KÜBA gezimize ilişkin notlarımızı
paylaşmayı sürdürüyoruz. Söylediğimiz gibi, genel bir değerlendirmeyi yazı
dizisinin sonunda yapacağız.
Kaldığımız otel eski Havana’da.
Rehberlerimiz, gezip görmeye değer yerlerin çok yakın olduğunu, yaya yolculuk
yapacağımızı söylüyorlar.
Kahvaltının hemen ardından otelden çıkıyoruz. Otelin çıkışında trafiğin hayli yoğun olduğu bir kavşak var. Ne ki kavşakta ışık denetimi yok. Trafiği gencecik bir trafik polisi yönlendiriyor. İşine ciddiyetle sarılmış. Ne yayalar itiraz edebiliyor ne de sürücüler. Sempati duymamak elde değil.
Yüz metre kadar ilerde Güzel Sanatlar Müzesi var. Ancak restorasyon nedeniyle kapalı. Biraz daha ilerde Granma Memorial. Yani Granma Anıtparkı. Fidel ve arkadaşlarının 1956 yılında Küba’ya çıkarma yaparken kullandıkları Granma adlı tekne, anıtparkın ortasına yerleştirilmiş. Teknenin sağında solunda da devrimci gerillaların kullandıkları araç gereçler...
Anıtpark’ın bitişiğinde 1959’da
devrimin başarıya ulaşması üzerine kaçan diktatör Batista’nın bıraktığı,
sonradan Devrim Müzesi’ne dönüştürülen eski başkanlık sarayı. Rehberlerimiz
Devrim Müzesi’ni akşamüzeri gezeceğimizi söylüyorlar. Müze’nin önündeki parka
ilerliyoruz. Parkta yakındaki bir okuldan gelen öğrenciler öğretmenlerinin
nezaretinde beden eğitimi yapıyorlar, çeşitli oyunlar oynuyorlar. Öğretmenler,
aralarına karışmamıza ses çıkarmıyorlar. Öğrencilerin masum çocuk yüzlerindeki
yaşam sevinciyle biz de mutlu oluyoruz.
Çocukların oynadığı parkın denize
doğru bitiminde (yanlış not tutmadıysam) Plaza de Armas, yani Silahlar Meydanı
bulunuyor. İspanya kentlerindeki Palaza Mayor’un Küba’daki karşılığı. Yani
kentin ana meydanı. Ülkenin sömürgeleştirilmesi döneminin izlerini taşıyor. Hemen
bitişiğinde yine sömürge döneminde yapılmış La Real Fuerza kalesi bulunuyor.
Meydanın tam karşısındaki adacıkta da El Morro kalesi. Kale, Batista döneminde
hapishane olarak kullanılmış. Kalenin dışında hayli yüksek bir İsa heykeli
dikkati çekiyor. Heykel, devrimcilere karşı kısmi bir zaferin ardından Batista
tarafından dikilmiş. Ancak İsa, heykelini yaptıran diktatör Batista’yı
kurtarmamış; sadece bir hafta sonra Batista Küba’dan kaçmış!
Plaza de Armas’tan sağa sapıp Malecon caddesini adımlamaya başlıyoruz. Sahil boyunca uzanan Malecon, adeta heykel galerisi. Rehberlerimiz sırasıyla her bir heykeli tanıtıyorlar. Derken rehberlerimizin tanıtımına gerek olmayan bir heykele rastlıyoruz. Çok tanıdık bir büst. Yani Mustafa Kemal Atatürk’ün büstü. Küba’nın devrimci hükümeti, Mustafa Kemal Atatürk’e saygısını, 2008 yılında Havana’nın en ünlü caddesine büstünü dikerek göstermiş. Büstün altında Mustafa Kemal’in ünlü “Yurtta sulh, cihanda sulh” özdeyişini okuyoruz.
Malecon yürüyüşünün ardından öğle
yemeği için Ambos Mundos otelindeyiz. Ambos Mundos, ünlü yazar Ernest
Hemingway’in kaldığı otel. Hemingway’in
beşinci kattaki odası müze olarak düzenlenmiş. Giriş ücreti 5 CUC. Ambos Mundos
terasıyla da ünlü. Hemingway burada mojito’sunu yudumlayarak Havana’yı, denizi,
limana giren çıkan gemileri, tam karşıdaki adayı seyredermiş. Biz de öğle
yemeğimizi terasta yedik. Bizim Ada Tur’un ikramında bir kadeh mojito var; ekstra
içki cepten. Mojito ile yetinmeyip Küba’nın ünlü Bucanero birasını yudumlamadan
edemiyoruz.
Öğle yemeğinin ardından vakit yitirmeden Rom Müzesi’ne gidiyoruz. Mütevazı
bir müze. Küba’nın milli içkisi rom’un nasıl üretildiğine ilişkin maddi ve
görsel materyaller yeterince fikir veriyor. Müzenin bitişiğinde rom satış
mağazası da var. Turistik mekân olmasına karşın fiyatlar Türkiye’ye göre sudan
ucuz. Küba’da rom karıştırılarak yapılan içkiler mojito, pina colada, cuba
libre ve daiquiri diye sıralanıyor. Yolu Küba’ya düşen mutlaka içmeli!
Nihayet Devrim Müzesi. Dediğimiz gibi, diktatör Batista’nın başkanlık
sarayı, devrimden sonra müzeye dönüştürülmüş. Küba gezileri biraz resmi
geziler. Yani vitrin seyri gibi. Devrim Müzesi, vitrinin de vitrini. Ama pek de
müze havası taşımıyor. Küba Devrimi adına sergilenen eşya yok denecek kadar az.
Devrim adına sergilenen materyal, gazete kupürlerinden ibaret. Badanasız
duvarlardaki örümcek ağları görülmeyecek gibi değil. UMAG kursiyeri Elif
Baba’nın yazdığı gibi, “Müzeleri gezdikçe anlaşılıyor ki, Küba’da müze anlayışı
Avrupa veya Türkiye’ye göre biraz farklı. Mesela Ulusal Sanat Müzesi dendiğinde
bir Louvre ya da Uffizio’yu beklememek lazım. Hatta Anadolu Medeniyetleri veya
Zeugma’yı da beklememeli. Müzeler genelde, küçük ve genellikle beş- on eşyadan
oluşuyor. Kimi zaman eski bir konak veya tarihi bir evin bile müze olarak
sınıflandırıldığı görülüyor. Küba’da müzeler Türkiye’deki gibi heykeller ve
sanat eserleriyle dolu değil. Küba’da müzeye giderken beklentileri fazla yüksek
tutmamakta fayda var.”
Rom müzesinin ardından gün, El Floridita lokantasında akşam yemeğiyle
sona eriyor. El Floridita da Ernest Hemingway’in müdavimi olduğu barlardan
biri. İçinde barda oturan Hemingway heykeli, duvarda da Hemingway ve Fidel’in
birlikte fotoğrafları...
Gelecek yazıyı beklemeden belirtelim. Küba mutfağı öyle çok zengin
değil. Sonuçta bir ada ada ülkesi. Fransız, Çin veya Türk gibi zengin bir
mutfak beklenmemeli. Küba mutfağı, Karayip ve İspanyol karışımı. Tavuk,
domuz, kırmızı et, karides ve istakoz gibi deniz mahsulleri, siyah fasulye,
pirinç, mısır en fazla tüketilen yiyecekler. Pirinç ve kara fasülye, Küba
mutfağının vazgeçilmezi. Ancak pirinç pilavı pişirmekte çok zayıflar. Pirinci
sadece haşlıyorlar. Oysa İspanya mutfağındaki gibi sebzelerle karıştırıp
seviştirip pişirseler güzel bir pilav olur! Bu arada lokantalarda porsiyonlar
hayli cömert. Fiyatlar CUC üzerinden olsa da Türkiye’ye göre yine de çok ucuz.
Türkiye’de bir lokantada ödenen ücretle Küba’da üç kez yemek yenebilir.
Havana’da ilk gün böylece sona
erdi. İkinci günün programında puro fabrikası ve Küba Dünya Halklarıyla Dostluk
Enstitüsü (ICAP) ziyaretleri var. Puro fabrikası ziyareti çok şaşırtıcı geçti.
Dolayısıyla ICAP’taki söyleşi de Küba devrimi konusunda tartışmaya dönüştü.
Teşekkür ederim sevgiler kalemine emeğine sağlık Kardeşim benim
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı dizisi. Çok teşekkürler. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilRahmi abi, kalemine, emeğine sağlık. Ama gitmişken, ahir ömründe Fidel ile görüşüp hepimizin sevgi ve saygılarını iletme, ona olan hayranlığımızı dile getirme fırsatını bulamadınız mı? Bu imkanı vermediler mi? Böyle bir isteğiniz oldu mu? Olduysa nasıl karşılandı? Bunları da yazasın, olur mu? Yarım yüzyılı çoktan aşmış şu ömrümüzde, onlarınkinin son demlerinin bizim hayat hikayemizin ilk sayfalarına denk gelen çok sayıda devrim önderiyle aynı tarihsel dönemde yaşamanın bahtiyarlığına kavuştuk. Ama birini bile bırakın bizzat sevgilerimizi iletmeyi yakından görme şansına bile sahip olamadık. Bu gezinizde hiç olmazsa bu büyük devrimciler kuşağının son temsilcilerinden biriyle bizim adımıza görüşme imkanı bulabilseydiniz ve dileklerimizi iletebilseydiniz inan bizzat görmüş kadar mutmu olur, her yerinden kan ve irin damlayan bu coğrafyanın bir ferdi olarak yüreğimizi ısıtan bir anı sembolik de olsa yaşamış olurduk...
YanıtlaSilSağ ol SNÖ,
SilYola çıkmadan önce ziyaret isteğimizi ilettik, ama olmadı. Canımız sağ olsun.