2 Ağustos 2015 Pazar

TÜRKİYE PKK’YE SİLAH TEMİN ETMELİ!

(Önerinin sahibi ve anlamı için yazının tamamı okunmalıdır.)
Gün geçmiyor ki, memleketin bir yerlerinden saldırı ve katliam haberleri gelmesin, insanlar toprağa düşmesin.
Bu acı, Suruç katliamına değin günbegün yaşanmıyordu. Ülkenin en çok kanayan yarası Kürt sorununda kaç yıldır cenaze haberi gelmiyordu. Öyle ki daha birkaç ay önce devlet ile PKK arasında arabuluculuk yapan hükümet ve HDP yetkilileri Dolmabahçe Sarayı’nda birlikte poz vermişler, bir mutabakat metni açıklamışlardı. Artık müzakerelerin son aşamaya girmesi, Abdullah Öcalan’ın silah bırakmak üzere PKK kongresini toplantıya çağırması bekleniyordu. Olmadı. Olmayacağı baştan belliydi ama insan yine de silahların bir daha ateşlenmeyeceğini ummadan edemiyordu.
Olmayacağı baştan belliydi. Nitekim, Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği ADAM-DER ve RE-DER olarak, 2013 Mayısında Diyarbakır’da il valisi dahil, STK, partiler ve ilgili kişilerle yaptığımız görüşmeler sonrasında yayımladığımız bildiride kuşkumuzu kayda geçirmiştik:
“Gelinen aşamada, geçmişteki benzer süreçlerde yapılmış hataların yinelenmeyeceğinden emin olamadığımızı belirtmeden edemiyoruz. Sürecin başat aktörü iktidar partisinin ve hükümetin nasıl bir barış ve çözüm öngördüğünü ortaya koymaktan kaçınmasını, 1 Mayıs 2013 tarihinde uygulanan gayri-meşru devlet şiddetini sahiplenmesini, toplumun tümünü barış ve çözüme kazanacak bir söylemden uzak durmasını endişeyle karşılıyoruz.”
Sürece ilişkin diğer bildirilerimizde de aynı endişeleri dile getirmiştik.
***

ERDOĞAN CUNTASININ DÜŞÜK YOĞUNLUKLU İÇ SAVAŞ İLANI
Endişe ve kuşkularımız ne yazık ki doğrulandı. Sürecin başat aktörü Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti sorunu gerçekten çözmek değil, siyaseten istismar etmek derdindeydi; o yüzden çeyrek ağızla başlattığı süreci ve diyalogu bitirmek için bahane arıyordu. Aradığı bahaneyi ve uygun ortamı Suriye bataklığında buldu.
Rojava Kürtlerinin IŞİD ile mücadelede öne çıkması ve uluslararası meşruiyet edinmesi Erdoğan ve partisince hoş karşılanmıyordu. Erdoğan istiyordu ki, Kobani düşsün. Kobani düşmedi. Kobani düşmediği, yani IŞİD zafer kazanmadığı gibi Erdoğan, 7 Haziran seçiminde HDP’nin yüzde 10 hırsızlık barajını yıkması sonucu hükümet kurma çoğunluğunu yitirdi. Kürt meselesinde barışçı çözüme artık ihtiyacı yoktu. Suruç katliamını fırsat bildi; IŞİD’e karşı operasyon mugalatasıyla Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tüm toplumsal muhalefete savaş açtı. Ancak askeri darbe dönemlerinde rastlanabilecek yoğunlukta tutuklamalar yapılıyor, dağ taş bombalanıyor. Her defasında olduğu gibi şiddet şiddeti doğuruyor, her gün cenaze haberleriyle yürekler kanıyor.
Erdoğan cuntasının seçim sonucunu kabullenmeyerek fitilini ateşlediği düşük yoğunluklu iç savaşın hedefi belli. Yeniden tek başına iktidar olabilmek için seçimi tekrarlamak. Seçim kazanmak için de seçmenlerin algısına bilincine “Analar ağlamasın istiyorsanız, verin başkanlık sistemini veya tek başına iktidarı” bombaları yağdırmak… Malum, faşizm korku, cehalet ve kanla beslenir. Kan aktıkça oylar artacak, tek başına iktidar ve rant devam edecek!
Algı bombardımanı aralıksız sürüyor, sürecin diğer aktörü PKK de şiddet fetişizmiyle Erdoğan cuntasının algı imalatına fazlasıyla katkıda bulunuyor.
***

VURUN HDP ABALISINA!
Saray medyasında Kürtler ve Aleviler iç düşman olarak ötekileştiriliyor, adeta soykırımla tehdit ediliyor. Siyasal örgüt olarak da HDP kriminalize ediliyor, eş başkanları hedef tahtasına konuyor. HDP’nin seçim öncesinde açıkladığı “Seni başkan yaptırmayacağız” kararından bu yana Erdoğan cuntasının sözcüleri ve medya tetikçileri, Abdullah Öcalan ve öteki PKK liderlerinden çok HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş’ı ve Figen Yüksekdağ’ı şeytanlaştırıyorlar. İlk fırsatta yasama dokunulmazlığını kaldırıp tutuklama, partiyi kapatma niyet ve hazırlığı gizlenmiyor.
Erdoğan cuntasının sözcüleri ve medya tetikçileri son günlerde Figen Yüksekdağ’ın “Biz sırtımızı PYD’ye YPG’ye YPJ’ye dayıyoruz” sözlerine takılmışlar. Tabii her defasında olduğu gibi, cümlenin devamını sansürleyerek. Demecin tamamında Figen diyor ki, “Gelin siz de PYD’ye sırtınızı yaslayın.  Sırtınızı IŞİD’e yaslamayın. Siyasi iktidar sırtını Rojava’ya, Kobani’ye yaslasın.  Bizlerin güvendiği kadar güvensin. Oranın halkları hiçbir zaman Türkiye’nin düşmanı olmadı.”
Figen Yüksekdağ’ın söylediği söyleyeceği bu. Böyle düşünen sadece Yüksekdağ değil. Çok daha ilerisi, üç beş hafta öncesine kadar, Saray medyasında yazılıyordu. Örneğin, Erdoğan aşkıyla divane ‘Şemso’nun gazetesinde, Türkiye’nin PKK ve PYD’ye silah yardımı yapması önerilebilmişti:
Türkiye tüm siyasi ve ahlaki zorluklarına rağmen PKK’yı artık düşman olarak değil çözüm ortağı olarak görmeli. Kürt sorununun çözümünde de, IŞİD’e karşı verilen mücadelede de PKK’nın etkisinden ve gücünden yararlanmanın yollarını aramalı. Daha önce de yazdığım ve söylediğim gibi PKK/PYD’nin Almanya’ya, Amerika’ya, Fransa’ya yaslanacağına Türkiye’ye yaslanması sağlanmalı. Güvenliği Türkiye’de aramalı, gerekirse silah ve mühimmatı Türkiye onlara temin etmeli.” (Mensur Akgün, Star, 28 Haziran 2015)
***

“SANA BU SAVAŞI YAPTIRMAYACAĞIZ!”
Saraydan çıkmama uğruna evlat kanıyla yazılıp sahnelenen senaryo o denli göz göre göre ki.
ADAM-DER’in son bildirisinde de vurgulandığı üzere, ilerde savaş suçuyla sanık sandalyesine oturtulması muhtemel “sivil” cunta, iktidarı tümüyle yitirmemek için Türkiye’yi düşük yoğunluklu iç savaşa götürüyor, her milliyet ve inançtan halklarımız arasındaki kardeşlik bağlarına kin ve nefret bombaları yağdırıyor. Kanlı senaryonun Başbakan rolündeki yardımcı oyuncusu, evlatların feda edileceğinden söz ediyor. Feda edilen elbette kendi evladı olmayacak.
Cunta, Türkiye topraklarını ve hava sahasını emperyalist orduların kullanımına açmakla, işbirlikçi ruhunu da bir kez daha gözler önüne serdi.
Türk gençlerini Kürt gençlerini Arap gençlerini, hangi milliyet ve inançtan olursa olsun insanlarımızı birbirlerinin avı ve avcısı haline getiren senaryoya seyirci kalınmamalıdır.
Senaryonun bozulmasında en zor görev HDP’ye düşüyor. “Seni başkan yaptırmayacağız” kararıyla kişi diktatörlüğüne gidişin önlenmesinde en etkili rolü oynayan HDP, Kürt meselesinde barışçı çözümün iradesi olarak da siyasi hırsızlık barajını yıkmayı başardı.
HDP şimdi de “Sana bu savaşı yaptırmayacağız” kararına tüm gücüyle ve samimiyetle sahip çıkmakla yükümlüdür. Bu anlayışla seçim öncesindeki kanlı provokasyonları nasıl boşa çıkarmayı başardıysa, şimdi de PKK’yi şiddet fetişizminden vazgeçip elini tetikten çekmeye ikna etme, böylece sivil cuntayı düşük yoğunluklu iç savaşın Bahçeli çukurunda kendi cehaleti, korkusu ve faşizmiyle baş başa bırakma göreviyle karşı karşıyadır.

Türkiye’nin tümüyle Suriyeleşmemesi, daha fazla kan akmaması için savaş akbabaları değil, barış anaları kazanmalıdır.

2 yorum:

  1. HER SAVAŞIN SONUNDA ARTI EKSİLER DEĞERLENDİRİLİR SAVAŞIN HATA YAPANLARI BEDELİNİ ÖDEMEKLE YÜKÜMLÜ OLURLAR.akan kanlar durdurulmalı bu güzel ülkemde barış içinde yaşamak hakkı olmalı. saygılarımla.ŞEHİT HABERİ OLMAYAN BİR GÜN DİLİYORUM.

    YanıtlaSil