24 Ağustos 2016 Çarşamba

DEVLET YÖNETİMİ ERDOĞAN’A BIRAKILAMAZ!

Ülkemiz yakın tarihin en sıkıntılı dönemini yaşıyor. Bir nebze nefeslenme olanağı veren 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana bombalı katliamlarla, sokağa çıkma yasaklı operasyonlarla ülkenin dört bir yanı yangın yeri. Nihayet İslamcı faşist iktidar ortakları arasında boğazlaşmaya dönüşen darbe süreci, daha açık deyişle F tipi darbenin T tipi darbeye dönüşmesi, sözcüğün gerçek anlamıyla ülkemizin kimyasını değiştirdi. Darbe süreci ülkemizin kimyasını değiştirmekle kalmadı, toplumsal belleği, siyasal eleştiri ve sorgu refleksini de sıfırladı. Toplumsal barış, akıl, ahlak ve utanma duygusu ise dinci iktidar döneminde zaten sıfırlanmıştı.
Darbe süreci toplumsal siyasal belleği sıfırladı. Örneğin, darbe girişimi öncesinde hep tartışma gündeminde olan rüşvet ve yolsuzluk olayları, zekât hırsızlıkları, evde yığılan dolar tepeciği, rüşvet ve hırsızlıkların Meclis’te sayısal ve siyasal çoğunluk oylarıyla, yargıda savcı marifetiyle örtbas edilmesi artık hatırlanmıyor. Siyasal güç dengesi emek barış ve demokrasi güçleri lehine değişmedikçe bir daha da hatırlanmaz. Keşke unutulmasaydı bu ahlaki yozlaşma ve yoksullaşma.
Toplumsal siyasal bellekte unutulsa da, - nasıl bir zekâ eseridir, belki de bilinçaltı suçluluk duygusunun dışavurumudur- Başbakan Binali Yıldırım ikide bir, FETÖ ile mücadelede milat olarak 17/25 Aralık 2013 tarihini esas alacaklarını söylüyor. Sanki FETÖ, darbeye kalkışacak güce o tarihten sonra ulaşmış gibi.
Zaten darbe süreci esas olarak Başbakan’ın hatırlatmadan edemediği tarihte hırsızlık ve yolsuzlukların kurcalanmasıyla başladı. Yolsuzluklar kurcalanmadan önce İslamcı iktidar ortakları arasında hasret ve muhabbet nutukları atılıyor, bazen de “Ne istediniz de vermedik” diye sitemler ediliyordu. 15 Temmuz boğazlaşmasıyla birlikte hasret ve muhabbet nutukları unutuldu gitti.
Unutulan, anımsanmayan çok şey var. Hangi birini saymalı? Örneğin, Ergenekon, Balyoz, casusluk filan gibi isimlerle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kurulan tuzaklar, bir başbakan yardımcısının “Milli orduya kumpas kurmuşlar” itirafıyla ancak hatırlanabilmişti. İslamcı suç ortakları, ülkenin kanlı geçmişiyle yüzleşme fırsatı olması gereken o davaları elbirliğiyle hukuk cellatlarına teslim ettiler. 15 Temmuz sonrasında bu kumpaslar ve “Ben Ergenekon’un savcısıyım” diye itiraf edilen suç ortaklığı da unutuldu. Daha tuhafı, bir ikisi dışında, bu kumpas ve tuzaklarla hayatı karartılanlar da pek hatırlatma gereği duymuyorlar. Nasıl bir ittifak içine girdilerse artık...
İstanbul Kabataş İskele Meydanı’nda acayip kılıklı yetmiş seksen kişilik bir topluluğun başörtülü bacıyı taciz ettikleri, üzerine işedikleri, bebeğini yere attıkları yalanı da unutuldu. İyi ki unutuldu bu yalan. İyi ki halkımız bu yalanı, meydanlarda kürsülerde döne döne yinelenen bu ahlaksız provokasyonu ciddiye almadı, yoksa ülkemizin tarihine hiç silemeyeceğimiz bir utanç kazınırdı.
Camiye bomba koyacaklardı, camide içki içtiler yalanları, babanın kızını şehvetle öpebileceğine dair Diyanet fetvaları, çocuk pornocusu ilahiyatçılar da unutuldu.
Şam’da zafer namazı rüyası, Ortadoğu’da bizden habersiz yaprak kımıldamaz” palavrası, savaş bahanesi için Suriye’den Türkiye’ye füze atma projesi de unutuldu gitti.
Suriye çöllerinden kopup Ege’nin mavi sularında boğulan insanlık, Kürt illerinde kokmasın diye bebeğinin cesedini buzdolabında saklayan annelerin dramı da unutulanlar arasında. Ancak Başbakan Yardımcısı’nın “Başımıza gelenler Suriye politikasının sonucu” demeciyle veya iğrenç tecavüz haberleriyle hatırlanabiliyor.
İŞİD ve diğer cihatçı çetelerin Türkiye’deki din kardeşi iktidar tarafından “Bölgedeki hoşnutsuzluğa tepki” söylemiyle meşrulaştırılması, el altından silahlandırılması, şartlar değişince şeytanlaştırılması da unutulanlar arasında. Sahi, IŞİD’in ülkemiz topraklarında patlattığı bombaları, kasabalarımıza köylerimize fırlattığı füzeleri kim vermiş olabilir?
Unutulan, artık üzerinde durulmayan ne çok toplumsal yara var. Katliama dönüşen kadın cinayetleri, “fıtratın icabı” denilerek olağanlaştırılan iş cinayetleri, çevre ve doğa katliamı, sesi soluğu kesilmiş üniversiteler, her geçen yıl daha da gericileşen eğitim sistemi, hak arama kapısı olmaktan çıkan mahkemeler, haber ve yazılarından dolayı cezaevlerine atılan gazeteciler yazarlar, temsil ettikleri kitleye yabancılaşmış sendikalar...
Ülkemizin sivil direniş tarihine altın harflerle yazılan Gezi Parkı’nda kopartılan fidanlar da tartışma platformlarında unutulanlar arasına girdi, her birini saygıyla sevgiyle anıyorum.
***

Toplumsal bellek sıfırlandığı gibi, siyasal eleştiri ve sorgulama refleksi de sıfırlandı. Meclis’in iktidar partisi, ana muhalefet partisi, yavru muhalefet partisi, milli birlik beraberlik ruhu içinde aynı dilden konuşuyorlar artık.
Öyle ki, İçişleri Bakanı Efkan Ala, “Bir dönem 81 validen 74’ü FETÖ’cüydü” diyor. Başbakan Binali Yıldırım da generallerin yarıdan fazlasının ve binlerce subayın atılmasından sonra bile subay kadrosunun yüzde 60-70 oranında FETÖ’cü olduğunu söylüyor.
Yani devletin yargısı, bürokrasisi, askeriyesi, emniyeti alenen Cemaat’e teslim edilmiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan FG Cemaati ile ortaklığını “Allah dedikleri için destek olduk, Allah affetsin” diyerek tekraren itiraf ediyor.
Eski Başbakan Yardımcısı eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek, “FETÖ günahının yüzde 90’ı bize ait” diyerek itirafı sürdürüyor.
Ancak ne bu itiraflar siyasal eleştiri ve hesap sormaya dönüşüyor; ne de “Cemaat devleti ele geçirdi” iddialarına eski AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in “Buna kargalar bile güler” diye karşılık verdiği hatırlanıyor. Şimdilerde FG’ye kaplan kesilen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Fetullah Gülen Türkiye’nin yetiştirdiği bilge bir insandır” sözleri de hatırlanmıyor.
Siyasal yapıdaki sersemlik ekranlarda gazete sayfalarındaki sersemlikle tamamlanıyor. Toplam tirajın yüzde 2’sini ancak bulan sol sosyalist gazeteler dışında medya ancak darbe dönemlerinde rastlanabilecek tek seslilikle, F tipi darbenin T tipi darbeye dönüşmesini alkışlıyor.
***

Özetle siyasal İslamcı suç ortaklarının yönetiminde Türkiye iflas etti. 15 Temmuz sürecinde dönülen iflas kavşağında toplumsal bellek, siyasal eleştiri ve sorgu refleksi sıfırlandı.
İflas çukurunda ancak darbe dönemlerinde görülebilecek bir sersemlik durmadan yeniden üretiliyor. FETÖ, ikiz kardeşi “Reis” için yıllarca sarılacağı can simidi oldu. Yaşanan yaşanacak kötülüklerin faturası medyada, meydanlarda, minberlerde, siyaset kürsülerinde FETÖ’ye çıkarılıyor. Öyle ki, bir başbakan yardımcısının ifadesiyle yolda arabanın lastiği patlasa FETÖ’den biliniyor. Akla dayalı siyasal eleştiri ve hesap sorma refleksi öylesine sıfırlandı yani. Nispi toplumsal iç barış, ahlak ve utanma refleksi zaten sıfırlanmıştı. Kavga etmedik komşu ve bölge ülkesi bırakmayan AK/Saray iktidarı, nihayet Suriye bataklığına doğrudan daldı, rezil iç savaşın doğrudan parçası oldu.
İflas kavşağında Cumhurbaşkanı Erdoğan, devleti sıfırdan yeniden kurmaktan söz ediyor.
Devleti sıfırdan yeniden kurmanın zorunluluğu tartışılmaz. Ancak genel iflasın birinci derecede sorumlusu olarak Erdoğan’ın devleti yeniden kurmaya hakkı yok. Erdoğan’ın entelektüel donanımının ve beşeri sermayesinin değil devleti yeniden kurmak, devlet yönetmeye bile yeterli olmadığı yeterince görüldü; on dört yılda ülkeyi ve devleti getirdiği nokta ortada. Erdoğan’a ve “dava” arkadaşlarına düşen tek görev, hesap vermektir. Bu hesap “Allah affetsin” denilerek geçiştirilemez.
Kendisinden hesap sorulmayıp devleti yeniden kurmasına seyirci kalındığı takdirde, Erdoğan’ın kuracağı devlet FG Cemaati yerine başka cemaatlere yaslanacak demektir. Nitekim öyle olmakta, Türk Silahlı Kuvvetleri AK Silahlı Kuvvetlere evrilip hassa ordusuna dönüşüyor, FG Cemaatinden boşalan sivil kadrolara başka cemaatlerden “alnı secdeli” müritler dolduruluyor.

Yinelemeli ki devleti sıfırlayanın devleti yeniden kurmasına seyirci kalınamaz. Devlet yönetimi Fetullah Gülen’e bırakılmadığı gibi Recep Tayyip Erdoğan’a da bırakılmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, cemaatlerin tarikatların, hayata dair bilgisi bilinci bin dört yüz yıl önceye ait müritlerin değil, ezilenlerin yoksulların emekçilerin kadınların çocukların ve gençlerin devleti olmalıdır.

2 yorum:

  1. Ah ne yapalım ki
    Az olmanın esaretinde
    Azdan çok olamamanın zulmetindeyiz
    Demek ki yerinde keyfimiz
    Yokluğun sukunetini
    Varlığın hengamesine tercihteyiz
    Kaybedeceklerimizin telaşesinde
    Kazanacaklarımızın üşengeçliğindeyiz
    H.H

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil