23 Ekim 2023 Pazartesi

FİRAVUNLARDAN NETANYAHU’YA VE ERDOĞAN’A


İnsan denilen canlı türünün iyiliğine sınır yok ama kötülüğüne hiç sınır yok. İnsan hem boynu bükük bir mazlum hem de kibirli bir zalim olabiliyor. Bir vakit ezilen horlanan birini ya da topluluğu, gücü ele geçirdiğinde görmeyegörün, nasıl da zalim kesilir, başkalarını ezer. 

Mazlumdan zalime dönüşümün tek değişkeni güçtür. Zalim/mazlum farkı güçten ibarettir. Güçsüzken boynu bükük mazlum, güçlendiğinde ilk fırsatta vicdansız bir zalim olabiliyor.

Mazlum/zalim diyalektiği insanlık tarihinin en ibret verici, en çok acı çektiren trajedilerinden biridir. Tarihte çokça mazlum, kurtulur kurtulmaz en vahşi zulmü yeni mazlumlara uyguladı. 

Mazlumun zalimleşmesinin çağımızdaki en çarpıcı örneği Yahudiler. Mitolojiye göre Davut ve Süleyman peygamberlerin yönetiminde yaşadıkları altın çağdan sonra Yahudiler, sonraki binyıllar boyunca zulme uğradılar, oradan oraya sürüldüler, kalıcı bir yurt edinemediler. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi işgali altındaki Avrupa’da tarihte rastlanabilecek en vahşi soykırımdan geçtiler. Çok değil, soykırımdan sadece birkaç yıl sonra zalimleşme sırası kendilerindeydi. 

* * *

FİLİSTİN’İN BÜYÜK FELAKETİ

Filistin halkıyla Yahudi halkın kaderleri hayli benzeşik. Filistin diye bilinen topraklar, adını M.Ö. 12. yüzyılda buraya göçen Filistlerden almış. Yahudiler Davut ve Süleyman peygamberler devrinde bağımsız devlet kurmuşlar ama Filistler hiç bağımsız olamamışlar; hep başka kavimlerin (Asuriler, Persler, Roma, Bizans, Arap, Osmanlı, İngiliz) boyunduruğu altında yaşamışlar. Her şeye karşın, İsrail devleti kurulana değin yurtlarından sürülmemişler. 

Filistin'in büyük felaketi, bölgeyi Osmanlı’dan devralan İngiliz manda yönetiminin sona ermesiyle başlamış. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere bölgeden çekilirken, Filistin’i bölge halkına devretmek yerine Araplar ve Yahudiler arasında paylaştırmış, bu paylaşımda Yahudilere nüfusuyla ters orantılı olarak Filistin’in yüzde 56’sını vermiş. Yahudi toplumu paylaştırmanın hemen ertesinde 1948’de İsrail devletinin kurulduğunu ilan etmiş. Adaletsiz taksimatı kabul etmeyen Arap Birliği İsrail’e savaş açmış; ancak Mısır, Ürdün, Suriye, Irak karşısında İsrail Batı emperyalistlerinin desteğiyle zafer kazanmış ve Filistin’de yeni yerler işgal etmiş; yüz binlerce Filistinli topraklarından sürülmüş. Bu felakete Nakba (talihsizlik, kadersizlik) diyorlar. (1915 yılında Anadolu Ermenilerinin tehcirini anımsatıyor mu? Onlar da Büyük Felaket anlamında Medz Yeğern diyorlar.)

Nakba sonrasında Filistinliler uzun süre kendilerine gelememişler; ancak 1958’de Yaser Arafat liderliğinde El Fetih’in kurulmasıyla örgütlenmeye başlayabilmişler. Birbirlerinden kopuk örgütler 1964’te Mısır lideri Nasır’ın himayesinde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) şemsiyesi altında toplanmışlar. FKÖ emekleme evresindeyken İsrail 1967’de giriştiği savaşta Mısır, Suriye ve Ürdün karşısında bir zafer daha kazanmış, Filistin’de yeni yerler işgal etmiş, yüzbinlerce yeni Filistinli mülteci yerinden yurdundan olmuş. 

Filistinli mülteciler 1971’de bu kez sığındıkları Ürdün’ün saldırısına maruz kalmış, on binlercesi katledilmiş. 1973 Arap-İsrail savaşında olan yine Filistin halkına olmuş. 

Nihayet 1974’te Birleşmiş Milletler, FKÖ’yü Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının meşru temsilcisi olarak kabul etti. Ancak FKÖ’nün Filistin halkının meşru temsilcisi olarak kabul edilmesi, Filistin’in kendi kaderini tayin etmesine yetmedi. Sürgünde FKÖ, (Tunus hariç) hangi ülkeye sığındıysa, İsrail’in yanı sıra o ülkenin de saldırısına uğradı. Mülteci FKÖ 1988’de Filistin’in bağımsızlığını ilan ettiyse de bağımsızlık kâğıt üzerinde kaldı. 

İslam ülkelerinde kökten dinciliğin etkinlik kazanmasına paralel olarak Filistin’de de İslami Direniş Örgütü (Hamas) 1987’de FKÖ’ye rakip ve alternatif olarak sahneye çıktı. Süreç Hamas’ın lehine gelişti. Yaser Arafat’ın 2004’te ölümünden sonra ayrışma keskinleşti; FKÖ Batı Şeria’ya sıkıştı, Gazze ise 2007’de Hamas’ın denetimine geçti.

