ABD’de New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkında uzun süredir yürütülen soruşturma iddianameye dönüşmüş. Adams, nüfuzunu kullanarak haksız çıkar sağlamakla suçlanıyor. Suçlamanın tam göbeğinde ise Türkiye ve Türkevi var.
Türkevi, New York’un ticaret, kültür ve finans merkezi Manhattan’da Birleşmiş Milletler genel merkezinin tam karşısında, mülkiyeti Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir bina. Türkevi’nde Türkiye’nin New York Konsolosluğu, BM Daimi Temsilciliği, TCMB New York temsilciliği gibi ofisler bulunuyor. Bina 1977’de Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in girişimiyle satın alındığında 12 katlıymış. AKP iktidarı döneminde büyütülmesi planlanmış; 2017’de yıkılan bina yaklaşık 300 milyon dolar harcanarak 35 katlı 171 metre yüksekliğinde yeniden inşa edilmiş; 2021 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılmış.
Meblağ ne olursa olsun, resmi bir inşaatta yolsuzluk usulsüzlük olmayacak. Ne mümkün! Nitekim Amerikan savcısının iddianamesine göre, New York Belediye Başkanı Adams, Türkevi yeniden inşa edilirken resmi izinler karşılığında, bağış adı altında rüşvet almış, THY ile yıllarca bedava uçmuş; seyahatlerinde lüks otellerde ve lokantalarda ağırlanmış. THY Adams’a 123 bin dolarlık bilet hediye etmiş. İnşaatı yürüten yetkililer Adams’ı hediye yağmuruna tutmuşlar.
Eric Adams hakkındaki iddianame dünya çapında haber. Nitekim Amerikan gazetelerinde manşetten yankılanmış. New York Times, haberi manşetten “Grand Theft Ottoman” (Büyük Osmanlı hırsızlığı) başlığıyla duyurmuş. Türkiye’de iktidar yandaşı medyada ara ki bulasın.Haber tam da Recep Tayyip Erdoğan’ın New York’ta olduğu gün patlamış. Erdoğan, gezi programını bitirmeden Türkiye’ye dönmüş. Oysa programın kalan bölümünde ABD Başkanı Biden’in vereceği yemeğe katılmak da vardı. Programın kalan bölümünde Amerikan gazetecilerinin buna ilişkin sorularına muhatap olmamak için mi erken döndü, bilinmez.
Erdoğan'a sorulamayan soru aynı günlerde Sosyalist Enternasyonal toplantısı için New York’ta bulunan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e soruldu. Özgür Özel nasıl yanıtladı dersiniz: “Türkiye rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil. Öyle bir acziyet içinde değil. Binanın kazandırılması sürecinde jest gördüysek fazlasını ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne tahsis edilen o muhteşem alan için yapmışızdır.”İnanılır gibi değil. Siyaseti asgari ilgiyle izleyen ama son günlerde gazete okumaya televizyon izlemeye fırsat bulamamış birine bu sözleri ve Türkevi olayını anlatsanız; sözlerin sahibini belirtmeden. “Bu yanıtı kim söylemiş olabilir?” diye sorsanız. Hiç kuşkusuz, “AKP Sözcüsü Ömer Çelik; o değilse CB İletişim Başkanı Fahrettin Altun” diye karşılık verir.
Gerçekten Özgür Özel CHP Genel Başkanı mı, AKP sözcüsü mü? On yıllardır siyasetin göbeğinde, bir yıldır da ana muhalefet partisinin başında. Değil bu deneyime sahip siyasetçi, en cahil kahvehane polemikçisi bile böyle bakmaz olaya. Hatta AKP Sözcüsü ve CB İletişim Başkanı bile. Nitekim Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü “New York’taki hukuki süreci yakından takip ediyoruz. Yurtdışındaki temsilciliklerimiz görevlerini Viyana Sözleşmelerine ve uluslararası diplomatik teamüllere uygun olarak ifa etmektedirler.” demekle yetindi.
Özgür Özel “Yargılamayı izleyeceğiz, umarız iddianamede yazılanlar doğru değildir” demek yerine Türkiye adına neden şecaat arz eyledi ve şecaat arz eylerken de neden sirkatin söyledi? Türkevi’ne sağlanan kolaylıklara karşılık ABD’nin Ankara Büyükelçiliğine kolaylıklar sağlandığını nereden biliyor? Bu kolaylıkları (daha doğrusu gayrimeşru alışverişleri) meşrulaştırmak Özgür Özel’in üstüne vazife mi? Böyle davranarak, Ekrem İmamoğlu’na yönelik kıskacı gevşetebileceğini mi düşünüyor? Yoksa sosyal medyadaki dedikodular mı Özgür Özel’i rehin aldı?
***
RÜŞVETÇİLİĞİMİZİ TESCİL ANLAŞMASI
Özgür Özel hangi güdüyle ya da tutsaklıkla böyle konuşmuş olursa olsun, Türkiye ve rüşvet sözcükleri yan yana gelmeyecek sözcükler mi? Keşke öyle olsa. Keşke başkalarının imrenecekleri gönül rahatlığıyla “Türkiye rüşvet vermeye almaya ihtiyaç duyacak bir ülke değil” diyebilsek. Öyle diyebilecek tıynette olmadığımızı biliyoruz. Biz bildiğimiz gibi yabancılar da biliyor.
Rüşvet malum, kamu görevlisinin zaten yapmakla yükümlü olduğu iş için menfaat sağlaması, ya da yasak olan bir şeyi yapmak için taliplisinden menfaat elde etmesi.
Rüşvet her ülkede var, ama hakkındaki “rüşvetçi” imajını uluslararası bir anlaşmaya yazdıran bizden başkası yoktur sanırım.
Ele güne karşı öyle bir imaj vermişiz ki, Türkiye ile iş yapacak yabancının ilk aklına gelen rüşvet oluyor ve sonunda adam, imzalayacağı iş anlaşmasına “Rüşvet istenmeyecek” şartını koyuyor; bizimkiler, “Olur mu öyle şey, anlaşma manlaşma yok, toplantı bitmiştir!” demiyorlar.
Daha önceki iktidarlar döneminde böyle bir rezalet yaşandı mı, doğrusu bilmiyorum. Devri AKP’de bu rezaleti de yaşadık.
Olay şu:
Türkiye’ye büyük ilgi duyan Japon Prensi Tomohito Mikasao, Anadolu’yu dolaşırken yolu Kırşehir’in Kaman İlçesi’ne düşüyor. Anadolu uygarlığını dünyaya tanıtma hevesine kapılan Japon Prensi, Kırşehir’de Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’nin yapımı için hibe olarak 288 milyon yen, yani yaklaşık 2 milyon Avro katkıda bulunmaya söz veriyor. Bu konudaki anlaşma 30 Eylül 2005’te Japonya’nın Ankara Büyükelçisi Tomoyuki Abe ile Dışişleri Bakanlığı Yurtdışı Tanıtım ve Kültür İşleri Genel Müdürü Büyükelçi Şule Soysal tarafından imzalanıyor.
Buraya kadar her şey normal, anlaşılmayacak bir şey yok. Rezalet bundan sonrasında.
Müze inşa edilirken ihale açılacak, yapımcı müteahhit seçilecek, denetim elemanları görevlendirilecek, belediyeden inşaat izni alınacak filan. İşte bütün bu işler için Japon tarafının bir şartı var: Japon Prensi’nin vereceği para kuruşu kuruşuna müzenin yapımına harcanacak, kimseye rüşvet verilmeyecek.
Bizimkiler itiraz etmemiş, “kimseye rüşvet verilmeyecek” şartı anlaşmaya şöyle yazılmış:
“Sözleşmelerin yapılması karşılığında, rüşvet olarak yorumlanacak herhangi bir teklif, hediye veya ödeme ve menfaat veya karşılığını önlemek için T.C.’nin gerekli önlemleri alacağını Japon Hükümeti varsaydığını beyan eder.”
Anlaşma bu şartla imzalanmış, onay için Bakanlar Kurulu’na sevk edilmiş. Ne Dışişleri Bakanı ne Başbakan ne bakanlar ne de Dışişleri Bakanlığı’nın ve Başbakanlığın onca bürokratı yadırgamamışlar. Kaman Müzesi’ne “rüşvetsiz” şartlı anlaşma tasarısı TBMM’ye sevk edilmiş. TBMM Başkanlığı da “rüşvet olmayacak” şartına sesini çıkarmamış. Tasarı TBMM Dışişleri Komisyonu’nda görüşülürken CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ, “Bu ne rezalet!” diye itiraz edince, tasarı hükümete iade edilmiş.
Neresinden baksan rezalet! “Kimseye rüşvet verilmeyecek” şartının anlaşmaya yazılması ilk rezalet. Türkiye’de rüşvetsiz iş yapılamayacağının peşin peşin kabulü anlamına geliyor ki, söz aramızda, aslında yanlış değil, gerçeğin ta kendisi. Anlaşma tasarısının kimse tarafından yadırganmadan Meclis’e gidebilmesi de ayrı bir rezalet. Öyle ya da böyle, sonuçta ‘rüşvetçi’ imajımızı kendi elimizle uluslararası bir anlaşmaya yazdırmıştık.
Neyse ki, Hükümetin geri çektiği tasarı, sözleşmenin düzeltilmesinin ardından kabul edilmişti. (Milliyet, 11 Aralık 2007.)
Hülasa, Türkevi inşaatında rüşvet iddiaları yabancısı olduğumuz bir şey değil. New York Belediye Başkanı zıkkımlanırken aracılık edenler de zıkkımlandı mı, bilemiyorum.
Bildiğim odur ki, “Devletin malı deniz, yemeyen domuzdur.” Alnı secdeye değen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın demesiyle “Memurumuz işini bilir.”
“Fakir çalmasını bilmediği için fakirdir” diyen alnı secdeli kimdi, anımsayamadım!
Sevgili Yıldırım,
YanıtlaSil12 Eylül 1980 sonrası savaş uçağı alınacak, rüşvet; Sağlık Bakanlığı ilaç firmalarından hedeya alır, rüşvet; okçular vakfına bağış, rüşvet; üçe bağla, rüşvet... Şimdi de New York.