17 Şubat 2017 Cuma

REFERANDUMDAN EVET ÇIKMAZSA İÇ SAVAŞ MI ÇIKACAK?

Referandum tarihi kesinleşti: 16 Nisan. Bu tarihte sözüm ona “Türk tipi cumhurbaşkanlığı sistemi” diye kodlanan anayasa değişikliği için seçmenler sandık başına gidecek.
Oylanacak olan metin, sıradan bir anayasa değişikliği değil. Anayasa değişikliği adı altında İslamcı faşist tek adam darbesi için hazırlanan kanun metni oylanacak. Yani, 12 Eylül faşizmini de geride bırakacak ölçüde vahim bir gericilik ve istibdat metni oylanacak. Anayasa değişikliği adı verilen bu metin kabul edilirse, Türkiye istibdat rejimine dönmüş olacak; daha doğrusu fiilen gerçekleşen istibdat darbesi sözüm ona anayasal bir çerçeveye kavuşacak.
Vurgulamalı ki, Erdoğan ve temsil ettiği sermaye gruplarının ve İslamcı hareketin referandumu yitirmeye tahammülleri yok. Benzer şekilde 2007’den bu yana yapılagelen seçimleri ve referandumları yitirmeye de tahammülleri yoktu. Her şeye karşın, o seçimler ve referandumlar sırasında ekonomi ve siyasetin genel seyri, toplumdaki hoşnutsuzluğu ve tepkileri yumuşatmaya yetecek güçteydi. Bu nedenle o seçimler ve referandumlar sırasında nispeten barışçı bir dil kullanabiliyorlardı. Bugün ise ekonomi aynı güce sahip değil. Dış ticaret ve cari işlemler dengesi, milli gelir artış hızı, işsizlik rakamları, yoksulluk ve açlık endeksi verileri çok ciddi alarm işaretleri veriyor. Bu yüzden giderayak Varlık Fonu kurdular. Dolayısıyla bu kez referandumu yitirmeleri ciddi olasılık.
Ekonomideki negatif seyir, siyaseti ve dış politikayı da belirliyor. Unutulduğu sanılan darbeci gelenek hortladı, ülke 12 Eylül askeri faşizmi kadar beter bir OHAL rejimine sürüklendi.
İşte bu OHAL sürecinde Erdoğan ve temsil ettiği sermaye grupları, yitirmeye tahammülleri olmayan bir referandumu kabullenmek zorunda kaldılar.
***

TERSİNE DÖNEN EVET RÜZGÂRI
Referanduma iki ay kala Erdoğan’ın ve partisinin ticari eklentisi anket kuruluşları ve tamamen satılmış veya sinmiş medya mecraları bir zafer beklentisi içinde görünmüyorlar. Mevcut siyasi atmosfer, toplumsal sınıf ve grupların referandum için belirginleşen mevzilenmeleri, Erdoğan cephesinde coşkulu zafer marşları söylenmesine imkân vermiyor. Erdoğan’ın yüzde 58 oy oranıyla kazandığı 2010 referandumunda “Yetmez ama evet” diyen liberaller ya içerdeler ya firardalar, kalanları ise ağlamaklı pişmanlık şarkıları söylüyorlar. O referandumu boykot eden Kürt hareketi bugün HAYIR kampanyası yürütüyor. Öyle ki, söz konusu anayasa değişikliğini dayatan Devlet Bahçeli’nin seçmenlerinin 4’te 3’ünün bile “Terör örgütleriyle aynı safta mı yer alacaksınız?” propagandasına aldırmadan ret oyu eğiliminde olduğu gözleniyor. PKK ve eklentisi TAK ahmakça eylemler yapmadıkça, milliyetçi seçmenlerin bu tutumunda bir değişiklik olması da beklenmiyor...
Bu betimleme müzmin bir muhalifin betimlemesi değil. Erdoğan ve AKP’nin embedded muhabirleri ve köşe yazarları da benzer bir siyasi atmosferden söz ediyorlar; “Evet rüzgârı tersine döndü” diye alarm veriyorlar. Öyle ki, iktidar yandaşı medyanın yazarları birbirlerini “davaya ihanet” etmekle “yeterince coşkulu” olmamakla suçlamaya başladılar.
***

