KANLI PAZAR’IN PROVOKATÖRÜ MŞE’nin ARDINDAN
Kanlı Pazar’ın provokatörü Mehmet Şevki Eygi (MŞE) 86
yaşında toprağa girdi. Tabutunu AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da omuzlamış.
Erdoğan mesajında Eygi’ye “Ülkemizin
yetiştirdiği en önemli mütefekkir ve münevverlerden biri” diye iltifat
etmiş.
Erdoğangillerin Mehmet Şevket Eygi’ye
muhabbetleri nedensiz değil; elli altmış yıl önceye uzanan cihat ve dava
arkadaşlığı vardır aralarında. O cihat ve dava arkadaşlığının en önemli ortak gazalarından
(siz suç ortaklığı diye okuyun) biri de Kanlı
Pazar’dır.
***
Elli yıl önce İstanbul’a gelen Amerikan donanmasını
ve NATO’yu protesto eden solculara milliyetçi mukaddesatçı güruhun saldırısı tarihe
“Kanlı Pazar” olarak geçti.
Kanlı Pazar öncesinde sol eğilimli onlarca örgüt, Amerikan
donanmasına ve NATO’ya karşı protesto yürüyüşü ve miting için çağrıda bulunuyordu.
“Emperyalizme ve Sömürüye Karşı
İşçi Yürüyüşü” adıyla 16 Şubat 1969 günü yapılacak yürüyüş Beyazıt’tan
başlayacak, Taksim’de sona erecektir. İşte bu yürüyüşe karşı harekete geçen Amerikancı milliyetçi
mukaddesatçı örgütler “Dinimize hakaret
ediliyor” propagandasıyla 14 Şubat’ta “Bayrağa
saygı” mitingi düzenlediler; solculara ölüm çağrıları yaptılar. Komünizmle
Mücadele Dernekleri Başkanı İlhan Darendelioğlu mitingte “Memlekete ihanet eden hainleri toprağa
gömme zamanı gelmiştir” diye haykırdı.
MŞE o tarihlerde Bugün ve Babıalide Sabah gazetelerinin sahibiydi; şeriat övgüsü ve laiklik karşıtı
yazılarıyla tanınmıştı; ABD emperyalizminin yanında saf tutmuştu. Sosyalist
bloku kuşatma amaçlı Yeşil Kuşak
politikasının yerel işbirlikçisiydi: “Rusya
ve Çin Allah'ı inkâr ediyor; Amerika ise Allah'a inanıyor. Amerika'da
İslamiyet'i yayma hürriyeti var. Amerika ehvendir. Rusya kızıl kafirdir,
Amerika ise ehli kitaptır.” (Bugün,
30 Mart 1969)
Bu duruşuna uygun olarak, 1968/1971
yıllarında sahibi olduğu gazeteler aracılığıyla Büyük cemaatli sabah namazları hareketini başlattı. Daha önceden İstanbul’daki büyük
bir caminin ismini veriyor, filan tarihte burada sabah namazında buluşalım diye
çağrı yapıyordu. Kendi ifadesiyle “Ateist
kızıl anarşistler terör hareketleri yaparken, Müslümanlar böyle medenî, mânalı,
dinin ruhuna uygun hareketler içindeydi.” (haber7.com, 21 Kasım 2004)
***
SOLCULARA ÖLÜM ÇAĞRISI
Amerikan filosunun gelişi
öncesinde MŞE’nin sahibi olduğu gazetelerde haftalarca solculara karşı seferberlik
niteliğinde yayınlar yapıldı. Manşetlerde, “Komünistler karışıklık çıkarmaya hazırlanıyor” (Bugün, 8 Şubat 1969), “Tarihimizin en kara günü. Beyazıt kulesine
kızıl bayrak asıldı.”
(Bugün, 12 Şubat 1969), “Milletin sabrı tükenmek üzere” (Bugün, 13 Şubat 1969).
MŞE Endonezya’daki solcu
katliamını alkışlayacak derecede sola düşmanlık ve nefret yüklüydü; aylar boyu Endonezya’daki
komünist kıyımını övüp örnek göstermişti: “Önümüzde taze ve ümit verici bir örnek
vardır. Endonezya'daki komünist kıyımı. Yüzbinlerce komünist öldürüldü. Karada
vahşi hayvanlar, denizde balıklar insan etine doydu. Korkunç bir komünist
kıyımı oldu. Fakat Endonezya kurtuldu.”
(Babıalide Sabah, 31 Ekim 1967)
Komünistlerin etinin vahşi hayvanlarca
yenmesine bu denli sevinen MŞE bu yazılarını Kanlı Pazar’dan bir yıl sonra Müslüman Endonezya Kızılları Nasıl Temizledi
adıyla kitaplaştırdı.
Eygi ve din kardeşleri sola nefret
duyarken Amerika aşkıyla hülyalıydılar aynı zamanda. “Amerikan filosu, dost ve müttefiki olduğumuz için limanlarımızı
ziyarete gelmektedir... buna karşı girişilecek hareketler kanuna karşı gelmek
bir yana milli iradeye ve çoğunluk kararına karşı çıkmak manasını taşımaktadır.”
(İsmail Oğuz, Babıali’de Sabah, 10
Şubat 1969)
Amerika aşkı bahsinde Eygi’nin
gazeteleri yalnız değildi. Son Havadis
gazetesi de aynı paralelde kışkırtıcı yayınlar yapıyordu ve yazarları, Amerika
aşkında Eygi ve arkadaşlarından geri kalmıyorlardı. Son Havadis’te manşetten “Kızıl
bayrak olayı infial yarattı” başlığı altında solcular vatan haini olarak
nitelendiriliyor, “Bir avuç kızıl
veledle başa çıkılamayınca bu devletin ve memleketin asıl sahipleri harekete
geçmek zorunda değil midirler? Böyle bir tepkinin sertlik derecesi önceden
tahmin edilemez… Bu haklı öfkenin harekete geçeceği gün uzak görünmüyor.” deniliyordu.
(13 Şubat 1969)
Aynı gün gazetenin
yazarlarından Tekin Erer “Dost
filo, hoş geldin” başlıklı yazısında “Amerikan
6. Filosu, Sovyetlere karşı Türk karasularını koruyacak, bizim yanımızda seve
seve çarpışacak, can verecek filodur. Sovyetler boş durmuyorlar, el altından
para dağıtarak satın aldıkları bazı adamları ortalığa salıveriyor, bunları 6.
Filo aleyhine kışkırtıyorlar.” diyordu. Aynı gazetenin yazarlarından Orhan
Seyfi Orhon ise sıkıyönetim ilan edilmesini istiyordu.
***
MŞE’NİN CİHAD ÇAĞRISI
Amerika aşkıyla solculara duyulan
kin ve nefretin sonucu olarak nihayet manşetten “Kızıl bayrak asanlara son ihtar” yapıldı. MŞE de “Namaza Davet” başlıklı yazısında 16
Şubat’ta (yani “Emperyalizme ve Sömürüye
Karşı İşçi Yürüyüşü”nün başlayacağı yerde ve aynı günde) Beyazıt Cami’inde kılınacak
toplu namaz için çağrıda bulundu: “Cihad
yapmalı. Malıyla, canıyla, ilmiyle diliyle her şeyiyle Allah için, Din için,
Kur'an için Resul (S.A.) için savaşmalı. (…) NOT: Dikkatli olalım. Tahrikler
yapılabilir. Kapılmayalım. Sadece namaz, o kadar. Kafirler bizim cemaatimizi
görünce hapı yutarlar zaten. Metodumuz adem-i şiddettir.” (Bugün, 14 Şubat 1969)
Kanlı Pazar’a bir gün kala, Eygi’nin
gazetesinin manşetinde “Kızılları
boğmanın vakti geldi” deniliyordu. Bayrağa
Saygı mitingine ilişkin haberin üst başlığında “Müslüman-Türk’ün 500 yıllık şehrine kızıl bayrak çeken moskof
uşaklarına İstanbul halkının muhteşem cevabı” ve “Kızıl emperyalizmin para ile tutulmuş uşaklarını en ufak kıpırdanışta
gebertmek için and içildi” cümleleri yer alıyordu. (Bugün, 15 Şubat 1969)
Aynı gün Babıalide Sabah’ın manşetinde ise “Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız” başlığı atılmıştı. Kanlı
Pazar günü ise Babıalide Sabah’ın
manşetinde “Müsamaha devam ederse
komünistleri halk kendisi ezecektir” başlığı okunuyordu.
O günlerde MŞE, ne gibi olaylar
çıkacağını tahmin etmiş olsa gerek, Suudi Arabistan’daydı. Ama hemen her gün
yazıları gazetede yer alıyordu. Kanlı Pazar günü Bugün’deki yazısının başlığında “Cihada Hazır Olunuz” diye çağrıda bulunuyordu: “Bilmiş olunuz ki, büyük fırtına patlamak
üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz
hale gelmiştir. İmtihan günleri gelip çatmıştır. Kaderden kaçmak, kurtulmak ne
mümkün. (…) Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslam’da askerlik ve cihad
ihtiyari değildir, mecburidir. (…) Stalin ve benzeri deccallerin piçleri olan
kızıl veletler sokaklara dökülüp Türkiye'yi yıkmak isterlerse bütün
Müslümanları karşılarında bulmalıdırlar. Onlarda taş, sopa, demir, molotof
kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz. (…) Herkes
vazifeye koşsun, herkes komünizm küfrüyle savaşa hazırlansın. Komünistler ve
onları destekleyen hain şahıs ve müesseseler kahr edilsin. Bir Müslüman yüz
komüniste bedeldir. Müslümanlar, komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine
yardımcı olsunlar. Not: ‘Bir şeyler’ olursa, silahlar patlar patlamaz, vazifeye
koşmağa çalışacağız. İnşallah kızıl kafirlerin, Deccal uşağı dinsizlerin
tepelerine birer intihar uçağı gibi ineceğiz...”
Aynı yazısında Eygi, Genelkurmay
Başkanı Cemal Tural’dan övgüyle söz ediyor ve darbeye teşvik ediyordu: “Kaderi ilahi bu kumandana ilahi bir hizmet
verirse, müslümanlar ona yardımcı olsunlar. Bilsinler ki seçimsiz başa geçecek
iktidar, onları doğrayacaktır.”
***
AMERİKAN DONANMASINA DOĞRU NAMAZ VE KANLI PAZAR
MŞE’nin öncülük ettiği kışkırtıcı
yayınlara paralel olarak dönemin etkili sağcı dinci örgütleri Milli Türk Talebe
Birliği (MTTB) ve Komünizmle Mücadele Dernekleri (KMD) de Kanlı Pazar’a hazırlandılar.
Dernek merkezlerindeki toplantılarda görev dağılımı yapıldı, şehitlik yeminleri
edildi, kamyonlarla sopalar tedarik edildi, hatta saldırı sırasında yanlışlıkla
birbirlerine vurmasınlar diye mavi kurdeleler dağıtıldı. Saldırgan güruh 16
Şubat sabahı Beyazıt Camii’nde toplandı.
Solcu 76 örgütün katıldığı yürüyüş
öğleden sonra Beyazıt Meydanı’nda başladı; 30 bin dolayında kişi Amerikan donanmasını
protesto etmek üzere Sultanahmet, Sirkeci, Karaköy, Tophane üzerinden Taksim’e doğru
yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca “Bağımsız
Türkiye”, “Emperyalizme Hayır, Sosyalizme Evet”, “Köylüye Toprak Yok, Amerikan Üslerine Toprak Çok”, “Vietnam’da Barınamayan, Türkiye’de
tutunamaz”, “Amerikalı it evine git”
sloganları atıldı.
Saldırgan güruhun ikinci toplanma
bölgesi Dolmabahçe idi. Amerikan donanmasının gelişi dolayısıyla bölge askeri
yasak bölge ilan edilmişti ama vilayet ve emniyet yetkilileriyle görüşmeler
sonunda yasak delindi; Dolmabahçe Meydanı’nda Amerikan donanmasına karşı öğle
namazı kılındı.
“Emperyalizme ve Sömürüye Karşı” yürüyenlerin Taksim’e topluca
girişlerine izin verilmedi. Birkaç yüz kişilik topluluklar halinde Taksim’e
giren gruplar karşılarında demir çubuklar, sopalar ve bıçaklarla silahlanmış
güruhu buldular. Günün sonunda Türkiye İşçi Partisi üyesi Ali Turgut Aytaç ve
Duran Erdoğan öldürüldü ve yüzlerce kişi yaralandı. Ertesi gün Günaydın ve Hürriyet gazetelerinin ilk sayfalarında yayımlanan fotoğraf,
saldırının devletin müsamahası ve gözetiminde gerçekleştiğinin kanıtıydı. Fotoğrafta
Ali Turgut Aytaç bıçaklanırken, birkaç
metre ötedeki polis cinayeti seyretmektedir...
***
MŞE ÖZEL HARP GÖREVLİSİ MİYDİ?
Kanlı Pazar, hamaset ve fanatizm yüklü ilkel duygularla kışkırtılan
kalabalıkların ne denli vahşileşebileceklerinin örneklerinden biriydi. Tıpkı
6/7 Eylül’de, Maraş ve Çorum katliamlarında, Sivas Madımak’taki gibi. Hepsinin
ortak noktalarından biri de, kıyıcı güruhun eyleminin iktidar tarafından “halk
hareketi” olarak mazur görülmesidir. Kanlı Pazar sırasında İstanbul Valisi olan
Vefa Poyraz, o gün olanları “İrticai
bir hareket değil. Taksim'de ani bir halk hareketi, ani bir karşılaşma oluyor,
iki kişi maalesef hayatını kaybediyor” diye açıklamıştı.
Kanlı Pazar’ın bir numaralı provokatörü MŞE, bu olaydaki rolünden dolayı
son nefesine kadar vicdani rahatsızlık veya pişmanlık duymadı. Vicdani
rahatsızlık veya pişmanlık bir yana, “Bugün
aynı şartlar olsa yine aynı şeyi hiç tereddütsüz yapardım” diyebildi. (Yeni Şafak, 11 Nisan 2006)
Böylesine vahim bir günahtan üzüntü duymamak, tersine aynı günahı işleme
kararlılığı nasıl bir vicdansızlıktır; yanıtı sosyal psikiyatrlara düşer. Belki
de Eygi ve din kardeşlerinin derin bağlantılarıyla ilişkilidir. Eygi’nin
o yıllardaki misyonuyla ilgili olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri TSK’nin en üst
kademelerinde görev yapmış, eski Genel Kurmay İstihbarat Başkanı E. Korg. İsmail
Hakkı Pekin “Fetullah Gülen, Mehmet
Şevket Eygi 1959’da Özel Harp Dairesi’nde görevlendirildi. Görevleri, Yeşil
Kuşak projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi.” demişti.
(Aktaran Tunca Bengin, Milliyet, 10
Aralık 2018)
MŞE, Pekin’in açıklamasına “İftiralarınızı
ispat ederseniz bana, edemezseniz size ait olacak yedi sıfatı tekrar ediyorum:
Şerefsiz, namussuz, alçak, müfteri (iftiracı), yalancı, vicdanı ve kalemi
satılık veya kiralık, haysiyetsiz, pislik, rezil, saldırgan köpek, fitneci”
gibi ağır sıfatlarla karşılık verdi. (Milli
Gazete, 16 Aralık 2018)
Siyasal İslamın kanaat önderlerinden Abdurrahman Dilipak ise konuya
ilişkin yazısının başlığında “Hepimizi
kullandılar!” diye itirafta bulundu. Dilipak, “Gülen de, M. Şevket Eygi de Özel Harp tarafından kullanılmış!
Kullanılmayan mı vardı ki! Eygi ‘eleman’ iddialarını şiddetle reddediyor.
‘Kullanılma’ya gelince, bir zamanlar herkesin ‘Gülenci’ olması gibi, hepimiz
komünizmle mücadelede ‘gönüllü’ değil mi idik!.” diye yazdı. (Yeni Akit, 26 Aralık 2018)
İslamcı medyanın etkili
isimlerinden Yeni Şafak Genel Yayın
Yönetmeni İbrahim Karagül de yazısının başlığında “Evet, hepiniz
kullanıldınız” diyerek tartışmaya
katıldı. Karagül, geçmişte kimlerin, hangi çevrelerin ne amaçla
kullanıldığının açıkça ortaya serilmesini istedi ve “Bugün kimler kullanılıyor?” diye sordu. (Yeni Şafak, 27 Aralık 2018)
General Pekin’in açıklamaları
elbette kanıtsız; ancak bu gibi ilişkilerin belgesi kanıtı olmaz zaten. Belge
kanıt, hayatın kendisidir. MŞE’nin hayatı yeterli kanıttır. General Pekin’in söz
ettiği tarihte Fetullah Gülen 17 yaşındadır. Bu yaştaki birinin devletin en
ciddi ve derin kurumu tarafından istihdam edildiği savı inandırıcı görünmüyor.
Ancak, Ogün Samast’ın aynı yaştayken Hrant Dink’in üzerine salındığı da bir
vakıadır. Keza Hüseyin Üzmez de lise öğrencisiyken 1952 yılında dönemin etkili
gazetecilerinden Ahmet Emin Yalman’a suikast düzenlemişti.
***
Hüseyin Üzmez denilince
anımsamamak olası değil.
Milliyetçi mukaddesatçı mahallenin
kanaat önderlerinden Hüseyin Üzmez, 70’li yaşlardayken, 13 yaşındaki kız çocuğunu cinsel istismardan hüküm giymişti. MŞE ise, Üzmez
öldükten sonra kaleme aldığı yazıda din kardeşini savundu, peşkirciliğine
soyundu. Eygi, Hüseyin Üzmez için, “Geçtiğimiz
yıllarda, küçük bir kızla ilişkisi yüzünden mü’min ve Müslim bir gazeteci
maalesef Müslüman kesimde linç edilmiş, bitirilmiş, yerin yedi kat dibine
sokulmuştur. Bu, adaletsizlik, insafsızlık ve aşırılık olmuştur.” demişti. (Vahdet, 29 Şubat 2016)
Günahkâr, provokatör MŞE aynı yazıda ifade etti ki, “İman kardeşliği, talakı olmayan bir nikah
gibidir, bozulamaz.” Bu cümleyi şu anlamda kurmuştu: “Mü’mini tekfir edenin kendisi de kafir olur. Adam mü’min, fakat fâsık-ı
mütecahir, yani büyük günahları açıkta, açıkça işliyor. Böylesinin gıybeti
yapılabilir ama imanı olduğu ve kaldığı müddetçe kardeşlikten atılamaz,
silinemez. Mü’minin günahları gizli saklı kapalı ise tecessüs edilemez ve
gıybeti yapılamaz. İnsanların gizli günah ve ayıplarını araştırmak haramdır. Olgun
mü’min, olgun olmayan iman kardeşlerinin gizli günah, ayıp ve kötülüklerine
karşı karanlık gece gibi olur. Bu gizli günah ve ayıplar öğrenilirse, ifşa
edilmez, açıklanmaz, aksine setr edilir, gizlenir.”
Yani özetle, “Benim hırsızım, benim sübyancım, benim
teröristim, benim ahlaksızım iyidir, çünkü Müslümandır, iman kardeşimdir.
Açıkça büyük günahlar işlese de, madem ki imanlıdır, Müslümandır, kardeşimdir.”
zihniyeti.
Bu zihniyetin yazıya
dönüşebilmesine insanın inanası gelmiyor. En iyimser ruh haliyle “Müslümanlık bu mu?” diye isyan edesi
geliyor insanın ama galiba bu ruh hali de epey saf ve kendini kandırma hali. Ne
yazık ki, kendisini Müslüman sayan ahalinin çok büyük çoğunluğu bu zihniyettedir;
bu zihniyetle hayatı kendisine zehir ettiği gibi, iktidarı ele geçirdiğinde
başkalarına da hayatı zehir etmektedir.
***
HİTLER HAYRANI MŞE
MŞE bir de Hitler hayranıydı. MŞE’ye
göre “Hitler Sovyetler Birliğini
yıkabilseydi, Türk dünyası hür olacaktı. Arap ve İslam dünyası da. Hilafet
yeniden kurulacaktı.” Kanlı Pazar günlerinde MŞE “Hitler Müslümanların Vefalı bir Dostuydu” başlığı altında şöyle yazmıştı:
“Hitler binlerce papazı kestirmişti.
Buna rağmen Müslümanlara sonsuz haklar vermişti. Eğer Hitler müttefiklerin
propagandalarındaki gibi ‘Dinsiz ve Allah’tan korkmayan bir kimse olsa idi o
zamanlarda binlerce Müslüman din kardeşimiz gönüllü olarak Hitler’in askeri
olurlar mıydı? Hitler Müslümanlara hiçbir zarar vermemiştir. Onun ordusundaki
Müslümanlar günde beş vakit namazlarını eda etmişlerdir. (…) Ordusunda
Müslümanlara sonsuz selahiyetler vermiş ve onları çok sevmiştir.” (Bugün, 12 Ocak 1969)
Hitler dışında MŞE’nin gönlü Amerikan
emperyalizminden yanaydı, ehl-i kitap ve ehven-i şer olduğu için Amerika’yı
tercih ettiğini anlatıyor ve eleştiri olarak en fazla ABD’nin yanlış yolda
olduğunu söylüyordu. Bir yazısında, sağın ve İslam’ın neden ABD safında yer
aldığını açıklarken “1960’lı, 70’li
yıllarda, Allahı inkâr eden Marksist felsefeye bağlı neo kolonyalist Sovyetler
Birliği ile, paralarının üzerinde “Biz Allaha güveniyoruz” yazılı ABD elbette
bir değildi.” diyordu. (Milli
Gazete, 21 Ocak 2019)
***
ŞERİATÇI FAŞİST MŞE
Ve elbette MŞE faşist bir
şeriatçıydı, hilafet yanlısıydı; ülkenin Halife-i Resûlullah, Emîrü'l-mü'minîn,
İmam-ı Kebir tarafından yönetilmesini istiyordu. Ancak halife olacak kişinin
bildiğimiz anlamda genel seçimle işbaşına gelmesine de karşıydı; halife olacak
kişinin en fazla 12 kişilik bir heyet tarafından seçilmesini, gerekirse
istihareye yatılmasını öneriyordu. “İslam’da
başkanlık ve memuriyet” başlığı altında aynen şöyle yazmıştı:
“Halife seçimi, demokratik
sistemde olduğu gibi halkın oylarıyla, genel seçimle, seçim kampanyasıyla,
propaganda yaparak, nutuklar atarak, duvarlara afişler yapıştırarak, seçim
şarkıları besteletip terennüm ettirerek, davul zurna çalarak, ey ahali ne olur
Allah aşkına beni seçin diye bağırıp yalvararak, cart curt nutuklarla,
alkışlarla, sloganlarla, kampanya için açık veya gizli yüz milyonlarca dolar,
hattâ milyar dolar harcamakla olmaz. Müslümanların içindeki altı, yahut on,
bilemediniz on iki âqil, ehil, yüksek, temiz, ziyalı, tecrübeli, birikimli
şahsiyet bir seçim şûrası oluşturur, bunlar Ümmetin başına Kur'ana, Sünnete,
Şeriata uyacak ehliyetli, muktedir, sâlih, âbid, müdebbir muhterem bir zatı
seçmek için gayret ve cehidlerini sonuna kadar sarf edeceklerine Kitabullaha el
basarak şer'î yemin ederler. İçlerinden birini, yahut başka ehil bir Müslümanı
seçerler, o muhterem önce kabul etmek istemez, israr üzerine istihare yapar ve
aydınlık çıkarsa kabul ederek ateşten gömleği giyer, şehadete hazır olur.” (Milli Gazete, 14 Ekim 2012)
MŞE’nin yaşamındaki belki de tek
olumlu davranışı İslam’da estetik aramak ve ezanı bed sesli müezzinlerin
tasallutundan kurtarmaya çalışmak idi. O’na göre ezan bangır bangır bağırmak
yerine daha düşük volümde musiki tadında okunmalıydı. Bu uğurda yüzlerce yazı
yazdı. Ancak tüm çabasına karşın ne İslam’da estetik bulabildi ne de ezanı bed
sesli müezzinlerin tasallutundan kurtarabildi.
Bitirirken belirtmeli ki, Kanlı
Pazar’dan bugüne MŞE’nin ilham verdiği kadrolar bugün iktidardalar. Tek tek
isim belirtmeye gerek yok.
Biz demokratlar sosyalistler, MŞE’yi
“Ülkemizin yetiştirdiği en önemli mütefekkir
ve münevverlerden biri” olarak görmüyoruz, aşağıdaki dizeleri armağan
ediyoruz:
‘Ne kendi eyledi rahat ne âleme
verdi huzur;
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın
ehl-i kubur.’
Bu ve bunun gibiler azalmıyor aksine geometri diziyle çoğalıyor. Allah çocuklarımızın yardımcısı olsun.
YanıtlaSilBir değil beş değil milyonlarca maalesef.
SilKalemine emeğine sağlık teşekkür ederim sevgiler
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Çok selam.
Sil