AKP iktidarı döneminde memleket tarihte hiç olmadığı kadar Müslümanlaştı ama hayatın hemen her alanında o ölçüde yozlaştı çürüdü, yarım yamalak da olsa var olan aklını ahlakını yitirdi.
Gün geçmiyor ki bir yolsuzluk hırsızlık dolandırıcılık haberiyle veya siyasi zorbalıkla ya da hemen her türden ayrımcılık ve nefret vakasıyla yüreğimiz kavrulmasın.
Yanlış anlaşılmasın, AKP iktidarı öncesinde her şey güllük gülistanlık değildi. Geçmişte de rüşvet, yolsuzluk, ayrımcılık, siyasi zorbalık vardı ama insaf ile söyleyelim, bu dönemdeki kadar sıradanlaşmamıştı. 12 Eylül faşizmi döneminde bile hukuk devleti duyarlılığı elbette yoktu ama hiç değilse kanun devleti hassasiyeti vardı; yürürlükteki kanunların çizdiği sınırlar dışına çıkanlar ceremesini çekiyordu veya kamu vicdanında mahkûm oluyordu.
“Benim memurum işini bilir” diyerek rüşveti kendince meşrulaştıran Turgut Özal bile rüşvetçi bir vezirini Yüce Divan’a göndermişti.
Süleyman Demirel başkanlığındaki Milliyetçi Cephe hükümeti, 31 Aralık 1977’de, halk çoğunluğunu yoksulluğa sürüklediği ve devleti anayasal çerçeveden uzaklaştırmaya çalıştığı gerekçesiyle TBMM tarafından görevden uzaklaştırılmıştı.
Benzer şekilde 25 Kasım 1998’de Mesut Yılmaz başkanlığındaki hükümet, bir özelleştirme ihalesinde yolsuzluk suçlamasıyla TBMM tarafından düşürülmüştü.
Bugün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ucube bir tek adam iktidarı var ama ne anayasa yürürlükte ne de kanunlar. Hemen her konuda Şahsım ne derse kanun yerine geçiyor. Anayasa’nın tartışma götürmez derecede açık hükümlerine karşın, Hatay Milletvekili Can Atalay hapishanede esir tutuluyor. Geçmişte başbakan ve bakanlar düşüren TBMM kendi üyesine sahip çıkma iradesinden yoksun. Yargı, adaleti sağlamakla yükümlü erk olmaktan çıkmış, Şahsım’ın emir eri olmuş. Bu ortamda, rüşvet, yolsuzluk, ayrımcılık, siyasi zorbalık sıradanlaşmış.
***
‘Fatih Terim Fonu’ olarak adlandırılan ‘saadet zinciri’ dolandırıcılığı, sıradanlaşan tamahkârlığın sahtekârlığın son halkası olarak dolandırıcılık tarihine girdi; memlekette çürümeye kokuşmaya bir sınır ya da dip noktası olmadığını da gösteriyor.
Özetle, Denizbank’ın şube müdiresi Seçil Erzan, Fatih Terim Fonu (FTF) adı altında, ABD parasına yıllık yüzde 380 gibi akıl almaz getiri vaadiyle para toplamış. Fona ilk girenlere sonra girenlerin parasını faiz olarak vermiş, bu arada kendisi de sebeplenmiş. Benzer her örneğinde olduğu gibi zincir kopmuş. Geride, Fatih Terim ekürisinden milyonlarca dolar para kaptıran futbolcular (Arda Turan, Emre Belözoğlu vs.) kalmış. Fatih Terim’in para kaptırıp kaptırmadığı, kaptırmadıysa kaç milyon dolar çarptığı şimdilik bilinmiyor. Adları geçen bu topçular bir de Müslüman kimliklerini öne çıkarmalarıyla biliniyorlar...Buraya kadar şaşılacak bir şey yok. Geçmişte nice örnekleri var. 12 Eylül faşizmi döneminde bankerler skandalı. Sonrasında Titan saadet zinciri. Kâr payı aldatmacasıyla dolandıran İslamcı holdingler. Sahibi olduğu bankaları soyan patronlar.
Sözün özü, dolandırıcılık tarihimiz böylesine verimli bereketli. Öyle ki, “milli ve yerli” dolandırıcı Selçuk Parsadan, Başbakan Tansu Çiller’i bile dolandırdı...
***
Yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, hatta gasp (güncel ifadeyle çökme) müesses nizamın, yani kapitalizmin amentüsüdür, doğasında vardır; ülkemizin lümpen kapitalizminde servet biriktirmenin sermayeyi büyütmenin neredeyse biricik yolu yöntemidir. AKP dönemindeki çökmenin dolandırıcılığın yolsuzluğun geçmiştekinden farkı, sıradanlaşması, hatta “çalıyorlar ama çalışıyorlar” söylemiyle meşrulaşmasıdır. Çok daha vahim farkı, servete bu gibi çökmelerde devlet başkanının racon kesme, yani kabadayılık dünyasında geçerli kurallara göre sonuca bağlama makamı olarak görülmesi. Medya mecralarına düşen haberlere göre, FTF’ye para kaptıran aç gözlü topçular, kayıplarının telafi edilmesi için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a baş vurmuşlar.
***
Gözü doymaz topçuların dolandırıcıya kaptırdıkları parayı geri almak için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a başvurdukları benim iddiam değil. İlk önce Fatih Altaylı yazdı: “Paranın buharlaştığının anlaşılması üzerine, Arda ve Emre Cumhurbaşkanı Erdoğan’a giderler. Erdoğan banka yönetiminden bu sorunun çözülmesi ve futbolcuların mağdur edilmemesi için aracı olur. Ancak banka yönetimi banka kayıtlarında böyle bir alacak görünmediği için sorunun ancak yargı yoluyla çözüleceğini, aksi takdirde banka yöneticilerinin zimmet suçu işlemiş olacağını söyler.”
Benzer anlatımlar başka medya mecralarında da yer aldı. Hemen her konuya müdahil olan İletişim Başkanlığı’ndan yalanlama ya da “dezenformasyon” açıklaması gelmedi. FTF dolandırıcılığı haberlerine ve yorumlarına erişim yasağı da konmadı. Demek ki, aç gözlü Müslüman topçular kaptırdıkları parayı kurtarmak için gerçekten Cumhurbaşkanı Erdoğan’a başvurmuşlar.
T24’ten Mehmet Yılmaz’ın yazdığına göre Erdoğan, “tahsilat mafyası” gibi görülmekten rahatsız olmamış ama racon kesmeye de heves etmemiş. Racon kesme işini o tarihte İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu üstlenmiş; banka yönetimini aramış. Mehmet Yılmaz, Süleyman Soylu’nun olayı yargıya havale etmek yerine bankadan futbolcular için para istediğini, Sezgin Baran Korkmaz olayında da benzer şekilde müdahil olduğunu anımsatıyor.
***
Sıradanlaşan bir dolandırıcılık vakasında Cumhurbaşkanı’nın “tahsilat mafyası” yerine konması, İçişleri Bakanı’nın dolandırıcıya kaptırılan paranın geri alınması için banka yönetimini araması, memlekette hayatın her alanındaki kokuşmanın daha yukarısı olmayan zirvesidir.
Bundan daha acı olanı, “yüzde 99,99’u Müslüman” ahalinin bunca ahlaksızlığı, hırsızlığı, dolandırıcılığı seyretmesi, tepki göstermek bir yana seçimlerde ödüllendirmesidir.
Müslüman ahalinin ahlakla imtihanı ne zaman biter; yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine öbür dünyada cennet kandırmacasıyla cahil ve yoksul bırakıp sadakaya muhtaç eden sermaye siyasetçilerini ne zaman sırtından atar?
Böyle gelmiş böyle gidiyor. Hem Müslüman hem yüksek Faiz, hani faiz haramdı.
YanıtlaSilBirisi de "nas var nas" diyordu. Nas'ın hükmünü kaldırdı anlaşılan!
Sil