26 Temmuz 2016 Salı

KİTAPLARA KIYMAYIN EFENDİLER


Sabah yürüyüşü için Eymir’e giderken, Polis Akademisi arazisine bitişik yol kenarında rastladım bu kitaplara. Gelişigüzel atılmışlar. Elimde olmadan durdum, topladım kitapları. İkisinin ilk sayfasında sahibinin adı soyadı, kitabın hangi tarihte satın alındığı kayıtlı. Birisinde de kimin hediye ettiği yazılı. Ne kadar korktuysa, o korkuyla nasıl acele ettiyse, adının soyadının, hediye eden ablasının adının yazılı olduğu sayfayı bile yırtmadan atmış yol kenarına.
Hiçbirine sempati duymasam da, naçizane kitaplar yazmış, iyi bir okuryazarlık emekçisi olarak acıyla bakakaldım kitaplara. Yan yana toplayıp fotoğrafladım, 12 Eylül darbe günlerini anımsadım. Kitapların banyoda ocağa atılıp yakıldığı, toprağa gömüldüğü, hücre evi operasyonlarında suç aleti “örgütsel doküman” olarak tutanaklara geçirildiği, imhasına kalem kırılan kitapların resmi görevlilerce yakıldığı günleri. Termosifonların ocaklarında en çok Marks, Engels ve Lenin’in tuğla kalındığındaki kitapları yakılırken sıkıntı çekilirdi. Yak yak bitmez. Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin’in adı bazı kitap kapaklarında V.I. Lenin diye yazılırdı. Operasyonlarda polis tutanaklarına, hatta iddianamelere “Altıncı Lenin” diye kaydedilirdi! Kimi operasyonlarda polis yakaladığı genci “Komünist olacak ne var ulan. Utanmadın mı hiç komünist olmaya? Hiçbir şeyden utanmıyorsan şu sakallı nur yüzlü dedenden utan!” diye azarlayarak, Karl Marks’ın duvardaki fotoğrafını gösterirdi!
Polis merkezlerinde işkenceli sorguların ardından devrimcilerin insanlıktan çıkmış halleriyle suç aleti kitaplarla birlikte teşhir edildikleri günlerdi o günler. Ankara, İstanbul, Bursa emniyet müdürlüklerinde teşhir edilmiştik. Mahkeme salonunda tektip elbiseyi yırtıp atlet külot kaldığımız anın fotoğrafına ulaştığım gibi o teşhir anına ait bir fotoğrafa ulaşmayı da ne çok istiyorum. Sabri Canbeyli’nin arşivinde olabilir mi acaba? TRT ekranında teşhir etmek üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün bizi kitapların arkasına dizdiği basın açıklamasını izleyenler arasında galiba Sabri de vardı. Günaydın gazetesi muhabiriydi o tarihte.
İşte o uğursuz günlerde, yani tutuklanmadan önce, 12 Eylül darbesinin ilk aylarında Çanakkale’nin Çan ve Yenice ilçelerinde sıkıyönetim komutanıydım. Devrimci bir subay için ne acı bir ironi değil mi. Ayıptır söylemesi, bir operasyon sırasında, kitaplar da ele geçirmiştik! Bir gün bir ihbar mektubu gelmişti. Bir köyde, yanlış hatırlamıyorsam Terzialan köyünde, terzi filankes, devrim olduğunda köy okulunun bayrak direğine çekilmek üzere kızıl bayrak dikmiş, evinde saklıyormuş. Muhbir vatandaş, mektubu üst makamlara da gönderdiğini eklemiş. Yani, “İstersen terziye operasyon yapma!” der gibi. Operasyon olsun mu olmasın mı diye tereddüt ederken, aynı mektup “gereği rica olunur” kaydıyla üst makamdan da gecikmeden gelmişti zaten.
Yerel jandarmadan Başçavuş’un hazırladığı operasyon timiyle erken bir saatte köye vardım. Hoyrat bir operasyon olmaması için kapıyı bizzat çaldım. Terzi uykulu gözlerle kapıyı açtı. “Hakkınızda ihbar var, evinizde arama yapacağız, hane halkı hazırlansın” diyerek, eşinin çocuklarının hazırlanmaları için beklemeye başladım. Çok geçmedi, Terzi “Buyrun komutanım” dedi, içeri girdik, arama başladı. İçimden dua ediyorum suç aleti bir şey bulunmasın diye. Fazla sürmedi operasyon. Zaten küçücük bir köy evi. Aranacak fazla yer yok. Bir köşede sandığı karıştıran Başçavuş “Buldum komutanım!” diye heyecanla bağırarak koştu. İçimden “eyvah” derken baktım, elinde birkaç kitap. En üstte Aziz Nesin’in “Savulun Sosyalizm Geliyor” kitabı. Belli etmeden içimden güldüm. “Tebrik ederim Başçavuşum!” dedim, operasyona son verdim. İlçe merkezine dönüşte terzinin ifadesini aldım, “Suç unsuruna rastlanmamıştır, yasal işleme gerek yoktur” diye rapor yazıp üst makama, yani Çanakkale ve Boğazlar Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderdim...
 Ne günlerdi o günler! Hiç bitmedi o günler. Süleyman Ege yönetimindeki Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın 133 bin kitabını 7 kamyona doldurup Ankara’da Hüseyin Gazi dağı eteklerinde yaktılar. Ardından sözüm ona sivil hükümetler döneminde, yakılarak imhasına kalem kırılan nice kitap, mevcutlu olarak İstanbul’da Çemberlitaş Hamamı’na götürüldü. Sadece kitapları yakmadılar, kanlı Sivas’ta kitapların yazarlarını da yaktılar. Dostum Hayri Argav’ın 12 Eylül idamlarını anlattığı “O Şafağın Atlıları” adlı kitabını tutukladılar. Hayri sürgüne, yayımcı Necla Zarakolu hapse gitti.
Hiç bitmedi kitabın, yazarın, okuyucunun düşman muamelesi gördüğü günler. Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan, Fethullah Gülen’in İslamcı kanaat önderi olarak ülkeyi birlikte yönettikleri günleri de gördük. Militarizmin yerini aynı ölçüde katı, aynı ölçüde demokrasi düşmanı, inancı araçsallaştıran siyasal İslamcı ideolojinin aldığı günler. Devrin taklacı İçişleri Bakanı “Resim yaparak, şarkı besteleyerek, şiir yazarak da terörist olunabilir!” diyordu. Kendisi kitap yazmamış, okuduğu da şüpheli Başbakan “Kitap, bombadan daha etkili bir silahtır” diye eklediğinde söylenecek söz kalmamıştı. 
Ahmet Şık’ın deyişiyle dokunanın yandığı günlerdi. Fethullah Gülen’in gazetesi hapse atılan gazeteci yazarlar Ahmet Şık ve Nedim Şener aleyhine “Yargı süreci bitmeden kimse suçsuz ilan edilmemeli” başlığı altında psikolojik harp yürütüyordu. Kendi kitabı yakılarak imha edilmiş yazarın gazetesi ise “Gazetecilikten tutuklanmadılar” diye TARAF tutuyordu.
Kitabın, yazarın, okuyucunun düşman muamelesi gördüğü günler hiç bitmedi. Şimdi bu yazıyı kaleme alırken internetten okudum. Düzce’de bir dönem AKP'den milletvekili aday adayı olan mimar Eser Doğan Öztürk, Fethullah Gülen’e ait kitapları ormanlık alanda yakarken yakalanmış. Öztürk, çıkarıldığı mahkemece tutuklanmış.
Yol kenarında bulup kütüphaneme yerleştirdiğim kitaplara bakıyorum. Her biri çok kez basılmış. Birinin kapağında 17’nci baskı, diğerinde 10’uncu baskı, bir başkasında 9’uncu baskı diye yazılı. “Adanmışların Vasıfları” adlı kitaba göz gezdirdim, Fethullah Gülen sempatisiyle yazılmış. “Adamlık Dini” ve “Ölüm Kıyamet Cehennem” adlı kitaplar ise Harun Yahya imzasını taşıyor. Hiçbirine sempati duymasam da içim acıdı kitapların böyle atılmasına, ormanda yakılmasına. 12 Eylül faşist darbesinin üzerinden 36 yıl geçmiş, memleket olduğu gibi kalmış. