(Önerinin sahibi ve anlamı için yazının
tamamı okunmalıdır.)
Gün geçmiyor ki, memleketin bir
yerlerinden saldırı ve katliam haberleri gelmesin, insanlar toprağa düşmesin.
Bu acı, Suruç katliamına değin
günbegün yaşanmıyordu. Ülkenin en çok kanayan yarası Kürt sorununda kaç yıldır
cenaze haberi gelmiyordu. Öyle ki daha birkaç ay önce devlet ile PKK arasında
arabuluculuk yapan hükümet ve HDP yetkilileri Dolmabahçe Sarayı’nda birlikte
poz vermişler, bir mutabakat metni açıklamışlardı. Artık müzakerelerin son
aşamaya girmesi, Abdullah Öcalan’ın silah bırakmak üzere PKK kongresini toplantıya
çağırması bekleniyordu. Olmadı. Olmayacağı baştan belliydi ama insan yine de
silahların bir daha ateşlenmeyeceğini ummadan edemiyordu.
Olmayacağı baştan belliydi.
Nitekim, Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği ADAM-DER ve RE-DER olarak,
2013 Mayısında Diyarbakır’da il valisi dahil, STK, partiler ve ilgili kişilerle
yaptığımız görüşmeler sonrasında yayımladığımız bildiride kuşkumuzu kayda
geçirmiştik:
“Gelinen aşamada, geçmişteki
benzer süreçlerde yapılmış hataların yinelenmeyeceğinden emin olamadığımızı
belirtmeden edemiyoruz. Sürecin başat aktörü iktidar partisinin ve hükümetin
nasıl bir barış ve çözüm öngördüğünü ortaya koymaktan kaçınmasını, 1 Mayıs 2013
tarihinde uygulanan gayri-meşru devlet şiddetini sahiplenmesini, toplumun
tümünü barış ve çözüme kazanacak bir söylemden uzak durmasını endişeyle
karşılıyoruz.”
Sürece ilişkin diğer
bildirilerimizde de aynı endişeleri dile getirmiştik.
***
ERDOĞAN CUNTASININ DÜŞÜK YOĞUNLUKLU İÇ SAVAŞ İLANI
Endişe ve kuşkularımız ne yazık
ki doğrulandı. Sürecin başat aktörü Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti sorunu
gerçekten çözmek değil, siyaseten istismar etmek derdindeydi; o yüzden çeyrek
ağızla başlattığı süreci ve diyalogu bitirmek için bahane arıyordu. Aradığı
bahaneyi ve uygun ortamı Suriye bataklığında buldu.
Rojava Kürtlerinin IŞİD ile
mücadelede öne çıkması ve uluslararası meşruiyet edinmesi Erdoğan ve partisince
hoş karşılanmıyordu. Erdoğan istiyordu ki, Kobani düşsün. Kobani düşmedi.
Kobani düşmediği, yani IŞİD zafer kazanmadığı gibi Erdoğan, 7 Haziran seçiminde
HDP’nin yüzde 10 hırsızlık barajını yıkması sonucu hükümet kurma çoğunluğunu
yitirdi. Kürt meselesinde barışçı çözüme artık ihtiyacı yoktu. Suruç katliamını
fırsat bildi; IŞİD’e karşı operasyon mugalatasıyla Kürtler ve Aleviler başta
olmak üzere tüm toplumsal muhalefete savaş açtı. Ancak askeri darbe
dönemlerinde rastlanabilecek yoğunlukta tutuklamalar yapılıyor, dağ taş bombalanıyor.
Her defasında olduğu gibi şiddet şiddeti doğuruyor, her gün cenaze haberleriyle
yürekler kanıyor.
Erdoğan cuntasının seçim sonucunu
kabullenmeyerek fitilini ateşlediği düşük yoğunluklu iç savaşın hedefi belli.
Yeniden tek başına iktidar olabilmek için seçimi tekrarlamak. Seçim kazanmak
için de seçmenlerin algısına bilincine “Analar
ağlamasın istiyorsanız, verin başkanlık sistemini veya tek başına iktidarı”
bombaları yağdırmak… Malum, faşizm korku, cehalet ve kanla beslenir. Kan
aktıkça oylar artacak, tek başına iktidar ve rant devam edecek!
Algı bombardımanı aralıksız
sürüyor, sürecin diğer aktörü PKK de şiddet fetişizmiyle Erdoğan cuntasının
algı imalatına fazlasıyla katkıda bulunuyor.
***
VURUN HDP ABALISINA!
Saray medyasında Kürtler ve
Aleviler iç düşman olarak ötekileştiriliyor, adeta soykırımla tehdit ediliyor.
Siyasal örgüt olarak da HDP kriminalize ediliyor, eş başkanları hedef tahtasına
konuyor. HDP’nin seçim öncesinde açıkladığı “Seni başkan yaptırmayacağız” kararından bu yana Erdoğan cuntasının sözcüleri
ve medya tetikçileri, Abdullah Öcalan ve öteki PKK liderlerinden çok HDP eş
başkanları Selahattin Demirtaş’ı ve Figen Yüksekdağ’ı şeytanlaştırıyorlar. İlk
fırsatta yasama dokunulmazlığını kaldırıp tutuklama, partiyi kapatma niyet ve
hazırlığı gizlenmiyor.
Erdoğan cuntasının sözcüleri ve
medya tetikçileri son günlerde Figen Yüksekdağ’ın “Biz sırtımızı PYD’ye YPG’ye YPJ’ye dayıyoruz” sözlerine
takılmışlar. Tabii her defasında olduğu gibi, cümlenin devamını sansürleyerek.
Demecin tamamında Figen diyor ki, “Gelin
siz de PYD’ye sırtınızı yaslayın. Sırtınızı IŞİD’e yaslamayın. Siyasi
iktidar sırtını Rojava’ya, Kobani’ye yaslasın. Bizlerin güvendiği
kadar güvensin. Oranın halkları hiçbir zaman Türkiye’nin düşmanı olmadı.”
Figen Yüksekdağ’ın söylediği
söyleyeceği bu. Böyle düşünen sadece Yüksekdağ değil. Çok daha ilerisi, üç beş
hafta öncesine kadar, Saray medyasında yazılıyordu. Örneğin, Erdoğan aşkıyla
divane ‘Şemso’nun gazetesinde, Türkiye’nin PKK ve PYD’ye silah yardımı yapması
önerilebilmişti:
“Türkiye tüm siyasi ve ahlaki zorluklarına rağmen PKK’yı artık düşman
olarak değil çözüm ortağı olarak görmeli. Kürt sorununun çözümünde de, IŞİD’e
karşı verilen mücadelede de PKK’nın etkisinden ve gücünden yararlanmanın
yollarını aramalı. Daha önce de yazdığım ve söylediğim gibi PKK/PYD’nin
Almanya’ya, Amerika’ya, Fransa’ya yaslanacağına Türkiye’ye yaslanması
sağlanmalı. Güvenliği Türkiye’de aramalı, gerekirse silah ve mühimmatı Türkiye
onlara temin etmeli.” (Mensur Akgün, Star,
28 Haziran 2015)
***
“SANA BU SAVAŞI YAPTIRMAYACAĞIZ!”
Saraydan çıkmama uğruna evlat
kanıyla yazılıp sahnelenen senaryo o denli göz göre göre ki.
ADAM-DER’in son bildirisinde de
vurgulandığı üzere, ilerde savaş suçuyla sanık sandalyesine oturtulması
muhtemel “sivil” cunta, iktidarı tümüyle yitirmemek için Türkiye’yi düşük
yoğunluklu iç savaşa götürüyor, her milliyet ve inançtan halklarımız arasındaki
kardeşlik bağlarına kin ve nefret bombaları yağdırıyor. Kanlı senaryonun Başbakan
rolündeki yardımcı oyuncusu, evlatların feda edileceğinden söz ediyor. Feda
edilen elbette kendi evladı olmayacak.
Cunta, Türkiye topraklarını ve
hava sahasını emperyalist orduların kullanımına açmakla, işbirlikçi ruhunu da
bir kez daha gözler önüne serdi.
Türk gençlerini Kürt gençlerini
Arap gençlerini, hangi milliyet ve inançtan olursa olsun insanlarımızı
birbirlerinin avı ve avcısı haline getiren senaryoya seyirci kalınmamalıdır.
Senaryonun bozulmasında en zor
görev HDP’ye düşüyor. “Seni başkan
yaptırmayacağız” kararıyla kişi diktatörlüğüne gidişin önlenmesinde en
etkili rolü oynayan HDP, Kürt meselesinde barışçı çözümün iradesi olarak da siyasi
hırsızlık barajını yıkmayı başardı.
HDP şimdi de “Sana bu savaşı yaptırmayacağız”
kararına tüm gücüyle ve samimiyetle sahip çıkmakla yükümlüdür. Bu anlayışla
seçim öncesindeki kanlı provokasyonları nasıl boşa çıkarmayı başardıysa, şimdi
de PKK’yi şiddet fetişizminden vazgeçip elini tetikten çekmeye ikna etme, böylece
sivil cuntayı düşük yoğunluklu iç savaşın Bahçeli çukurunda kendi cehaleti,
korkusu ve faşizmiyle baş başa bırakma göreviyle karşı karşıyadır.
Türkiye’nin tümüyle
Suriyeleşmemesi, daha fazla kan akmaması için savaş akbabaları değil, barış
anaları kazanmalıdır.
okudum. şirindede
YanıtlaSilHER SAVAŞIN SONUNDA ARTI EKSİLER DEĞERLENDİRİLİR SAVAŞIN HATA YAPANLARI BEDELİNİ ÖDEMEKLE YÜKÜMLÜ OLURLAR.akan kanlar durdurulmalı bu güzel ülkemde barış içinde yaşamak hakkı olmalı. saygılarımla.ŞEHİT HABERİ OLMAYAN BİR GÜN DİLİYORUM.
YanıtlaSil