Hapishaneden dışarıya adımını atmak, yani tahliye olmak, bir insanın yaşayabileceği en derin sevinç ve mutluluklardan biridir. Ancak yaşayanlar bilir. Ne var ki siyasi mahpuslar, bu sevinci doyasıya yaşayamazlar, mutlulukları yarım kalır. Çünkü, dostlarını yoldaşlarını içerde bırakmanın mahcubiyetiyle çıkarlar hapishaneden.
Gezi Parkı davası tutsaklarından Mücella Yapıcı, Silivri zindanından çıkarken “Burada canlarımı bıraktım” sözleriyle dile getirmişti mahcubiyetini.
Merdan Yanardağ da Silivri kapısından dışarıya adımını atarken açık açık mahcubiyetini yüreğindeki yarayı anlattı: “Duygusal bir psikolojiyle çıkıyorum. İçimde derin bir yara var. Çünkü içerde Can’lar var. Orada arkadaşlarımı bıraktım. Esir alınmışlar, imha edilmek isteniyorlar. Onları içerde bırakarak çıkmaktan utanıyorum.”
Merdan’ın Mücella’nın dile getirdikleri duygu öyle tanıdık ki. En yalın haliyle, (Ahmet Arif’in deyişiyle) “zincirin zulmün kâr etmediği büyük tahammülün” besleyip büyüttüğü cezaevi arkadaşlığının, dostluğun, mücadele yoldaşlığının psikolojisi ve devrimci ruh halinin duygusudur. Dediğim gibi, yaşayan bilir. 12 Eylül faşizminin zindanlarından Metris’ten tahliye olurken aynı duyguyla yüklüydüm. Foseptik çukuru üstündeki E/7 koğuşunun demir kapısı aralandığında, yüzüm dostlarıma dönük, geri geri adım atarak çıkmıştım. Demir kapı geride bıraktığım dostların üzerine kapandıktan sonra normal yürüyüşe geçmiştim. Aradan 38 yıl geçti, kalbimin bir yarısı hâlâ içerde tutsaktır. Dışarısı ise zaten açık cezaevidir!
***
İçerde esir tutulan nice insan var. On binlerce. En çok bilinenleri Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı, Can Atalay, Osman Kavala, Barış Pehlivan...
Osman Kavala, Can Atalay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Gezi Parkı davası mahkumları olarak esir tutuluyorlar. İddianameye, mahkemenin hükmüne ve Yargıtay’ın 28 Eylül 2023 tarihli onama kararına göre suçları hükümeti devirmeye teşebbüs. Baş suçlu Osman Kavala, cezası ağırlaştırılmış müebbet. İdam cezası kaldırılmamış olsa idamlık yani.
***
FETÖ’DEN MİRAS GEZİ DAVASI
Gezi Parkı davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin mahkûmiyet hükmünün, bu hükmü onayan Yargıtay kararının yargı tarihinde benzeri var mıdır, bilemiyorum. Olduğunu sanmıyorum. Olsa olsa Karakuş Kadı’nın kararlarıyla kıyaslanabilir. “Hükm-i Karakuşi” kadar garip, acayip, saçma bir mahkûmiyet hükmü yani.
Mahkemenin ve Yargıtay’ın mahkûmiyet kararı telefon dinlemelerine dayandırılmış, başkaca delil yok. Telefonları dinleten emniyet müdürü halen FETÖ davasından hapiste. Dinleme kayıtlarına dayalı iddianameyi 17/25 Aralık 2013 hırsızlık yolsuzluk rüşvet skandalının savcısı yazmış; o savcı da 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında firarda.
FETÖ’cü polisin fezlekesi ve FETÖ’cü savcının iddianamesiyle açılan dava 2015 yılında beraat kararıyla sonuçlandı, kesinleşti. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde sonra dosya raftan indirildi. Osman Kavala, 1 Kasım 2017’de “hükûmeti devirmeye teşebbüs” ve “cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni devirmeye teşebbüs” suçlamalarıyla tutuklandı. Gezi Davası yeni bir delil olmadan aynı fezleke ve iddianameyle yeniden açıldı. Mahkeme Ekim 2019’da tahliye kararı verdi ancak Kavala cezaevinden çıkamadan tekrar tutuklandı.
İkinci Gezi Davası’na bakan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, 18 Şubat 2020’de beraat kararı verdi, Kavala’nın tahliyesine hükmetti. Beraat kararında, Gezi dosyasındaki telefon dinleme kayıtlarının “yasak delil” olduğu, Kavala’nın Gezi’nin finansörü olmak bir yana MASAK raporuna göre bu konuda açılmış bir hesabının bile olmadığı belirtildi. Buna karşın Kavala cezaevinde çıkamadan bu kez casusluk suçlamasıyla tutuklandı. Bu arada, beraat kararı veren mahkemenin heyeti değiştirildi, haklarında HSK tarafından inceleme başlatıldı.
Beraat kararı istinaftan döndü, dosya bu kez 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verildi. Bu mahkemenin heyetinde daha önce AKP’den milletvekili aday adayı olan bir hâkim de yer aldı. Bu heyet, 26 Nisan 2022’de Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet, diğer sanıklara 18’er yıl hapis cezası verdi; casusluk iddiası için beraata hükmetti. (Madem casus değildi, niye yıllarca tutuldu?)
***
GEZİ DİRENİŞİ OTPOR’UN VE SOROS’UN MARİFETİYMİŞ
Mahkemenin hükmüne ve Yargıtay’ın onama kararına göre özetle,
Gezi Parkı eylemleri öngörülemez anlık bir toplumsal tepki hareketi değil, çalışmaları iki yıl öncesinde başlatılan planlı kalkışma hareketidir. Hazırlıkların arkasında uluslararası spekülatör George Soros, OTPOR ve Canvas vardır. Kafkasya, Ukrayna ve Arap ülkelerindeki turuncu devrim hareketleri de Soros ve OTPOR tarafından yönlendirildi.
(Ara not: OTPOR, 2000 yılında Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç’i deviren protesto hareketine öncülük eden gençlik hareketidir. CANVAS ise bu protestolardan doğmuş, Belgrat'ta Uygulamalı Şiddetsiz Eylem Stratejileri Merkezi.)
OTPOR yöneticileri Gezi’ye hazırlık aşamasında 2012 ve 2013 yıllarında Türkiye’ye geldiler. OTPOR yöneticisi Temmuz 2012’de Kahire’deydi. HTS kayıtlarına göre, M. Ali Alabora da oradaydı; ikisinin telefonlarının aynı tarihte Kahire’den sinyal vermesi rastlantı olamaz.
Dinleme kayıtlarına göre, Osman Kavala, Gezi’deki ihtiyaçları karşıladı. Kavala eylemcilerin ihtiyaçlarının karşılanması için başvurulan ilk kişiydi; gaz maskesi alımı için destek vereceğini söyledi, göstericiler için süt, kahvaltı, sandviç hazırlattı; masa, iskemle, ses sistemi temin etti. İnsan hakları eylemcisi yabancılarla görüştü, ortak basın toplantıları düzenledi. Yetmezmiş gibi, Avrupa Birliği yetkilileriyle de görüştü, Türkiye’ye göz yaşartıcı gaz satışının durdurulmasını istedi. Taksim Dayanışması ve Taksim Platformu, kararlarını Kavala’ya danışmadan almadı, uluslararası girişimler Kavala üzerinden yürütüldü. Medya yapılanması da Kavala aracılığıyla gerçekleştirildi...
Cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye teşebbüs suçunun kanıtları dinleme kayıtlarındaki bu konuşmalardan ibaret. Milyonlarca kişi Kavala ve arkadaşlarının bu eylemleri ve çağrıları üzerine meydanlara çıkmışlar yani! Yargıtay’ın onama kararına göre baş suçlu Kavala; diğerleri de aslında baş suçlu ama mahkeme delilleri kıymetlendirirken yanılgıya düşmüş, aleyhte temyiz olmayınca 18’er yıl hapisle yetinilmiş.
***
Mahkemenin, istinafın ve Yargıtay’ın yüzlerce sayfalık kararlarındaki mantık (daha doğrusu mantıksızlık ve absürtlük) özetle bunlardan ibaret. Bu saçmalıklar daha da uzatılabilir. Örneğin, cebir ve şiddet kullanıldığına ilişkin somut bir iddia ve kanıt yok. O eksiklik, PKK, KCK, DHKP/C, TKP/ML-TİKKO, MLKP gibi örgütlerin katılımları sağlanarak giderilmiş ama sanıklarla bu örgütler arasında bir irtibat, hiç değilse bir telefon konuşması olmuş mu? Yok.
Birbirleriyle telefon konuşmaları yüzlerce sayfa tutan sanıkların (kendilerini eğiten) OTPOR yöneticileriyle bir tek telefon görüşme kaydı var mı? O da yok.
Çok daha gülüncü, hükümeti devirmeye teşebbüs eden sanıkların birbirlerinden haberleri var mı? Sorunun yanıtı, delil olarak kabul edilen bir konuşma kaydında:
“MEHMET OSMAN KAVALA’nın ÇİĞDEM MATER UTKU’yu aradığı görüşmede özetle; Çiğdem’in “Ben şimdi Taksim’e doğru yürüyorum“ dediği, Mehmet Osman’ın “He İstanbul’dasın“ dediği, Çiğdem’in “Evet evet siz“ dediği, Mehmet Osman’ın “tamam ben de İstanbul’dayım“ dediği, Çiğdem’in “Ha“ dediği, Mehmet Osman’ın “Bizim depoda bir şeyimiz var misafirler falan var“ dediği, Çiğdem’in “Ha okey“ dediği”
Yani, cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmek için onca yıl OTPOR’dan eğitim, Soros’tan para almışlar ama yıllardır hazırladıkları Gezi direnişi sırasında birbirlerinin İstanbul’da olup olmadıklarından bile habersizler...
***
KORKUNUN ECELE FAYDASI YOKTUR
Sözü ve yazıyı uzatmanın gereği yok. Apaçık belli ki, karar yukarıdan verilmiş. Mahkemeden ve Yargıtay’dan hukuki kılıf giydirmesi istenmiş. Ama ne mahkeme hukuki kılıf uydurabilmiş ne de Yargıtay. Ortaya “Hükm-i Karakuşi” kadar saçma bir karar çıkmış. Gel de “Hukuk iktidarların…” diyen Mihail Aleksandroviç Bakunin’i saygıyla anma!
Bakunin’in aziz anısına saygı bir yana, Yargıtay’ın ve mahkemenin kararıyla birlikte, bir zamanlar Türkiye’nin demokratlarının İslamcıların coşkuyla sahiplendikleri Arap Baharı Türk yargısının kayıtlarına “özgürlük mücadelesi görünümü ile halkların, hükümetleri ortadan kaldırması” olarak geçti. Bu ayıp Türk yargısına fazlasıyla yeter!
Son söz olarak vurgulamalı ki, Gezi Parkı eylemleri otokrat iktidara karşı anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış, örgütsüz, şiddet içermeyen, spontane halk direnişiydi. Osman Kavala ve Can Atalay’ın şahsında yargılanan, bu direnişin ta kendisidir; Gezi’ye katılan herkes yani.Gezi direnişi, dinci faşist iktidarın en büyük korkusu olarak siyasi tarihe ve toplumsal belleğe kazındı. Korkunun ecele faydası yoktur! Dinci faşist iktidar Gezicileri şeytanlaştırıp mahkûm ederken direnişin yinelenmemesi için gözdağı veriyor. Cehalet ve kötülük iktidarı dilediği kadar gözdağı versin. Gezi direnişi bugün de toplumsal ve siyasal muhalefetin esin kaynağı olmalıdır.
İçerde esir tutulanlara selam olsun!
Gezi direnişinde katledilen gençlerin anılarına saygıyla!
Teşekkürler Rahmi kardeş. Sevgiler
YanıtlaSilOkuyan yüreğinize sağlık.
Sil