***

Gerek Batı Şeria gerekse Gazze, Filistin halkı için yurt olmaktan çok toplama kampları. Her ikisinde de yerli halktan çok mülteciler var. Gazze’de hayat Batı Şeria’dakine kıyasla çok daha berbat. Akdeniz sahilindeki Gazze topu topu 350 km2 genişliğinde. Kıyaslamak gerekirse, Yalova kadar bir yer. Ancak, nüfus olarak dünyanın en kalabalık yeri. Bu kadarcık toprak üzerinde çoğunluğu mülteci toplam 2 milyon 300 bin kişi barınıyor. Barınmak sözün gelişi. İsrail’in izin verdiği kadar bir barınma. İsrail Gazze’ye on beş yıldır (elektrik ve su dahil) insanlık dışı bir abluka uyguluyor. Gazze’nin en ivedi gereksinmeleri bile daha çok yeraltı tünellerinden sağlanıyor. Uluslararası yardım kuruluşları, ağır çekim ölüme mahkûm Gazze’ye binbir güçlükle ulaşabiliyorlar.

İşte bu coğrafya parçası üzerinde radikal İslamcı Hamas, İsrail’e karşı nafile intihar eylemleri düzenliyor. Son “Aksa Tufanı” gibi her intihar eylemi ardından İsrail, acımasızca karşılık verip kadın erkek, yaşlı genç, çoluk çocuk ayırt etmeden öldürüyor; hastaneleri, camileri, kiliseleri ve okulları bile bombalıyor. İsrail saldırmak için çoğu kez bahaneye de ihtiyaç duymuyor; 1948’de kurulduğundan bu yana, küresel köyün zorba ağası ABD’nin sınırsız desteğinin verdiği cüret ve şımarıklıkla, topraklarına yerleştiği Filistinlileri evlerinden sürüp toplama kamplarına dolduruyor.

Bu trajedide aktörlerin siyasi duruşları ve söylemleri, ümmetçi, milliyetçi, ırkçı, dinci siyasetin ne denli iki yüzlü ve halkların yaşadığı acıyı istismar edici olabildiğini gösteriyor.

Recep Tayyip Erdoğan; din ve mezhep kardeşi olarak sahiplendiği Hamas’ın nafile intihar eylemleri ardından İsrail’in gaddar katliamlarını her defasında “soykırım” olarak nitelendiriyor; İsrail’i “terör devleti” olmakla suçluyor.

İsrail lideri Binyamin Netanyahu, “Kendi ülkesinde Kürt köylerini bombalayan, gazetecileri hapse atan, Gazze dahil teröristlerin masum insanları öldürmesine yardım eden bir liderden ahlâk dersi alacak değilim” diye karşılık veriyor.

 Dibi kararmış tencereler ya da şecaat arz eylerken birbirlerini teşhir eden merd-i kıbtîler arası atışmalar olarak görülse yeridir. Nasrettin Hoca’nın herkesi haklı görmesi de akla gelebilir. Hakikat ise çok daha acıklıdır.

***

"Aksa Tufanı” ardından İsrail bir kez daha Gazze’de hastaneleri, camileri, kiliseleri ve okulları bombaladı. Irkçı dinci faşist bir çete tarafından yönetilen İsrail’in Filistin halkına uyguladığı vahşetin kaçıncı tekrarıdır; uzak olmayan gelecekte kaçıncı kez tekrarlanacaktır, bilinmez.

Vicdan, İsrail’i yöneten ırkçı dinci faşist çeteyle İsrail halkının bir tutulmamasını salık verir. Nafile intihar saldırıları düzenleyen ırkçı dinci Hamas ile Filistin halkının bir tutulmamasını da.

Akıl ve tarih, ırkçı dinci ümmetçi milliyetçi politikaların ve politikacıların halklar arasında düşmanlık ve vahşet dışında bir sonuç üretmediğini, bu politikacıların pençesine düşen halkların gün yüzü görmediklerini, başka ulusları ezen ulusların özgür olamadıklarını söyler. Bu politikacıların birbirlerinden farklı olmadıklarını, topunun birden tarihin çöp sepetine atılması gerektiğini de.

Firavunlar kendi çağlarında tanrı biliniyorlardı. Kimi modern firavunlar da müritlerince “Allah’ın tüm vasıflarını üzerinde toplamış lider” biliniyor. Geçmişteki tanrı firavunlar bölge halklarına ne kadar huzur verdilerse, modern firavunlar da o kadar huzur veriyorlar! Firavunları hortladıkları yerlere iade etmeden bölgede barış ve huzur sağlanamaz. Barış ve huzur, halkların eşitliği, kardeşliği ve kendi kaderlerini tayin hakkına saygıyla mümkündür. En sade mantık ve izan bile, İsrail’in işgal ve ilhak ettiği topraklardan çekilmesinin, İsrail’in ve Filistin’in bağımsız komşu devletler olarak yapılanmalarının sorunun tek çözümü olacağını kavramaya yeter. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder