31 Ekim 2025 Cuma

FETULLAH MEZARDA FİKRİ İKTİDARDA

Bir ülkenin MİT, CIA, KGB vs gibi istihbarat örgütünde çalışan görevlilere AJAN denir. Ajanlar saha elemanı olarak bilgi toplamanın dışında operasyon da düzenleyebilirler.

Bir ajan ya da donanımlı bir yurttaş başka ülkelerin istihbaratına çalışıyorsa CASUS denir. Casusluk, sadece bir devlete değil, şirkete veya bir kişiye bağlı olarak da yapılabilir. Bir iş veya meslek olarak kabul edilirse casusluk dünyanın en eski mesleklerinden biridir.

Bir de istihbarat örgütlerinin kullandıkları muhbirler vardır ki, sözünü etmeye değmez.

Çalışma yöntemi bağlamında gazetecilerle ajanlar ve casuslar arasında çok ince bir çizgi vardır. Ajan ve casus, topladığı edindiği bilgiyi gizli tutar, çalıştığı kişiye veya kuruma verir. Gazeteci ise binbir zahmet ve emekle edindiği bilgiyi kamuoyuna açıklar.

Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, siyasal iletişimci Necati Özkan ve TELE1 Genel Yayın Yönetmeni etrafında oluşturulan casusluk hikâyesine bu temel kavramlar ışığında bakılmalı.

***

İddia o ki, İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ, Hüseyin Gün adlı kişi üzerinden başta İngiliz istihbarat örgütü MI6 olmak üzere yabancı devletler lehine casusluk faaliyetinde bulunmuşlar.

Peki casusluk faaliyeti olarak ne yapmışlar? Hüseyin Gün kim? 

Medyaya parça parça sızdırılan soruşturma anlatılarına göre Hüseyin Gün, İngiltere’de lise ve üniversite eğitimi aldıktan sonra enerji, bankacılık vs sektörlerde çalışmış. 2004 yılında tanıştığı Seher Alaçam ile ortak yatırım firması kurmuş. Bu firma bir süre sonra kapanmış ama Hüseyin Gün Seher Alaçam, Latif Aral Aliş ve eski CIA direktörlerinden Aaron Barr ile birlikte teknoloji firmaları kurmuş. Gün’ün “aile dostum” dediği Aliş, savunma şirketi Sarsılmaz Savunma’nın sahibi; ATAK, HÜRKUŞ, HÜRJET, KAAN gibi projelerde faaliyet gösteriyor.

Derken, Seher Alaçam, 2022 yılında İstanbul’da evinin havuzunda ölü bulunuyor. Seher’in öz oğlu Ümit ve “manevi oğlu” Hüseyin Gün hayli gösterişli bir ölüm ilanı veriyorlar. Sonra aralarında nasıl bir anlaşmazlık çıktıysa, Ümit Alaçam, Mart 2025’te Hüseyin Gün hakkında ihbarda bulunuyor, casuslukla suçluyor. Hüseyin Gün bir süre izlendikten sonra Temmuz 2025’te tutuklanıyor. Şifresini verdiği kriptolu telefonun rehberinde yok yok. MI6 Başkanı, CIA ajanları, Mossad subayları, eski İngiliz generallerine kadar bir dolu istihbaratçı...

Derken Hüseyin Gün, Ekim 2025’in son haftasında “etkin pişmanlık” hükmünden yararlanmak için 262 sayfalık “itiraf” dilekçesi veriyor. Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve Merdan Yanardağ’ın adları bu pişmanlık dilekçesinde geçiyor. İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ tutuklandılar; TELE1’e kayyım atandı...

***

Medyaya bölük pörçük sızdırılan iddialara göre, Merdan Yanardağ, Seher Alaçam’ın TELE1 destekçisi olduğunu, Hüseyin Gün’ü Seher Alaçam vesilesiyle tanıdığını söylüyor. Hüseyin Gün de (hem de etkin pişmanlık ifadesinde) “manevi annesi” Seher’in TELE1’i desteklemesi nedeniyle Yanardağ ile tanıştığını söylüyor. Seher Alaçam, 2023 seçimleri öncesinde şoförü aracılığıyla TELE1’e iki kez bağışta bulunmuş. Yanardağ’ın adı şoförün anlatımı üzerine casusluk dosyasına eklenmiş. Hem Merdan Yanardağ hem Hüseyin Gün, telefon şifrelerini vermişler. İki ismin yazışmalarında casusluk izlenimi verecek bir diyalog bulunamamış. Çoğunlukla CHP’nin beceriksiz bir muhalefet partisi olduğuna ilişkin diyaloglar. Gün’ün telefon kayıtlarında yüzlerce isim geçiyor ama savcı Merdan Yanardağ’ı seçiyor ve TELE1’i susturuyor.

Necati Özkan’ın casusluk soruşturma dosyasına eklenmesine gelince. Hüseyin Gün, itiraf dilekçesinde Mart 2019’da iptal edilen seçim sonrasında İstanbul verileri üzerine çalışma yaptığını söyleyerek, ikinci turda İmamoğlu’nun kazanması için birlikte çalışmayı önermiş. Necati Özkan da, internetin yeraltısında İBB veritabanı verilerinin bulunabileceğini söyleyip incelenmesini istemiş. Yani savcılığın casusluk tezini dayandırdığı ifadede bile “gizli” olduğu öne sürülen verilerin Necati Özkan tarafından internete yüklendiği iddiasının tam tersi anlatılıyor. Bu diyalogun sonrasında Necati Özkan, Hüseyin Gün’ün önerisini pahalı bulmuş ve iletişimini kesmiş. Savcılığın elinde Necati Özkan’ı yalancı çıkaracak bir kanıt olsa, Hürriyet’in tetikçi yazarı Nedim Şener’e çoktan sızardı herhalde.

Ekrem İmamoğlu’nun dosyaya eklenmesine gelince. Medyaya servis edilen tek kanıt, Hüseyin Gün ve Seher Alaçam’ın 31 Mart 2019 seçiminden sonra Ekrem İmamoğlu’na tebrik ziyaretinde çekilen bir fotoğraf. Fotoğrafta Hüseyin Gün, Seher Alaçam ve Ekrem İmamoğlu, makam odası gibi bir odada gözüküyorlar.

***

Sadede gelecek olursak.

Ceza soruşturmasının evrensel ilkesidir. Soruşturma gizlidir, kovuşturma açıktır. Buna karşın Türkiye’de 12 Eylül darbesinden, özellikle AKP iktidarından bu yana neden soruşturmalar medya aracılığıyla alenileştirilmekte, insanların lekelenmeme hakkı ihlal edilmekte; daha acısı, iktidara muhalif kimselere düşman ceza hukuku uygulanmaktadır?

Somut olayda nasıl olup da Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan, Merdan Yanardağ hakkında casusluk soruşturması açılıp tutuklama kararı verilebildi?

Savcılık, casus olup olmadığı halen tartışmalı zanlı Hüseyin Gün’ün İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ hakkındaki casusluk iddiası içermeyen irtibatlarından casusluk soruşturması açarken; Hüseyin Gün’ün itirafnamesinde adları geçen iktidar partisi mensupları hakkında neden soruşturma açmıyor? Örneğin Hüseyin Gün 10 Şubat 2010’da Lordlar Kamarası’nda “Yükselen Türkiye” etkinliği düzenlemiş. Toplantıya o dönem AB ile görüşmelerden sorumlu devlet bakanı Egemen Bağış, Başbakan Danışmanı İbrahim Kalın, eski bakanlar Kürşat Tüzmen, Yaşar Yakış ve Nursuna Memecan da katılmışlar.

İktidar partisinin Hüseyin Gün ile bir irtibatı da Fuat Avni ile ilgili. Gün’ün ifadesine göre, 17-25 Aralık sürecinden sonra sosyal medyada “Fuat Avni” adıyla AKP aleyhine iletiler paylaşan kişinin tespiti için dönemin AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Sekmen yardım istemiş, bunun üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü’nde sunum yapmış...

Minik bir soru daha: İktidar medyası casusluk soruşturmasını sahiplenmekte köpürtmekte neden isteksiz, hevessiz?

***

Soruşturmanın özündeki tutarsızlıklara çelişkilere ilişkin daha pek çok soru üretilebilir.

Anlaşılıyor ki, İBB Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan davalar toplumun çoğunluğunda karşılık bulmayınca bu defa casusluk suçlaması üretildi.

Bu casusluk soruşturmasının MİT, Savcılık ve Polis aracılığıyla yürütüldüğü söyleniyor. Gerçekten böyle ise tebrik etmek gerekir mi, bir şey demeyeyim.

Ekrem, Necati ve Merdan 2019 İstanbul seçimlerini, Hüseyin Gün’ün casusluk babındaki katkılarıyla kazanmışlarsa, tebrikler doğrusu! Mart 2019’da sadece 13 bin olan oy farkı Haziran 2019 seçiminde 800 bin oy farkına böyle çıkmış demek ki! Meğer, 2019 İstanbul seçimi aslında bir casusluk operasyonuymuş. Sandık başlarında oyları MI6 ajanları saymışlar! Bir kere daha tebrikler! Dünya casusluk tarihine altın harflerle yazılmalı! 2024 belediye seçimlerinde böyle casusluk hizmetine neden ihtiyaç duymadılar, rastladığımda kendilerine soracağım!

Anlaşıldığı kadarıyla casusluk iddiası, bilmem nereden sorumlu imam Mustafa Özcan üzerinden FETÖ’ye bağlanacak. Öyle ise, Fetullah Gülen mezarında kıs kıs gülüyordur. Bir kumpas soruşturması ve kovuşturması bu kadar mı beceriksiz kurgulanır diye. Ah ah! Neydi o kumpas davaları? Koskoca TSK nasıl dize getirilmişti?..

Her şeye karşın Fetullah Gülen mezarında yine de mesut mesrur olmalıdır. Kendisi mezarda ama beceriksiz dava arkadaşları eliyle olsa da fikri iktidarda!


17 Ekim 2025 Cuma

KADINLAR İSLAM İLE ŞEREFLENMİŞTİR!

Muhterem müm’inler, müm’ineler,

İslam’ın kadınları nasıl yücelttiğini soruyorsunuz.

Hamd olsun, İslam kadınların refah ve huzuru, aile saadetinin tesis ve idamesi hususunda son derece titiz ayrıntılı emirler ve hükümler getirmiştir. 

İslam’ın aile saadeti hususunda vaaz ettiği nice hüküm ve emirlerden biri de Nisa Suresi’nde vahyedilmiştir. Bu emir şöyledir:

“İyi kadınlar, itaatkârdırlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın! (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün! Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın!” (Nisa 34, Diyanet Meali)

“Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın! Bunlar da fayda vermezse dövün! Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın!” (Nisa Suresi 34, Elmalılı Hamdi Meali)

***

HALİL ÜRÜN ALLAH’IN EMRİNİ YERİNE GETİRDİ

İslam’ın kadınlara dair bu hüküm ve emrinin nasıl tatbik edildiğine gelince. Mahkeme zabıtlarına ve matbuat sayfalarına kayıtlı bir hadise ile yanıtlamaya çalışalım.

Eski Konya Belediye Başkanı ve AKP kurucularından, 22. Dönem AKP Milletvekili Halil Ürün Beyefendi, imanı muhkem bir Müslüman. Eşi Esma Hanımefendi de öyle. Halil Bey, 2006 yılında milletvekili olarak Ankara Çankaya’da ikamet ederken Allah’ın bu emrini icra etti. Niye mi? O günlerde matbuata yansıyan haberlere göre, aile içinde münakaşa çıkmış. Esma Hanım, Halil Bey’in kendisini aldattığı ve ikinci bir kadınla imam nikâhı kıydığı vehmine kapılmış. Esma Hanım rahatsızlığını beyan edince münakaşa şiddetlenmiş ve Halil Bey, Allah’ın emrini hatırlamış...

Bunun üzerine başvurulacak şer’i makam bulunamadığından hadise karakola ve mahkemeye intikal etmiş. Adli tıp raporunda, Emine Hanım’ın, pardon Esma Hanım’ın “kafasının tepe ve üst kısmında 2 santimetrelik, sağ şakağın üst kısmında 2x3 santimetrelik morarma-çürüme görüldüğü, el kemiğinin orta kısmında ezilmeye rastlandığı” kaydedilmiş. Hal böyleyken Halil Bey’in kurucularından olduğu AKP, “Tüzükte ilgili madde olmadığı” ve olayın “aile içi” olduğu gerekçesiyle disiplin işlemi başlatmayı gerekli görmemiş.

Esma Ürün Hanımefendi o hadiseden sonra matbuata verdiği mülakatlarda, daha önce ailede dayak yemediğini, el kol hareketleriyle sözlü şiddete maruz kaldığını, “düzelir geçer” diye katlandığını, “ikinci kadın olayında bu işi çözelim” noktasına geldiğini anlatmış: “İkinci eş, çok onur kırıcı. ‘Ya ben, ya o’ dedim. Bunu söylediğim için dayak attı. Geri dönmeyi düşünmüyorum. Bu sefer bardak taştı.” (Sabah ve Hürriyet, 16 Mayıs 2006)

Esma Hanımefendi öylesine inançlı bir müm’ine ki, (Allah kendisinden razı olsun!), o gün bile aynı mülakatta, İslam’ın kadınları nasıl şereflendirdiğini söylemekten kendini alamamış: “İslam dini kadınlara çok geniş özgürlükler vermiştir. Bizim dinimizdeki kadar, hiçbir dinde özgürlük yoktur.” (Sabah ve Hürriyet, 16 Mayıs 2006)

Halil Ürün Beyefendi’ye gelince. O da, Vakit Gazetesi’ne (bugün Yeni Akit) içini dökmüş. İkinci kadınla izdivaç girişimini dedikodu olarak nitelendirmiş: “Tartışmamız evlilik meselesinden çıkmadı. Tabii ki bir kadının kendine göre kaprisleri oluyor. Her ailede olabilecek türden bir hadise... O şekilde kuvvet kullanmak tabii ki doğru bir şey değildi ama makine değiliz. Kendimizi ayarlayamadığımız oluyor. O da kendini bilmeyerek karakola kadar gitti. Ertesi gün veya üç dört gün sonra vazgeçti davasından. Olay budur.” (Vakit, 13 Mayıs 2006)

"Aile içindeki" bu hadise o günlerde matbuatta epeyce konuşulmuş yazılmış. Hatta dünya medyasında bile yankılanmış. Neticede, Esma Hanım şikâyetini geri almış ama dava kamu adına devam etmiş ve laik zihniyetteki mahkeme Halil Bey’i 6 (altı) ay hapis cezasına çarptırmış. Mahkeme hükmün açıklanmasını geri bırakarak cezayı kesinleştirmiş. Dava şer’i mahkemede görülse nasıl bir karar çıkardı acep?

***

HALİL ÜRÜN’DEN AİLE GÜVENLİĞİ KONFERANSI

Sadede gelmek icap ederse. İşte o Halil Ürün Beyefendi Allah’ın izniyle 18 Ekim 2025 günü AKP yönetimindeki Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Kitap Günleri etkinliğinde “Aile Güvenliği” konulu konferans verecek. Konferans 18 Ekim günü saat 13:00’da başlayacak. Halil Bey herhalde Nisa Suresi 34’üncü ayette vaaz edilmiş Allah emrini nasıl tatbik ettiğini anlatacaktır sanırım.

Hayırlara vesile olur inşallah!

Bu vesileyle müm’inler müm’ineler, 

Ateist Aziz Nesin’i hayırla rahmetle yad edenler çıkabilir. Aman ha! Allah katında büyük gazap vardır!

Cumanız mübarek olsun netekim!


NOT: Facebook ahalisinden İbn’ül Sallama Hükümran Efendi’nin cuma vaazıdır. 

Okuyana dinleyene selametle!


13 Ekim 2025 Pazartesi

TERÖRSÜZ TÜRKİYE TERÖRSÜZ FİLİSTİN!

İslami Direniş Hareketi HAMAS’ın 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı saldırısının ardından Siyonist İsrail faşizminin Gazze şeridine sıkışmış Filistin halkına yönelik soykırımına Trump Planı ile mola verildi.

HAMAS’ın ve İsrail hükümetinin kabul ettikleri Trump Planı’na göre, ilk aşamada tüm esirler serbest bırakılacak, Gazze'ye tam kapsamlı insani yardım gönderilecek. Esirlerin iadesinden sonra Hamas silah bırakacak, silahlarını teslim eden Hamas üyeleri affedilecek; Gazze’den ayrılmak isteyen Hamas üyelerine güvenli geçiş imkânı tanınacak. İsrail, Gazze’yi ilhak etmeyecek; İsrail ordusu belirlenen takvime göre geri çekilecek.

Gazze, Trump başkanlığında geçici bir komite tarafından yönetilecek. İngiltere’nin eski başbakanlarından Tony Blair’in başkan yardımcısı olacağı bu komite, Gazze’nin yeniden inşası için çerçeveyi ve finansmanı belirleyecek. Hamas ve direnişçi diğer gruplar Gazze’nin yönetiminde yer almayacak. Gazze yeniden inşa edilirken Filistin halkının kendi kaderini tayin ve devlet kurma hakkı yönünde bir yol haritası oluşturulacak...

Trump planı özetle böyle. Daha da özeti, Gazze’ye süresi belirsiz yetkisi sınırsız manda yönetimi, yani bir tür işgal yönetimi dayatılıyor. Filistin halkı kendi kaderini tayin hakkından mahrum bırakılıyor, bağımsız devlet hakkı rafa kaldırılıyor.

Bu haliyle Trump planı aslında barış belgesi değil, teslimiyet senedi ama Hamas kabul etti; İsrail ordusu Gazze’den birazcık çekildi. Gazzeliler evlerine işyerlerine dönmeye başladı. Harabelerin arasında tozun toprağın içinde yalınayak ya da bir kamyonetin kasasında çoluk çocuk yaşlı genç on binlerce insanın yüzlerindeki sevinç anlatılacak gibi değil. Oysa kalıcı bir barış yok ama viraneye dönmüş evlerine dönüş sevinci içindeler. Bunca katliam ve acı sonrasında yaşanan bu sevinci ancak benzer acıya katliama maruz kalan halklar bilir.

***

Hamas, kuruluş bildirgesinde İsrail devletinin ortadan kaldırılmasını ve yerine İsrail, Batı Şeria ve Gazze’yi kapsayacak tek bir Filistin devletinin kurulmasını savunan bir örgüt. Bu amaç doğrultusunda terör eylemlerine de başvuruyor. Bu bağlamda Hamas’ın kendisi için teslimiyet ve intihar anlamındaki planı kabul etmesi, birebir olmasa da “Terörsüz Türkiye” sürecini anımsatıyor.

Hemen belirtelim, Türkiye’deki İslamcılar ve Tayyip Erdoğan Hamas’ı Kuva-i Milliye ile bir tutsalar da, Hamas sadece İsrail tarafından değil, çok sayıda Müslüman ülke tarafından da terör örgütü olarak görülüyor. Bu nedenle Hamas Arap ülkelerinde barınamıyor, sadece Katar’da yer bulabiliyor.

Trump Planı’nda Filistin’in manda yöntemine girmesi, kendi kaderini tayin hakkının belirsizleştirilmesi, Hamas ve diğer direniş örgütlerinin tasfiyesi öngörülüyor ya, say ki, “Terörsüz Filistin” süreci. 

Terörsüz Türkiye” adıyla anılan süreç de benzer bir perspektife sahip. Kürt halkının kendi kaderini serbestçe tayin hakkı yok, ana dili kabul edilmiyor. Bu talepler için mücadele edenlere özgürlük yok. Bu defaki sürecin başlamasının üzerinden yıl geçti ama süreçte sadece ırkçı dinci rejime biat, Bahçeli’ye övgü, Erdoğan’a aşk ile bakma ve karşısında el pençe durma, Erdoğan’a ve Bahçeli’ye uzun ömür dileği, “kurucu önder” ya da “Kürt halk önderi” diye yüceltilen kişiye “umut hakkı” vaadi... Süreç başlayalı yıl geçti ama anayasa ve yasa değişikliği gerektirmeyen konularda bile adım atılmadı. Dinci ırkçı iktidarın Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararına son dakikada itiraz etmesi de gösteriyor ki, niyet ve amaç Kürt meselesine çözüm getirmek değil, Kürt seçmenin desteğiyle Tayyip Erdoğan’ı tekrar seçtirmek.

***

Kürt sorunu gibi Filistin sorunu da dinci ırkçı iktidar nezdinde siyasi istismar konusu olmanın ötesinde bir değer taşımıyor. ABD emperyalizminin ürünü Trump Planı ortaya atıldıktan bu yana iktidar sözcülerinin açıklamalarında, iktidar medyasında varsa yoksa Erdoğan’ın nasıl bir dünya lideri olduğu, Osmanlı ruhunun canlandığı, Türk ordusunun Filistin’de kurulacak uluslararası görev gücüne katılacağı, böylece asırlık aradan sonra Osmanlı’nın Filistin’e döneceği propagandası. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi BOP’un eşbaşkanı olmanın gerektirdiği vıcık vıcık bir hamaset. Nasıl olsa inanan milyonlarca seçmen var. Onca katliama zulme karşın İsrail’le süregiden ticareti sorgulamayan bir seçmen kitlesi. İsrail aleyhine Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne neden Türkiye’nin değil de Güney Afrika’nın dava açtığını da sorgulamıyor.

*** 

Gazze halkı harabeye dönmüş evlerine işyerlerine dönmenin sevinci içinde. Bilinmeli ki, Siyonist İsrail rejimini ve Amerikan emperyalizmini durduran anlaşma, Filistin halkının destansı direnişi ve dünya halklarının vicdanı ile geldi. Gazze’de kadını erkeği, yaşlısı genci, tüm Filistinliler onca ablukaya, katliama direnmese, dünyanın dört bir yanında vicdanlı insanlar ayağa kalkmasalar Filistin’de ateş kesilmezdi.

Filistin’de katliama mola verilmiş olsa da tekrar başlamayacağının garantisi yok. “Terörsüz Türkiye” süreci nasıl her an kesintiye uğrayacak kırılganlıkta ise “Terörsüz Filistin” süreci de öylesine iğreti. Gerek Hamas içindeki radikallerin gerekse İsrail’deki fanatik ırkçıların provokasyonlarına açık bir süreç. Trump’ın Erdoğan’a bahşettiği “meşruiyet” karşılığında Türk ordusunun Filistin’de kurulacak görev gücüne katılması her türlü provokasyona, tuzaklara ve maceraya açık bir proje. Umulur ki, böyle bir macera hevesine karşı duracak siyasi askeri yetkililer hâlâ vardır.

