmemesi AKP’nin seçim zaferi için yeterliydi. Devir değişti, bugün milli birlik beraberlik nutuklarıyla toprağa indirilecek  “şehit” tabutları gerekiyor. Bu amaçla iç barış dinamitleniyor, “baldıran zehiri pahasına”(!) başlatılmış çözüm süreci sona erdiriliyor; Suriye bataklığının yurt içine taşması bile göze alınıyor. İşte Türkiye’deki üsler de NATO ordularının kullanımına açıldı. Hava harekâtı yetmeyeceğinden muhtemeldir ki yakında kara ve deniz birlikleri de davet edilecek; Tayyip Erdoğan, 2003 yılında Amerikan askerlerinin zaferi için ettiği duayı tekrarlayacak.
Bu noktada sermaye iktidarına payanda olan ırkçı MHP için yeni bir şey söylemek gereksiz. Barış ve demokrasi bağlamında asıl önemli olan HDP ve PKK’nin ne yaptığı ne yapacağı.
AKP’nin tüm çabasına karşın HDP, 7 Haziran’da 12 Eylül faşizminin mirası yüzde 10 seçim barajını aşarak, TBMM’ye 80 vekil sokmayı başardı. Vurgulanmalı ki, HDP’ye oylar Kürt meselesinin barışçı çözümü ve dinci faşist diktatörün tökezletilmesi için verildi. Ne ki, PKK yüzde 13 dolayındaki oyun ağırlıkla barışçı çözüme ve radikal demokrasi idealine verildiğinin ayırdında görünmüyor. Dar milliyetçi bakış açısıyla ve silahlı pratiğin alışkanlığıyla AKP’nin çözüm ve barış sürecini sona erdirme politikasına hemen teslim oldu, HDP’nin radikal demokrat bir seçenek olarak Türkiye partisi olma siyasetine balta vurmaya başladı. PKK liderleri, AKP’yi tek başına iktidardan eden HDP’yi baltalamakta AKP liderleriyle zımni ittifak içinde görünüyorlar.
***

UYKULARDA ADAM VURULMAZ
Bu kaçıncı Sisyphus kaderidir ki, Kürt meselesinde barışçı çözüm umudu her defasında kanlı provokasyonlarla boşa çıkartılmaktadır. Abdullah Öcalan’ın 1993 yılında ilan ettiği ateşkes Bingöl’de 33 silahsız er katledilerek sona erdirildi. DTP’nin kapatılma davası sırasında Tokat Reşadiye'de 7 asker katledildi. Nihayet, Suruç katliamı sonrasında, Ceylanpınar’da uykuda vurulan polisler, Diyarbakır’da öldürülen polisler, askerler…
Siyasi mesajların siyasetin öznesi olmayan insanların bedenleri üzerinden verilmesi… Ulusal etnik dinsel veya kimlik odaklı savaşımlarda kalleş pusularda işlenen cinayetler… Sadece egemen sınıfın devleti adına işlenmiyor…
Cümlenin başı sonu bir araya gelemedi. Ondokuzuncu yüzyılda Düyun-u Umumiye emperyalizmine karşı Egeli tütüncülerin kendiliğinden isyanlarının anısını taşıyan bir zeybek türküsü geldi akla. Son kıtada kalleş pusuya öfke terennüm edilir: Elleme kör olası Arap, uykularda adam vurulmaz
 ***

Hırsızlık ve yolsuzluk dosyalarıyla malûl iktidar halklarımızı savaşa zorluyor.
Savaş ekmeğin küçülmesi, açlık yoksulluk demektir.
Savaş temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması demektir
Savaş ölüm tacirlerinin kasaları dolarken emekçi insanların toprağa düşmesi demektir. 
Savaş kavşağında uykularda, kalleş pusularda adam vurmaya hayır!
Hırsız diktatör müsveddesinin halklarımıza açtığı savaşa hayır!
Ortak vatanda, eşit yurttaşlık çatısı altında, herkesin kendi kimliği, dili, kültürü ve inancıyla özgürce yaşayacağı, birbirine üstünlük kurmayacağı, ortak evin nimetlerini hakça paylaşacakları demokratik ülke için el ele vermeli ayağa kalkmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder