18 Haziran 2015 Perşembe

DEMİREL’İ NASIL BİLİRDİM?

Hemen söyleyeyim, iyi bilmezdim. Benim nazarımda cehenneme kadar yol göstermek için çok günahı vardır. Tam 43 yıl önce Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam kararlarının Meclis’te görüşüldüğü gün, Meclis’in en kalabalık grubunun lideri olarak iki elini de “evet” için kaldırarak arka sıralara dönmesi ve partili vekillerin de evet demesini sağlaması, tek başına cehenneme kadar yol göstermek için yeterlidir. Cellâtlık, yağlı ipi boynuna geçirip sehpayı tekmelemekten ibaret değildir.
Demirel deyince aklıma gelen ikinci günahı, Kahramanmaraş katliamı sırasında söylediği bir cümledir. Kahramanmaraş’ta 1978 yılının son ayında meydana gelen olay, merkez medyanın sunduğu gibi Alevi/Sünni kavgası değildi. Dönemin sağcı medyasının amiral gemisi Tercüman’ın ilk gün vurguladığı gibi “Asil kısrağın sabrının taşması ve şahlanması” idi. Asil kısraktan kasıt, Türk/Müslüman/Sünni kitleydi. Olan biten, aylarca hazırlığı yapılan bir katliamdan ibaretti aslında. Katliamın ardından açılan davada üç müdahil avukat, katliamın perde arkasını aydınlatmaya çalışırken peş peşe öldürüldüler. Hatırladığım kadarıyla bu cinayetler sırasında Demirel Başbakan idi ve ne zaman adı anılsa aklıma gelen o cümleyi sarf etmişti: “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” Aynı Demirel 1980’de başbakandı; Çorum’da insanlar Kahramanmaraş’taki gibi katledilirken, katliamı durduracağına kimsenin burnunun kanamadığı Fatsa’yı işaret ediyor, “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın!” diyordu.
Aradan yıllar geçti. Demirel’in son başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı yılları, faili meçhul denilen cinayetlerin altın yıllarıydı; 1994 yılında Demirel Cumhurbaşkanı olarak bu kez “Devletin öldürdüğü ispatlanmış değil. Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür, diğeri cinayettir.” diyordu. Nihayet 2000 yılında kontra örgüt Hizbullah’ın devlet tarafından bir kolorduya yetecek miktarda silahla donatıldığı ortaya çıkmıştı. Üstelik silah alımında dönemin bir valisi rüşvet bile almıştı. Demirel, “Devlet bazen rutinin dışına çıkabilir” diyerek hukuksuzluğu ve resmi cinayetleri meşrulaştırmaya çalışıyordu.
Devlet için kurşun atan da yiyen de bizim için şereflidir” diyen Tansu Çiller’in ve “Müslüman soykırım yapmaz” diyen Tayyip Erdoğan’ın esin kaynağı Demirel’den başkası değildi.
Demirel deyince aklıma gelen üçüncü günahı, tarihte seçimle iktidara gelen ilk sosyalist devlet başkanı olan Salvador Allende’nın ardından söylediği sözlerdir. Allende, 1973 Yılı'nda Amerikan kuklası faşist General Pinochet tarafından öldürtüldüğünde, Demirel sevincini "Allende eyi gitti, eyi" diyerek dile getirmişti. Allende, kazip demokrasi kahramanı Demirel gibi şapkasını alıp kaçmamıştı.
Sermayedar sınıfın siyasetçisi Demirel adı anıldığında aklıma çok günahı gelir. İşlediği günahlardan biri de yolsuzluklarla ilgiliydi. Gerçi bugünün muktediri gibi evinde milyar dolar istif ettiği duyulmadı. Ama nepotizm konusunda da Tansu Çiller’e ve bugünün muktedirine esin kaynağı oldu. Cumhurbaşkanı iken 1999 yılında çektirdiği “Aile fotoğrafı” nepotizmin belgesiydi. Ünlü fotoğrafta "manevi oğulları" olarak nitelendirdiği ve sahibi olduğu İnterbank’ın içini boşaltmakla suçlanan Cavit Çağlar, sahibi olduğu Bayındırbank’ın içini boşaltmakla suçlanan ve Demirel'e yakınlığından dolayı birçok ihale alan Kamuran Çörtük yer alıyordu. Fotoğrafta yer alan Demirel'in kayınbiraderi Ali Şener de Çörtük'le olan yakınlığıyla tanınıyordu. Yine Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı iken Çankaya Köşkü'nde çektirdiği bir başka aile fotoğrafında ise Egebank'ın içini boşalttığı iddiası ile hakkında davalar açılan yeğeni Yahya Demirel vardı.
Gazetecilere karşı hoşgörülü olarak biliniyor. Doğru, bugünün muktediri gibi sadece kendisine yandaş gazetecilere konuşan, yandaş saymadıklarına kapıyı kapatan, kapatmakla kalmayıp mahkemelerde süründüren veya işten attıran biri değildi.  Kıdemi ne olursa olsun, ister şöhretli köşe yazarı isterse mesleğe yeni başlamış çırak muhabir. Bugünkü muktedirlerin yaptıkları gibi kimseye özel bir engellemesi yoktu. Ama hoşgörü imajının gerisinde acı bir hakikat vardı ki, Demirel’in gazetecilere hoşgörüsü aslında sağ kalabilen gazetecilerle sınırlıydı. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin 64 kişilik listesine göre, Süleyman Demirel’in son başbakanlığı döneminde tam 20 gazeteci “faili meçhul” denilen cinayetlere kurban gitti. Aralarında Uğur Mumcu, Musa Anter ve İzzet Kezer de vardı. Gazeteci katliamı Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde de sürdü. Aralarında Metin Göktepe, Ahmet Taner Kışlalı ve Onat Kutlar’ın da bulunduğu 19 gazeteci yazar daha katledildi. Yani, ÇGD’nin listesindeki maktul gazetecilerin yarısından fazlası, Demirel’in son başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı dönemlerinde katledildi. Gazeteciler katledilirken Demirel “Onlar gazeteci kılığına girmiş militanlar, birbirlerini öldürüyorlar” diyordu ki, bugün hapse attırdığı gazeteciler için “Onlar gazetecilik faaliyetinden tutuklanmadılar” diye takla atan muktedir ilhamını Demirel’den alıyordu. Malum, devlette devamlılık esastır!

Makyavelizmin piriydi Süleyman Demirel. Cehenneme kadar yol göstermek için yeterince günahı var. Bugünün muktediri kadar sevimsiz olmadıysa, demagoji ustalığına ve basınla ilişkilerini dengeli tutabilmesine borçludur. Benim nazarımda affedilecek biri değildir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder