19 Mayıs 2016 Perşembe

HAVANA'DA GÜNE UYANMAK

“Sosyalizmin son kalesi” Küba’da gördüklerimizi, izlenimlerimizi dizi yazı olarak paylaşacağımızı söylemiştik. Genel bir değerlendirmeyi dizinin son yazısında yapacağız.
Türkiye’den Küba’ya doğrudan uçuş yok. İspanya, Fransa, Hollanda, Almanya, İtalya, Kanada, Rusya, Güney Amerika ülkeleri üzerinden aktarmalı olarak gidilebiliyor. ADAM-DER topluluğu olarak, Air Canada ile Toronto üzerinden gitmeyi tercih ettik.
Kanada devleti transit vize için bile olağanüstü sıkı davranıyor. Gelir durumu, banka hesabı, tapu ve araç ruhsatı, genel bildirim formu şart. Her şey tamam olsa bile ret yanıtı verebiliyor. Aynı evraklarla tekrar başvuruda ise, hiçbir değişiklik olmadığı halde kabul diyebiliyor.
Atatürk hava limanında yolculuğun başlangıç saati sabah 11.15. Kanada’ya uçuş için hava limanının genel güvenlik ve pasaport denetimi yeterli olmuyor. Ayrıca Air Canada’nın anlaştığı güvenlik şirketinin sıkı aramasından geçmek şart. Toronto’ya yolculuk 10 saati aşıyor. Air Canada’nın mutfağı THY’nin mutfağıyla yarışacak derecede cömert ve lezzetli bir menüye sahip.
Toronto ile İstanbul arasında 7 saatlik zaman farkı var. Toronto’da dört saat bekledikten sonra yerel saatle 18.00’de Havana’nın yolunu tutuyoruz. Havana yolculuğu sırasında şaşırtıcı sıklıkta hava boşluklarına rastlıyoruz. Pilotlar sık sık anons yapıp endişe edecek bir durum olmadığını söylüyorlar. İniş saati yaklaştığında hostesler Küba için vize başvuru formu ile genel bildirim formu dağıtıyorlar. Küba vizesi hava limanında alınabiliyor. Yeşil pasaporta vize gerekmiyor.
Üç buçuk saat süren yolculuğun ardından yerel saatle 21.30 gibi Havana hava limanındayız. Ambargo nedeniyle derme çatma bir hava limanı tahayyül etmişken, modern bir hava limanıyla karşılaşıyoruz. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra çıkışa yöneliyoruz. Küba’nın nemli havasını soluyoruz ve rehberimiz Sara ile buluşuyoruz.
***

İKİ AYRI KÜBA
Küba’da harcama yapabilmek için döviz bozdurmak gerekiyor. Cadeca denilen döviz bürosu önünde kuyruğa giriyoruz, pasaportu ve dövizi teslim ediyoruz; daha ilk adımda iki ayrı Küba gerçeğiye karşılaşıyoruz. Bozduracağımız Euro karşılığında Küba’nın ulusal parası CUP (peso) değil, CUC (Kuk) adlı farklı bir para veriliyor. CUP’un döviz olarak değeri yok, sadece Küba’da geçerli. CUC ise konvertibl, yani uluslararası piyasada geçerli, aşağı yukarı 1 dolara eşit ve CUP’un 24 katı.
Türkiyeli rehberimiz Yiğit Günay’ın dediğine göre, ikili para sistemi Sosyalist Blok’un dağılması ve Küba’ya desteğinin kesilmesi üzerine Küba ekonomisini krize sokan ve karaborsa yaratan dolarizasyona karşı zorunluluktan kaynaklanmış; 1994 yılında yürürlüğe girmiş, turisti kazıklama amacı taşımıyor. Hatta, Küba Komünist Partisi'nin 1997’deki kongresinde "ikili para sisteminin ilk fırsatta ortadan kaldırılması" kararlaştırılmış.
Anlaşılan o ki, ekonomi Küba Komünist Partisi’ni dinlemiyor. Aradan 20 yıl geçmiş ikili para sistemi daha da kökleşmiş. Dolara endeksli paralel ekonomi CUC üzerinden yasallaşmış. Zaten realitede CUP’u Kübalılar, CUC’u ise turistler kullanıyor; bu da turistlerin Küba’da 24 kat daha pahalı yaşamak zorunda oldukları anlamına geliyor. Elbette turistin alnında turist olduğu yazmıyor ama pasaportta yazıyor. Döviz bozdururken, otelde veya casa particular denilen pansiyon evlerde kayıt yaptırırken pasaport ibrazı şart. Ücreti CUC ile belirlenmiş mavi renkli pansiyonlar turistler için. Ücreti CUP ile belirlenmiş kırmızı renkli pansiyonlar Küba yurttaşları için. Arada 24 kat fark var.
Dövizimizi bozdurduktan sonra Küba devletinin turizm şirketi transgovita’nın otobüsüne biniyoruz. Otobüs son derece modern. Klimasıyla biraz rahatlıyoruz. Sürücü Eduardo işinin ehli gözüküyor. Yarım saat sonra Havana’dayız. Akşam karanlığında Devrim Meydanı’ndan geçerken Küba devriminin önderleri Camilo ve Che’nin kamu binalarındaki ışıklı silüetlerini selamlıyoruz.
Hotel Plaza’ya yerleşiyoruz. Dışardan bakıldığında klasik mimariyle inşa edilmiş, tarihi eser sayılabilecek bir görünümü var. Devlete ait bir otel. Personeli devlet işçisi yani. Giriş kapısının üstünde dört yıldız işareti göze çarpıyor. Konaklama ücreti 70 dolardan başlıyor. Odalara çıktığımızda anlıyoruz ki, tek yıldız bile çok; aslında otel denilebilecek bir konfora sahip değil. Rehberlerimize durumu iletiyoruz. 1 Mayıs dolayısıyla şehir merkezindeki otellerde yer bulunamadığından Hotel Plaza’ya mecbur kalındığını söylüyorlar... Yolum bir daha Küba’ya düşer de benzer bir otele yerleştirilirsem kesinlikle hadise çıkartırım!
***

HAVANA’NIN KEŞFİ
Her şeye karşın rahat bir uyku. Alışkanlık değişmiyor. Sabah yürüyüşü için saat 06.30 gibi otelden çıkıyorum. Güneşin doğmasına yarım saat var. Her yolculukta yaptığım gibi, anarşizan bir tavırla, yani başıboş şekilde şehrin cadde ve sokaklarını arşınlıyorum. Capitol’ün bulunduğu meydandan geçip içerilere uzanıyorum. Güneşin doğuşuyla birlikte cadde ve sokaklar hareketleniyor. Büfe tipi küçük dükkânlarda pizza ve hamur işi diğer yiyeceklerle ayaküstü kahvaltı edenler görülüyor. Duraklarda işe gitmek için bekleşen Kübalılar kalabalıklaşıyor. Toplu taşım araçları salkım saçak değil. Beş yıl önceye kadar hakikaten salkım saçak gidermiş otobüsler.
Otobüslerin yanı sıra taksiler var. Üç tekerlekli bisikletten bozma bicitaksi (İki kişilik ve sürücünün ayak gücüyle gidiyor), motosikletten bozma cocotaksi ve otomobil taksiler. Otomobil taksilerin çoğunluğu devrim öncesinden kalma Amerikan arabaları. Hepsi de gıcır gıcır. Fotoğraftaki otomobilin sağ gönderinde Küba sol gönderinde Amerikan bayrağı dikkati çekiyor. Gerek Amerikan arabalarının bolluğu gerekse binaların mimarisi, Havana’nın İspanyol şehirleriyle ABD şehirlerinin (özellikle Washington’un) karışımı bir kent olduğu izlenimi uyandırıyor. Eski Havana’da modern bina çok az. Zaman durmuş sanki. Havana adeta devrim öncesinden, hatta 19’uncu yüzyıldan kalma bir kent.
Konutların açık kapıları, içerde eşya azlığını ele veriyor. Resmi binaların ve konutların çok ciddi bakım ve onarıma muhtaç durumu, havanın aydınlanmasıyla birlikte daha çarpıcı şekilde fark ediliyor. Altmış yıl önceden kalma Amerikan arabalarını ambargoya rağmen canlı tutan bir ekonomi, konutların ve binaların onarımını nasıl gerçekleştiremiyor? Şaşırmamak elde değil.
 Çevre temizliği bakımından Havana’nın Türkiye kentlerinden hiçbir farkı yok. Parklar, kaldırımlar çöplük gibi. Sabah’ın ilk ışıklarıyla birlikte temizlik işçileri geceden kalma atıkları toplamaya çalışıyorlar.
Güneş iyice yükseldi. Kahvaltı saati geldi. Otel konforuna sahip olmayan Hotel Plaza’nın kahvaltısı fena değil. Kahvaltının ardından bu kez rehberlerimizle birlikte Havana’yı keşfe çıkacağız. İlk durak elbette Devrim Müzesi ve Granma Memorial. Ardından Gandhi, Mustafa Kemal Atatürk ve Küba devletinin önem verdiği diğer tarihi kişilerin anıtlarını göreceğiz.

3 yorum:

  1. Devamını merakla bekliyorum...

    YanıtlaSil
  2. Devamını merakla bekliyorum...

    YanıtlaSil
  3. Ben de bekliyorum. Bu kadar uzun ve aktarmalı yolu göze alamam . bari Rahmi yorumuyla yaşamaya çalışalım. Teşekkürler..

    YanıtlaSil