Temenni edilir ki, Filistin halkı da, sadece İsrail zulmünden değil Hamas’tan kurtulmayı da gündemine alır.

Filistin halkının özgürlük mücadelesinin desteklenmesi, Türkiye’deki ve özellikle İslamcı Arap ülkelerindeki emperyalizmin işbirlikçisi iki yüzlü rejimlerin teşhir edilmesini, emek barış demokrasi mücadelesinin yükseltilmesini gerektiriyor.

Filistin’de, dünyanın her yerinde emek barış ve demokrasi için ayağa kalkanlara selam olsun!


28 Eylül 2025 Pazar

BEYAZ SARAY’DA TAYYİP ŞOW!


Bizim ahali pek kadir kıymet bilmez. Ne yapsan ne etsen yaranamazsın. Yüz verirsin astar ister; vermezsin tefe koyar, aklına gelen her türlü belayı okur. 

Ahalimiz de ne mal olduğunun farkındadır aslında. Zaten kendi kendine söylenirken “Deveye diken insana öpen yaranır” diyecek kadar da açık sözlüdür ahalimiz.

***

Ahalimizin kadir kıymet bilmezliği Cumhurreisi Recep Bey’in Amerika seyahatiyle bir kere daha nüksetti. Ahali şu sıralar Recep Bey aleyhine öyle söyleniyor öyle homurdanıyor ki, artık o kadar olur. 

Yok, Birleşmiş Milletler’de boş sıralara konuşmuş. 

Yok, ABD Başkanı Trump’la görüşebilmek için 300 Boeing uçağı rüşveti vermiş, ABD mallarının ithalatında uygulanan ek vergileri kaldırmış. 

Yok, ABD Dışişleri Bakanı Rubio, “Erdoğan ve Ortadoğu liderleri ‘Başkan Trump’la el sıkışmak için beş dakika ayarlayabilir misiniz?’ diye yalvarıyorlar” deyince Recep Bey, Beyaz Saray ziyaretini iptal etmeliymiş.

Yok, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack, Trump’a “Bu adam (yani Recep Bey) meşruiyet istiyor; Biz de verelim bu meşruiyeti.” demiş. Böyle aşağılanma üzerine Beyaz Saray ziyaretini iptal etmemek yakıştı mı Recep Bey’e? 

Yok, Beyaz Saray’daki basın toplantısında Recep Bey’in suratı neden asıkmış, neden yüzü gülmemiş? Basın toplantısının Trump şova dönüşmesine neden seyirci kalmış, Davos’taki gibi “van minüt!” diyemez miydi? 

Daha neler neler... 

***

Dedim ya ahalimiz kadir kıymet bilmez, ne yapsan ne etsen yaranamazsın. Recep Bey’in ki de o hesap. Ne yapsa ne etse beğendiremiyor ahaliye.

Oysa ki, Recep Bey dünyanın lideri. Özgüveni yüksek, izah kabiliyeti, sohbeti, empatisi mükemmel! Mükemmel ne demek, (Düzce Milletvekili Fevai Arslan Bey’in ifadesiyle) Recep Bey “Allah'ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider!”

Dünyanın lideri Recep Bey, Amerika’nın lideri Trump ile görüşmek için 300 Boeing uçağı sözü vermeye, Amerikan mallarının ithalatında ek vergileri kaldırmaya niye tenezzül etsin ki?

Hem Amerika nire Türkiye nire? Trump kiiiim, Recep Bey kim?

Recep Bey, başta Çorum olmak üzere, Yozgat, Çankırı, Kastamonu, Kırıkkale, Konya, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane, Osmaniye... Daha sayılamayacak kadar çok eyaletten oluşan Türkiye’nin ve dahi dünyanın lideri! Trump kim, ABD’nin başkanı!

O ABD ki, Türkiye’yi kıskanıyor. Amerika’da en düşük emekli aylığı, Türk parasıyla 17 bin TL. Bu aylıkla Amerikalı emekli nasıl geçinsin! Çalışabilecek nüfusun yüzde 30’u işsiz. Çalışanları da ayın sonunu zor getiriyor. Amerikan ekonomisi zorda. Bu zor günlerde Amerikan ahalisinin öfkesi burnunda. Trump, öfkeli ahaliyi sakinleştirmek dizginlemek için pek çok eyalette askeri sokağa salmış durumda. 

Meğer Amerikan demokrasisi palavraymış, görüntüden ibaretmiş. Tarzan, pardon Trump zor durumda. Bu durumda, tıpkı cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa’ya kapitülasyon kıyağı geçmesi gibi, Recep Bey de Amerika’ya kıyak geçti. Hiç değilse Boeing firması çalışanlarının nefes alabilmesi için 250 Boeing siparişi verdi, Amerikan malları üzerindeki vergileri kaldırdı. Dünyanın lider ülkesi Türkiye’nin lideri olarak Recep Bey’in gönlünden öyle geçti. Ağalık liderlik böyle günlerde belli olur değil mi?

Zaten ağalık çok malı olmakla değil çok vermekle paylaşmakla olur. Recep Bey de bu “yerli ve milli” hasletin gerektirdiği gibi davranıyor. Kulağıma gelenler doğruysa, Recep Bey bir ara Adana İncirlik ve Malatya Kürecik’teki AVM’leri kapatacağını bildirmiş. Trump yalvar yakar olmuş, neticede Trump’ın ricasını kıramamış Recep Bey; vazgeçmiş İncirlik ve Kürecik AVM’leri kapatmaktan...

Trump ile beş dakika görüşmek için böyle komplimanlar, meşruiyet arayışı filan... Geçin bunları geçin! Sizler de ekranlarda gördünüz tanık oldunuz. Kim kime meşruiyet bahşetmiş, kim kime yaltaklanmış. Görmediniz mi Trump efendi, ağır misafiri dünya liderini gücendirmemek için ne taklalar attı, ne iltifatlarda bulundu ne iltifatlar... “Çok çetin ceviz adam, zor ve inatçı bir adam” dedi Trump. Daha ne desin Trump!

Hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” diyerek Recep Bey’in siyasi zekâsına ve maharetine dikkati çekti Trump. Bunca övgünün üstüne daha ne söylenebilir! Ama bizim ahalinin umurunda değil. Bilhassa CaHaPe’li ahali, Türkiye’deki seçimlerin hileli olduğunu söylüyorlar. Pes doğrusu! Recep Bey oy çalmayı seçimlere hile karıştırmayı bilseydi, 2019’da 2024’te İstanbul’u kaybetmezdi değil mi?.. (Pardon pardon, duyamadım! Yeterince çalamadı mı dediniz? Anlaşılamadı, tekrar eder misiniz?.. Ses kesildi. Hay aksi!)

Trump, Recep Bey’e “Rusya’dan gaz ve petrol almayı kesin” diye yalvarırken, “35 yıl hapse mahkum edilen rahip Brunson’u benim bir telefonum üstüne gönderdi” diye yaltaklanırken nasıl da mahcup ve minnettardı ve dahi alttan alıyordu! 

Hele “Suriye sizin zaferiniz!” derken nasıl da kıskançlık duyguları içindeydi Trump!

***

Söz ve yazı uzamasın ey kadir kıymet bilmez ahali. Recep Bey, BM salonunda boş sıralara konuşmadı. Olan biten şu ki, Recep Bey’in azametinden ve gazabından ürken küffar devletlerin temsilcileri, kaçacak delik aradılar! 

Bir de diyorlar ki, son pazarlıkta Recep Bey 250 Boeing siparişi verdi, nükleer enerji ve doğalgaz alımı bahşişleri verdi; peki Amerika niye F16 ve F35 satmaya yanaşmadı? Beyler hanımlar, Trump çok rica etti bunları da satmaya ama kıyakçılığın da ticaretin de bir sınırı vardır. “Yerli ve milli” 5’inci nesil KAAN uçağı varken, F16 ve F35’e ne hacet, değil mi! 

Beyaz Saray’daki basın toplantısında Recep Bey’in suratı asıktı, yüzü gülmüyordu. Tabii ki suratı asıktı, yüzü gülmüyordu. Zira, Recep Bey sadece özgüveni yüksek, izah kabiliyeti, sohbeti, empatisi mükemmel bir insan değil, aynı zamanda eşi menendi bulunmaz kertede mütevazı ve kibirden uzak bir ademoğlu! Dostu Trump’ın Amerikan halkı nezdinde meşruiyet tazelemeye ihtiyacı vardı, Recep Bey de basın toplantısında Trump’a bu fırsatı verdi. İsteseydi Trump’ı rezil rüsva ederdi ama misafire yaraşır bir olgunlukla bütün söz hakkını Trump’a verdi! Trump yaltaklanıp sözü uzattıkça uzatınca, Recep Bey’in canı sıkıldı; “Şu iş bitse de gitsek” moduna girdi ister istemez. Mesele bundan ibaret!

Netice itibariyle, Trump’ın da kabul ettiği üzere, Recep Bey, kadir kıymet bilmez ahalimizin zannettiğinin tersine, sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın meselelerinde ağabey rolündedir! Bu ağabeyliğini biraz da etrafındaki nazırlara borçludur. Zaten Trump da, Beyaz Saray’daki buluşmada Türk nazırları “Onları herkesten daha iyi tanıyorum. Çok zekiler, keşke bu kadar zeki olmasalardı! Hiçbir Hollywod setinde bu kadar güzel insanı bir arada bulamazsınız!" diye övdü ki, dünyada geniş yankı uyandırdı!

Trump’ın bu sözleri bana 1950’lerde Başbakan Adnan Menderes’in Amerika gezisini izleyen Anadolu Ajansı Genel Müdürü’nün haberini hatırlattı? Genel Müdür’ün haberine göre Menderes Amerikalıları öyle etkilemişti ki, “Amerikalılar 'Allahım, bize neden böyle bir devlet adamı nasip etmedin!' diye üzüntüye gark olmuşlardı.” (Anlatan Metin Toker, Milliyet, 19 Eylül 1999.)

Recep Bey’in Amerika seferini ekranlardan izleyen Amerikan halkı da eminim, Menderes’e gıpta ettiği gibi Recep Bey’e de gıpta etmiştir!

Sadece Amerikan halkı değil. Recep Bey’i Amerika seferinde izleyen mabeyin katiplerinden Nebi Miş’in de yazdığı üzere, “Recep Bey’in ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi her açıdan bir milat. (…) Atlantik'in her iki yakası bileğini bükemediği Erdoğan ile şimdi el sıkışmak için yarışıyor.” (Sabah, 27 Eylül 2025)

Daha ne olsun ey kadir kıymet bilmez ahali? Recep Bey, Beyaz Saray'da şow yaptı!

Bayrak dinmez ezan inmez netekim!

Pardon pardon! Bayrak inmez ezan dinmez!


18 Eylül 2025 Perşembe

LAFI TERSİNDEN ANLAYIP MERDAN’I LİNÇ ETMEK

Avcının biri, omuzuna şahinini yanına da tazısını alıp avlanmaya çıkmış. Ormana giderken bir yatıra rastlamış. İnsanlar dualar edip bir şeyler istiyormuş yatırdan. Bizim avcı da ellerini açıp: 

- Ey yatırda medfun ulu kişi, şahinime bir bıldırcın, tazıma da bir tavşan ihsan eyle! demiş ve dalmış ormana. 

Bizim avcı ormanda kısmetini ararken bir bıldırcın havalanmış; avcının omuzundaki şahin de hemen peşinden. Tam bıldırcını yakalayacakken, nasıl olmuşsa olmuş, şahin kurumuş bir ağacın sipsivri bir dalına göğsünden çakılıvermiş ve oracıkta ölmüş. 

Avcı, can sıkıntısıyla şahinine bakakalmış, devam etmiş yoluna. Derken bir çalılıktan tavşan fırlamış; avcımızın tazısı da peşinden. Tam tavşanı yakalayacakken bir engerek sokuvermiş tazıyı ve tazı da debelene debelene ölmüş oracıkta.

Avlanmak şöyle dursun, şahinini de tazısını da yitiren avcı düş kırıklığı içinde geri dönmüş. Tam yatırın yanına gelince şöyle bir bakmış mezara: 

- Ey bu yatırda medfun ulu kişi, evliya olmasına evliyasın ama lafı tersinden anlıyorsun... 

***

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ Aleviler ve ihanet konulu sözleri dolayısıyla bazı Alevi Bektaşi örgütlerinin lincine maruz kalınca, bu kıssa geliverdi aklıma. 

Bir de 40 ülkeyi kapsayan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD’nin PİSA testini anımsadım. PİSA testi, 15 yaş grubundaki öğrencilerin okuryazarlık derecesini ve okulda öğretilen bilgileri günlük yaşamda ne ölçüde kullanabildiklerini ölçmeyi amaçlıyor; Türkiye bu alanda hep son sıralarda yer alıyor ne yazık ki!

***

Yukarıda aktardığım kıssa, Merdan Yanardağ’ın bir çift lafı üzerine kınama bildirisi yayımlayan Alevi örgütlerinin düştükleri duruma ne kadar uyar, bilemiyorum. Okuduğunu dinlediğini duyduğunu doğru anlama ve ona göre tavır alma anlamında yani.

Linç bildirisi yayımlayan Alevi Bektaşi örgütleri Merdan Yanardağ’ın “Aleviler içerisinde çok hain vardır” dediğini vurgulamışlar; devamla “Alevi toplumu yüzyıllardır bu topraklarda eşit yurttaşlık, inanç özgürlüğü ve demokrasi için mücadele etmiş, ağır bedeller ödemiştir. Bu kadar onurlu bir mücadele geleneğine sahip bir topluluğu ‘hain’ olarak nitelemek kabul edilemez, büyük bir haksızlıktır.” demişler. 

Şahsen merak ediyorum: Hangi olay üzerine Merdan tam olarak ne dedi? Merdan’ın konuşmasını başından sonuna kadar dinleyip de mi yayımladılar o bildiriyi?

***

Tartışmayı dosdoğru anlamak için Merdan’ın konuşmasını olduğu gibi aktarmakta yarar var.

CHP’nin Kadıköy mitingi öncesinde İstanbul Söğütlüçeşme üst geçidine "Halkın partisini hırsızlar değil halk partililer yönetecek. Milletin son umudu Kemal Kılıçdaroğlu” yazılı bir pankart asılmış. Bu ifade, Alevilerce kutsal sayılan Zülfikar ikonuyla desteklenmiş. 

Merdan Yanardağ, bu pankartın AKP trolleri tarafından asılmış olabileceğini savunuyor. Mahkemenin CHP kurultayı davasında verebileceği mutlak butlan kararına karşı K. Kılıçdaroğlu’nun muhtemel tavrını konuşurken, bu karara uyulmasının “ihanet” olacağını söylüyor, Aleviler üzerinden devam ediyor ve aynen şöyle değerlendiriyor:

Merdan Yanardağ: Yani yok piro, Alevi bilmem ne, dede filan bu edebiyatla bu iş olmaz. Alevilerin haini çoktur, tıpkı diğer milletlerin ve diğer inançların olduğu gibi; olur ama bu ülkenin en mazlum en temiz insanları arasında -diğer yurttaşlarımızın olduğu gibi- Aleviler vardır. Aleviler buna izin vermeyecektir.

Murat Taylan: Alevilerin de… Alevilerin dediniz ya…

Merdan Yanardağ: Evet, Alevilerin de… Dolayısıyla hiç kimse Aleviler üzerinden siyasi hesap yapmaya kalkmasın. Bir kere CHP bir mezhep partisi değil, mezhepçilerin partisi de değil. Kadıköy’e nasıl bir pankart astılar? Oraya Zülfikar kılıcını koydular. İktidar bunu kullanıyor. Bunun bir Alevi davası olduğunu anlatmaya çalışıyor Kılıçdaroğlu üzerinden. Her mezhebin her milletin içinden olduğu gibi Alevilerden de Alevilerin içinden de hainler çıkabilir. Ama Alevilerin büyük bölümü temiz namuslu erdemli insanlardır. Buna geçit vermeyecekler.”

***

Merdan’ın söyledikleri bundan ibaret ve kimi Alevi Bektaşi örgütleri bu söyleşiden Merdan’ın Alevi toplumunu “hain” olarak yaftaladığı sonucunu çıkardılar. 

Öyle ağır bir suçlama ki!

Tekrar sorayım: 

Merdan’ın konuşmasını başından sonuna kadar dinlediler mi? 

Dinledilerse, nasıl olup da Merdan’ın Alevi toplumunu “hain” diye yaftaladığı sonucunu çıkarabildiler? Cümlenin devamını görmezden duymazdan gelip sadece ilk yarısı üzerinden hükme varmak ve linç bildirisi yayımlamak Alevi Bektaşi inancıyla ne ölçüde bağdaşır?

Ve nasıl olup da yayımladılar o bildiriyi? Tartışmalar üzerine ikinci bir bildiri yayımlamışlar ve ilk bildirinin arkasında olduklarını bildirmişler. 

Merdan’a linç bildirisi yayımlarken, ırkçı ümmetçi faşist iktidarın beslemesi Nedim Şener’in provokasyon tuzağına mı düştüler? 

Alevi Bektaşi örgütlerinin basireti, Nedim Şener’in provokasyonunu fark edemeyecek kadar bağlanmış olabilir mi?...

Merdan Yanardağ’ın sözleri üzerine TELE1’in yayın iznini iptal etmek için harekete geçen RTÜK, Alevi Bektaşi örgütlerinin bildirisini de kendisine referans alıyor. Bu örgütler, siyasal İslamcı faşizmle aynı çizgide hizalandıklarının farkındalar mı?Daha çok soru sorulabilir. 

Ezilen her toplumun olduğu gibi, Alevi Bektaşi inancının tarihsel belleğinde de nice hainlerden söz edilir. Osmanlı döneminde Hacıbektaş Dergâhı’na atanan kayyımlar, Sersem Ali Çelebiler, Hızır Paşalar, günümüzde siyasal İslamcı faşizmin rüşvetini kabul eden inanç önderleri, Mehmet Ali Çelebi... Alevi Bektaşi kültüründeki “yol düşkünü” “yol Yezidi” kavramları...

Son soru: Aleviler, Hızır Paşa’nın yolundan mı giderler, yoksa Pir Sultan’ın yolundan mı?

İnanç özgürlüğü mücadelesinin emek barış ve demokrasi mücadelesinden ayrı olmadığının bilincindeki Alevi Bektaşi yurttaşlara selam olsun!


7 Eylül 2025 Pazar

ORDUSUNA GÜVENMEYEN BAŞKOMUTAN

30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerine katılmak üzere Anıtkabir’e giden general subay astsubay askeri personelin polis tarafından aranarak içeri alınmaları, Türkiye koşullarında normal sayılabilecek bir olay değil. Polis tarafından üzerlerinin aranmasının gerek kışlada gerekse emekli askerler arasında nasıl bir tepkiye ve üzüntüye yol açtığı tahmin edilebilir.

Kışlada nasıl bir tepki öfke vardır, bilemiyorum ama internetteki emekli asker gruplarında öfkenin üzüntünün haddi hesabı yok. En sade tepki ifadesi olarak, “TSK’yi bu duruma düşürenler utansınlar!” gibi cümleler kuruluyor.

Emekli askerlerin üzüntüsünü kırgınlığını anlayabiliyorum. Kolay değil, telafisi olmayan ömürlerini asker olarak yaşadılar. İlk gençliklerinde girdikleri askeri okullarda kendilerine memleketin sahib-i aslisi oldukları telkin edildi. Bu koşullanma ile yaşadıkları öğrencilikleri ve mesleki ömürleri boyunca “Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti, Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız” diyegeldiler; sosyal statü hiyerarşisinin tepesinde oldular. Heyhat ki, ömürlerinin sonbaharında, asli sahibi ve nigâhbanı (bekçi gözcü) olduğunu sandıkları cumhuriyetin ellerinden kayıp gittiğine tanık oluyorlar. Sosyal statü hiyerarşisinde ise diyanet personelinin bile gerisine düştüler. “TSK’yi bu duruma düşürenlere yazıklar olsun!” derken içten bir üzüntüyü ve hayal kırıklığını dile getiriyorlar.

***

Benim de ilk gençliğim askeri mekteplerde ve kışlada geçtiyse de, TSK komuta heyeti ve genelkurmay başkanlarıyla yıldızım hiç barışık olmadı. 12 Eylül 1980 darbesinin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, benim de içlerinde olduğum genç askerleri işkenceci polislere teslim ederken, “Onlara vatan haini demeyi bile az bulurum!” demişti. Evren’e gereken yanıtı sıkıyönetim mahkemesinde vermiştim. Beraat kararıyla biten yargılamadaki savunmam “Harbiye’den Cephe’ye” başlığıyla kitaplaştı. 2010 referandumu sonrasında açılan göstermelik darbe davasının duruşmasında, ekran aracılığıyla da olsa Kenan Evren ile yüzleştim ve avukat dostlarım aracılığıyla sorularımı yönelttim.

2005 yılında, adları rüşvet iddialarına konu olan generalleri eleştirdiğim “İş bilenin kılıç kuşananın” başlıklı yazılar yazmıştım. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve İkinci Başkan İlker Başbuğ üzerlerine alınıp şikâyet ettiler. Mahkeme beraat kararı verdi. Mahkemedeki savunmam, “Sermayenin Paşaları” adıyla kitaplaştı.

2017 yılında “Genelkurmay Başkanı için çok üzülüyorum” başlıklı yazım üzerine, Hulusi Akar ile mahkemelik oldum. Mahkeme beraat kararı verdi. Mahkemedeki savunmam, “Su Uyur Hulusi Akar” adıyla kitaplaştı. Bu kitapta esas olarak, Hulusi Akar’ın 15/16 Temmuz darbe girişimindeki tutumunu irdeledim.

Sözün özü, sosyalist yurtsever devrimci bir yurttaş olarak, TSK ile ontolojik çelişki içindeysem de, Anıtkabir’e giden general subay astsubay askeri personelin polis tarafından aranarak içeri alınmaları benim de içime sinmedi; acı acı gülümsedim.

***

Yanlış anlaşılmasın, “TSK’yi bu duruma düşürenlere yazıklar olsun!” duygusu içinde değilim. Daha acı bir ifadeyle, (cumhuriyetçi demokrat yurtsever askerleri tenzih ederek) TSK’nin bu görüntüyü hak ettiğini, müstahak olduğunu bile söyleyebilirim. Sonuçta ordu devletin en seçkin en güzide kurumudur; devlet ise mülk sahibi sınıfın sömürü baskı ve zor aparatıdır! “TSK’yi bu duruma düşürenlere yazıklar olsun!” diye hayıflanmak, sosyalist devrimciye düşmez.

Her şeye karşın, “TSK’yi bu duruma düşürenler utansınlar!” ifadesiyle dışa vurulan onulmaz acıyı anlayabiliyorum. Bu acı, TSK’yi hâlâ “cumhuriyeti kuran, Atatürk ilke ve inkılaplarının nigâhbanı ordu” sanmaktan ileri geliyor. Oysa aradan asır geçti, köprülerin altında da çok sular geçti.

Hoş, “kanla irfanla kurulan cumhuriyet” bin yıllardır sömürülen katledilen halkların emekçilerin cumhuriyeti olarak kurulmadı; Osmanlı’nın son asrında filizlenen burjuvazinin cumhuriyeti olarak kuruldu. Ama burjuva cumhuriyetinin kuruluşunda hiç değilse, cılız da olsa emperyalizme karşı duruş, saltanat ve hilafetin kaldırılması, dinci şeriatın kamusal alanda geriletilmesi vs. reformlar vardı. Bu süreçte ordu, yani ebedi başkomutan Atatürk ve TSK, ulusal devletin kuruluşuna öncülük edecek burjuva sınıfı henüz bebeklik çağında olduğu için burjuvaziye vekâleten ulusal devleti kurma misyonu ile yükümlüydü. 

Hiç kuşkusuz, eskiye göre toplumsal ilerleme ve kazanım sayılması gereken bu süreç, İkinci Dünya Savaşı ertesinde tersine döndü. Kendi ayakları üzerinde doğrulan burjuvazi, sınıfsal içgüdüsüyle Batı emperyalizmine eklemlendi, 1950 seçimleriyle birlikte doğrudan iktidar oldu. Sürecin doğal istikametinde Türkiye, NATO’ya katıldı. Öyle ki, devletin en mahrem ve güzide kurumları MİT ve Özel Harp Dairesi’nin maaşları bile bir ara ABD tarafından ödenir oldu. Kimi çevrelerde hâlâ “ilerici” diye alkışlanan 1960 darbesi ertesinde tasfiye edilen 235 general ve 4 bin 171 subayın emeklilik ikramiyeleri ABD Hazinesi’nin bağışıyla karşılandı. Bu süreçte askeri elit, OYAK’ı kurarak, bebekken beşiğini salladığı sermaye sınıfına katıldı. Sermaye düzenini koruma ve tahkim etme amaçlı darbeler peşpeşe geldi. Holding ve NATO Paşaları, Cumhuriyet Paşaları’na galip geldi; darbeci paşalar, sola karşı bariyer olsun diye Yeşil Kuşak politikalarına omuz verdiler. Emekçi sınıfların payına ise “Her Türk asker doğar” sloganı ve “vatan uğruna şehitlik” imtiyazı düştü!.. 

***

ILIMLI İSLAMİ DÜZENDE TSK’NİN YERİ

Emekçilerin payına “vatan uğruna şehitlik” imtiyazı ile “Şehitler ölmez vatan bölünmez!” sloganı düştü ama darbeci paşaların solun başına geçirmek üzere süngü zoruyla ördükleri yeşil çorap da günü geldi kendi başlarına geçti.

Dediğim gibi, Anıtkabir’e giden general subay astsubay askeri personelin polis tarafından aranarak içeri alınmaları benim de içime sinmedi; acı acı gülümsedim. Bu gibi durumlarda her defasında olduğu gibi, Eylül 2007 tarihli, “Genelkurmay Başkanı emriyle” Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Nusret Taşdeler tarafından hazırlanan raporu anımsadım. İnternet ortamına düştükten sonra basılı medyada da paylaşılan bu rapordan daha önce de birkaç kere söz etmiştim. 

Kısaca özetleyeyim. Bu raporda, TSK’nin “kanla irfanla kurduğu, ölümüne nigâhbanı olduğu cumhuriyet” gemisinin “laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı” AKP yelkeniyle “ılımlı İslam” limanına çekilmesinden duyduğu kaygı ve bu kaygı karşısında TSK’nin izlemesi gereken harekât tarzı irdeleniyor. Bu rapora göre özetle:

- 22 Temmuz 2007 seçimleri ılımlı İslami dönüşüm için milat kabul edilmelidir.

- TSK’yı destekleyebilecek kesimler son derece azalmıştır. Tam tersine basın, iş dünyası, ticaret odaları, sendikalar, üniversite camiasının bir kısmı TSK’nın karşısındadır.

- Esas mesele, ılımlı İslam veya demokratik İslam olarak nitelendirilen yeni devlet düzeni içinde cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı TSK’nın, kendisine nasıl bir yer bulabileceği ve burada nasıl barınabileceğidir.

Özetle, yerli-yabancı müteahhitlerce inşa edilen ılımlı İslami düzende kendisine yer bulabilmek için uzlaşma ve teslimiyet arayışında bir TSK... Anımsanmalı ki, bu rapor öncesinde TSK’ye “Türkiye’nin en iyi ihraç malı” rolü verilmişti. 2003’te Irak istila edilirken bu role son bir cumhuriyetçi refleksle itiraz eden askerin başına ABD ordusu tarafından çuval geçirilmişti. Sahi o çuval ne oldu, baştan çıktı mı? Başlarına çuval geçirilen özel kuvvet timinden sorumlu Türk korgeneral, emekli olduktan sonra nasıl olup da çuvalcı Amerikan subaylarıyla birlikte ortak güvenlik şirketi kurabildi?

***

Sözü yazıyı uzatmayayım. Kışla dışında olup biten her şey kışlada karşılığını bulur. Türkiye, söz konusu raporda belirtilen “ılımlı” İslam Cumhuriyeti istikametinde hayli yol kat etti. Ağrılı sancılı gecikmeli olsa da TSK de bu süreçte epey değişti dönüştü. Ne var ki, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı “Başkomutan” Recep Tayyip Erdoğan TSK’nin bu değişimini dönüşümünü yeterli bulmuyor olmalı ki, emrindeki askere güvenmiyor; Anıtkabir’e çağırdığı askeri üzerini polise arattırdıktan sonra huzuruna kabul ediyor.

Anıtkabir’e çağrılan askerler isim isim belirlenmiş, listede adı olmayanlar kapıdan geri çevrilmiş. Törene katılacak askerlerin listesi muhtemelen MİT tarafından belirlenmiştir. Buna karşın, “Başkomutan” o listeye de güven duymuyor; Anıtkabir girişinde polis, askerin üstünü arıyor. Oysa Anıtkabir TSK’nin yönetimi ve koruması altında ve İç Hizmet Yasası’na göre bu gibi yerlerde güvenliği sağlamak askerin görevi. Hoş, Anayasa ne denli yürürlükteyse, İç Hizmet Yasası da o kadar yürürlükte! 

Netice-i kelam, emrindeki ordusuna güvenmeyen bir Başkomutan. Emrindeki polise ve istihbarat örgütüne ne denli güven duyduğu da tartışılır. Halktan kopmuş tek adam yönetimlerinde paranoyaya sınır yoktur. Bu paranoyaya kapılmış tek adamların akıbetine ilişkin nice hikâyeler kayıtlıdır tarihin tozlu sayfalarında. O akıbetleri ben anımsatmayayım. Ne olur ne olmaz. Hürriyetimi sokakta bulmadım.

Anıtkabir girişinde polisin üst aramasına askerler itiraz etmemişler. Biri bile tepki olarak geri dönüp halkın arasına karışmamış. Ben ne diye acı acı gülümsüyorum ki!

Cumhuriyetçi demokrat yurtsever askerlere selam olsun!


22 Ağustos 2025 Cuma

KENDİNE MÜSLÜMANLIK SÜRECİ

Türkçe'de sıkça kullanılan Kendine Müslüman deyimi, (İslâmiyet’in paylaşmaya, yardımlaşmaya, dayanışmaya önem verdiği inancının tersine) kişinin her şeyi kendi çıkarları üzerinden anlayıp ona göre davranmasını ifade ediyor. Kapitalist iktisattaki homoeconomicus benzeri bir tutum yani. Bu tutum, yani insanın önce kendini ya da üyesi olduğu topluluğu düşünmesi ve kayırması bir dereceye kadar normaldir. Ancak başka kişi ve topluluklarla ortak davranmayı gerektiren durumlarda kendine müslümanlık rahatsızlığa ve uyumsuzluğa neden olur, güç birliğini ve dayanışmayı baltalar, dahası çatışmaya bile yol açar. Genel olarak dinler tarihi özel olarak İslam tarihi, kendine müslümanlığın insanlığı nice felaketlere sürüklediğinin tarihidir aynı zamanda.

AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan gerek muhalefette gerekse iktidarda hep kendine müslüman oldu. Ülkenin ortak sorunlarını ortak çıkarları gözeten bir anlayışla değil sadece kendisi ve partisinin çıkarlarını gözeten bir bencillikle kavradı, ona göre çözmeye çalıştı; daha doğrusu pazarlık konusu haline getirdi. Anayasayı tek başına değiştirmeye yeterli çoğunlukla iktidardayken bile Erdoğan’ın demokrasiyi inşa etmek gibi bir derdi olmadı; kendi iktidarını korumak ve sağlamlaştırmak hedefiyle halkı kutuplaştırma politikası izledi; nihayet ucube başkanlık sistemine geçtikten sonra muhalefete karşı düşman ceza hukukunu benimsedi.

Ülkenin bir asırdır kanayan yarası Kürt sorununda da Erdoğan sadece kendine müslüman oldu, sorunu gerçekten çözme hedefine odaklanmadı; hep pazarlıkçı bir siyaset izledi. Açılım, Oslo Görüşmeleri, Barış ve Çözüm Süreci, Dolmabahçe Mutabakatı vs adlarla anılan süreçleri, siyasi çıkarlarına ters düştüğünü gördüğü anda bozmakta tereddüt etmedi Erdoğan. 2015 yılında HDP Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan’a yönelik “Seni başkan yaptırmayacağız!” sözleri, Erdoğan’ın süreci bitirmesi için yeterli olmuştu. Erdoğan “Terörsüz Türkiye” adını verdiği son süreci de kendine müslüman zihniyetiyle yürütüyor.

***

Süreç resmi olarak 22 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ı TBMM’de konuşma yapmaya çağırmasıyla başladı. AKP Genel Başkanı Erdoğan, Bahçeli’nin çağrısını “tarihi fırsat penceresi” olarak nitelendirip sahiplendi. Öcalan “süreci hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” diyerek karşılık verdi. Devlet Bahçeli, 5 Kasım 2024’teki konuşmasında neden böyle bir çağrıda bulunduğunu açıkladıktan sonra “Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercihtir” talebinde bulundu. Erdoğan/Bahçeli ikilisinin süreçten asıl beklentisi böylece itiraf edilmişti.

Aradan onca zaman geçti. Her defasında olduğu gibi iyimser bir hava estirildi. Öyle ki, Cumhur İttifakı ve DEM Parti tarafından 2025 Haziran ayında sürecin tamamlanmış olacağı beklentisi bile oluşturuldu. Ancak, aradan geçen onca zamanda Abdullah Öcalan’ın PKK’ye kendini feshetmesi çağrısında bulunması, PKK’nin bu çağrıya sembolik silah yakma töreniyle karşılık vermesi dışında bir ilerleme olmadı. Ha bir de, TBMM’de Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu. Sorunun çözümü için ne gibi yasal anayasal düzenlemeler yapılması gerektiğine ilişkin öneri paketi hazırlayacakmış...

***

Komisyonun bir toplantısında, evlatları işkenceli sorgularda katledilen Cumartesi Anneleri ile evlatları düşük yoğunluk savaşta “ölü ele geçirilen” Barış Anneleri dinlenmiş. Barış Anneleri temsilcisi kadın kendi ana diliyle konuşmak istemiş; TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş engel olmuş. Barış annesi, “Çocuklarımızı değil silahları toprağa gömelim” dileğinde bulunmuş.

Ne hazin değil mi? Asker gerilla, “şehit” “ölü ele geçirilen”... On binlerce insan toprağa gömüldükten sonra bile bir annenin kendi ana diliyle konuşmasına tahammül edememek. 12 Eylül faşizmi döneminde tutuklu oğluyla bildiği tek lisan ile konuşmasına izin verilmeyen annenin maruz kaldığı zulüm. Cezaevi kapısında “Türkçe konuş çok konuş!” diye, bilmediği bir dilde konuşmaya zorlanan annenin sorunu. Öyle ki bir ara ana dili olarak konuşulması bile kanunla yasaklanan bir dil. Kürt sorunu tam da böyle bir sorun işte! Aradan asır geçmiş, bir anne TBMM’de derdini kendi ana diliyle, bildiği tek lisan ile anlatamıyorsa, süreç nasıl ilerleyecek, komisyon çözüm paketi olarak neyi önerecek? Ört ki ölem!

***

Hep sorulur ya KÜRTLER DAHA NE İSTİYORLAR?

Türk çocuklarının okullarda kendi ana dilleriyle eğitim görmelerine koşut olarak Kürt çocuklarının da kendi anadilleriyle eğitim öğrenim görmeleri, Türkçe dil ve edebiyat derslerinin yanı sıra Kürtçe dil ve edebiyat dersleri, Kürt kültür merkezlerinin açılması, devlet dairelerinde Kürtçe hizmet alabilmek... Bunlar bir lütuf veya pazarlık konusu değil, zaten var olması gereken doğal haklar. Lozan Antlaşması’nın 39’uncu maddesi de bunları öngörüyor.

Tekrar soralım: Kürtler ne istiyor? Gazeteci yazar Hüseyin Aykol bu başlık altında soruyu şöyle yanıtlıyor: “Bizlere hep soruyorlar: Kürtler ne istiyor? Hemen cevap vereyim: Kürt olarak yaşamak istiyorlar…Yani kendi gelenekleri, türküleri, halayları ve kendi anadilleriyle, ‘Türk gibi’ değil, Kürt olarak…” (Yeni Yaşam, 21 Ekim 2024)

Eklemeli ki, Türk olarak yaşamak nasıl bir haksa Kürt olarak yaşamak da öylesine doğal bir haktır! Kürt meselesi ancak bu hak bilince çıkarıldığında gerçekten çözülür!

Talihsizlik odur ki, Erdoğan/Bahçeli ikilisi Kürt sorununu salt kendilerine müslüman anlayışla “terör sorunu” olarak görüyorlar; asıl amaçları Kürt meselesini demokratik bir çözüme kavuşturmak değil, Cumhur İttifakı iktidarını Kürt oylarıyla sürdürmek.

Yazı nasıl bir tümceyle bitmeli, bilemedim!!!


Not: Aşağıdaki adreslerde kayıtlı yazıların da okunması dileğiyle:

ABDULLAH ÖCALAN’IN TBMM’YE DAVET EDİLMESİ

https://rahmi-yildirim.blogspot.com/2024/10/abdullah-ocalanin-tbmmye-davet-edilmesi.html

TRAJEDİ HEP BİZE Mİ?

https://rahmi-yildirim.blogspot.com/2025/05/trajedi-hep-bize-mi-karl-marksn-unlu.html

İMRALI SÜRECİ NEREYE EVRİLİR?

Erdoğan bir kez daha masayı devirir mi?

https://rahmi-yildirim.blogspot.com/2025/06/imrali-sureci-nereye-evrilir.html

İMRALI SÜRECİ KOMİSYONA HAVALE

https://rahmi-yildirim.blogspot.com/2025/07/imrali-sureci-komisyona-havale.html