EVET ÇIKMAZSA İÇ SAVAŞ TEHDİDİ
Söylediğimiz gibi Erdoğan ve temsilcisi olduğu sermaye gruplarının 16 Nisan referandumunu yitirmeye tahammülleri yok. Yitirirlerse siyasi sürecin nasıl ilerleyeceği bugünden kestirilemez. Sandıktan güçlü bir HAYIR çıkarsa, baskı altındaki yargı eliyle ya da TBMM’de sayısal çoğunlukla kapatılan Yüce Divan’lık nice vukuatın hesabının sorulmasına kadar ilerleyebilir siyasi süreç. O yüzden referandumu yitirmemek için referandum kampanyasını terörize etmeye çalışıyorlar; HAYIR oyu verecek yurttaşları “terörist” “darbeci” diye yaftalayıp kriminalize ediyorlar. Çok daha vahimi, iç savaştan bile söz etmeye başladılar.
Havuz medyası ne kadar görmezlikten gelse ya da küçültse de, AKP Manisa İl Başkan Yardımcısı’nın iç savaş tehdidini duymayan kalmadı: “Yüzde 50’yi geçemezsek ve bu referandum oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazır olun!
Kendi partisinden bile gelen tepkiler üzerine söz konusu siyasetçi görevinden istifa etmiş; istifa ederken de sözlerinin çarpıtıldığını savunmuş.
Tabii ki bir çarpıtma yok ortada. Zaten ilk vukuatı da değilmiş bu sözler. Daha önce de Libya, Tunus, Mısır, Irak, Suriye ve Ukrayna’daki sıcak savaşların Türkiye’de de olacağından söz etmiş. Yani dil sürçmesi veya maksadını aşan bir söylem değil. Hiç fütursuzca iç savaştan söz ediyor.
Vahim olanı şu ki, sadece o kişiye özgü bir dil sürçmesi değil, iktidar partisinin sahip olduğu zihniyetin çok dürüstçe ikrarıdır.
***

KANLI MI OLACAK KANSIZ MI?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da birkaç kere, bu anayasa değişikliğini kan dökmeden yapamayacaklarını söylemişti. Kılıçdaroğlu’nun kastı kendilerinin de silaha sarılacakları, böylece iç savaş çıkacağı değil, iktidarın toplumsal muhalefeti kan dökerek bastırma niyetiydi. Zaten epeydir kan dökülüyor. Öyle ki, AKP iktidarı döneminde öldürmek sıradanlaştı. Geçmiş yılların “siyasi cinayet, suikast” terimleri literatürden kalktı. Artık katliamlardan söz ediliyor. Roboski, Reyhanlı, Suruç, Ankara Gar, Merasim Sokak, Güvenpark, Atatürk Hava Limanı, Gaziantep, Reina... Nihayet AKP Manisa yöneticisinden açık açık iç savaş tehdidi.
AKP Manisa İl Başkan Yardımcısı durduk yerde iç savaştan söz etmedi. Hatırlatmak gibi olmasın, böylece ikrar edilen iç savaş hamlesinin Türk siyasi tarihinde çok kanlı bir öyküsü vardır.
Ne zaman emek yanlısı sol siyasi seçenek güç kazandıysa düşük yoğunluklu iç savaşla bastırdılar. Ne zaman sermaye grupları birbirlerine düştüyse, iç savaşla tehdit ettiler.
Öyle çok gerilere gitmeye yok. 27 Mart 1994 yerel seçimleri yapılmıştı. CHP ve o tarihte kurulu SHP, yanları sıra merkez sağdaki DYP ve ANAP yenilgiye uğramış, Ankara, İstanbul ve Konya belediyelerini RP kazanmıştı.
O tarihlerde SHP’nin başkanı Murat Karayalçın, CHP’nin başkanı Deniz Baykal. Yenilgiyi kabullenmişler. Fakat medyada CHP ve SHP’ye mal edilen tehditlerin haberleri:
Ankara Gökçek’e mezar olacak!”
RP genel merkezine fakslar: “Kanımızı dökeceğiz, Size bırakmayacağız!”
Bunun üzerine RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, partisinin 13 Nisan 1994 tarihli grup toplantısında, tarihe geçen konuşmasını yaptı: “Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak? Bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum amma, bunların terörizmi karşısında herkes gerçeği açıkça görsün diye bu kelimeleri kullanma mecburiyetini duyuyorum. Türkiye´nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım, Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart. Geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak. Altmış milyon buna karar verecek.”
Oysa Erbakan takiyye ustasıydı, benzer durumlarda bu söylemlerin üç beş kendini bilmezin marifeti olduğunu, ilgili kuruluşların buna itibar etmeyecek kadar sağduyulu olduklarını söylerdi. Ne ki, o günlerin zafer coşkusu içinde dilindeki prangayı çözmüş, takiyyeye gerek duymamıştı. Zaten öteden beri dinci söylemle “Namaz dinin direği, cihad ise zirvesidir. Biz siyaset değil cihad yapıyoruz”, “Bu parti İslami Cihad Ordusu'dur” diyor, farklı inanç sahiplerini patates dininden olmakla karalıyordu. Yine o günlerde RP’den bir milletvekili “Kan dökülecek, fıstık gibi olacak” diyerek hocasına arka çıkıyordu. Şu günlerde Erdoğan’ın danışman kadrosundaki bir akademisyen de “Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesinler” diye akıl veriyordu.
***

“EZER GEÇERİZ”
Tekrar vurgulamalı ki Manisa’da edilen iç savaş sözleri, sadece o kişiye özgü bir dil sürçmesi değil, iktidar partisinin sahip olduğu zihniyetin çok dürüstçe ikrarıdır. Nitekim, partinin şu an genel başkanı ve Başbakan görünen Binali Yıldırım, “Hayır diyenler teröristlerle birlikte hareket ediyor” diyerek hayır oyu verecek yurttaşları peşin peşin suçlu ilan etti. Fiili genel başkan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ise çok daha açık dille, “Hayır diyenlerin konumu aslında 15 Temmuz’un yanında yer almaktır. Kimse sağa sola çekmesin” diyerek darbeci yaftası yapıştırdı.
Esasen Erdoğan siyaseten kendisini var eden burjuva parlamenter sistemini gitmek istediği istasyona varınca ineceği tramvay olarak gördüğünü saklamadı. “Minareler süngü kubbeler miğfer, camiler kışlamız müminler asker” dizelerini okuyarak parlamenter sisteme ilişkin samimiyetsizliğini de saklamadı, bu yüzden mahkum bile oldu. Taksim Gezi direnişinden bu yana sürekli “yeni bir İstiklal Savaşı verildiğinden” söz eden Erdoğan’a atfedilen çok daha vahim sözler medyada haberleştirildi, üzerine köşe yazıları yazıldı ki, bugüne değin yalanlanmadı. Buna göre, çok üst düzey bir bürokrat, emekliye ayrılırken Erdoğan’a veda ziyareti yapıyor. Erdoğan projelerini anlatınca bürokrat diyor ki “Bu dediklerinin yarısını yap, iç savaş çıkar.” Erdoğan ise “Çıksın, ezer geçeriz” diye karşılık veriyor... (Levent Gültekin’den aktaran Aydın Engin, Cumhuriyet, 20 Haziran 2016)
Yani, Manisa’da edilen söz, dil sürçmesi filan değil. Yalanlanmayan bu habere göre Türkiye, iç savaşı göze almış bir lider ve partisi tarafından yönetiliyor. Lider ve çevresindeki yardımcıları hayır” oyu verecek on milyonlarca yurttaşı teröre hizmet etmekle suçlarsa, partinin yerel yöneticileri de işte böyle dürüstçe ikrar ederler. Böyle nutuklarla tahrik olmaya teşne “meczuplar” daha da ileriye gidebilirler...
MHP’li Sinan Ogan, AKP’nin ‘Halk Özel Harekât’ gibi gerektiğinde toplumun diğer kesimi üzerine salmak üzere paramiliter yapılanma çalışması içinde olduğunu, esnafa silahlı eğitim verdiğini iddia ediyor ki, henüz yalanlanmadı. Umulur ki, halkın sağduyusuna güvendiğini belirten Oğan’ın “Ne olursa olsun bu milleti iç çatışmaya sürükleyemezler” temennisi doğru çıkar.
***

İÇ SAVAŞA HAYIR!
Halk sağduyulu olsa da, “bürokratik vesayet ve oligarşi” diyerek kuvvetler ayrılığını engel sayan, kendisini anayasa ile bağlı görmediğini, anayasanın bekleme odasında olduğunu söyleyegelen lider “İç savaş çıkarsa çıksın, ezer geçeriz” demişse, o ülkede iç savaş senaryosu ciddiyet kazanır.
Bilmeyenler için vurgulamalı ki, iç savaş Kürt kentlerinde hendek kazmalarına göz yumulan çocukların gençlerin resmi güvenlik güçlerince tankla topla “etkisiz hale getirilmesi” değildir. Resmi güvenlik güçleri dışında eli silahlı kişilerin birbirlerinin evlerini işyerlerini basması, evde sokak ortasında resmi koridorlarda birbirlerini öldürmeleridir iç savaş.
Çok yakın tarihte Bosna’da, Ruanda’da; bugün Afganistan, Suriye, Irak, Libya, Yemen’de yaşandığı üzere, devletler arası savaştan çok daha korkunçtur, bir toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir iç savaş. Ordunun ve polisin bölünüp kendi içinde vuruşması, kendi içinde vuruşurken Dilek Doğan ve Ali İsmail Korkmaz cinayetlerini sıradanlaştırması; ordu ve polisten ayrı olarak sivil alanda kardeşin kardeşi vurması, düne kadar selamlaşan insanların birbirlerini öldürmekle kalmayıp karınlarını bile deşmesi, karnından ciğerlerini çıkarıp dişlemesi, çocuklara ve kadınlara tecavüz edilmesi, evlerin içindekilerle birlikte ateşe verilmesidir iç savaş. Bugün “Hazır olun” diyerek tahrik eden çığırtkanların da kurbanı olmaktan kurtulamayacağı bir mukateledir iç savaş.
Türkiye, “içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmeyen” sadece kendisine Müslüman sadece kendisi için “demokrat” dinci kadronun yönetiminde iç savaş olasılığının ciddiyet kazandığı bir eşiğe geldi ne yazık ki. Yukarıda da söylediğimiz gibi öldürmek sıradanlaştı bu iktidar döneminde. Siyasi cinayet ve suikastların yerini katliamlar aldı.  Roboski, Reyhanlı, Suruç, Ankara Gar, Merasim Sokak, Güvenpark, Atatürk Hava Limanı, Gaziantep, Reina... Milliyetçi mukaddesatçı ittifak bugün de, Kürtlerin siyasal temsilcilerini tutuklayarak, Alevileri ve solcuları dışlayarak, emek örgütlerini baskı altında tutarak, FETÖ temizliği bahanesiyle devlet dairelerinden ve üniversitelerden barışçı demokrat solcuları tasfiye ederek, ana muhalefet partisini bile düşmanlaştırarak “ezer geçeriz” rahatlığıyla iç savaşa, daha doğrusu pogroma zemin hazırlıyor.
Toplumsal fay hatlarında artık açık açık iç savaştan söz etmeye yeterli öfke ve nefret birikti. “Ne istedilerse verilerek” güçlendirilen darbeci çete 15 Temmuz’da kısa süreliğine de olsa başarsa, ülke iç savaşın cehennemine daha o gün yuvarlanmış olacaktı.

Her şeye karşın bu ülkenin demokrasi cephesi, pogrom heveslisi dikta cephesi karşısında sanıldığı kadar güçsüz ve çaresiz değildir. Referandum sandığından HAYIR ne denli güçlü çıkarsa iç savaş çığlıkları o denli zayıflayacaktır.

2 yorum:

  1. Yazıdaki tesbitlere katılıyorum. Güncel süreç ve referandum sonuçları konusunda çok isabetli değerlendirme. Emeğine sağlık.

    YanıtlaSil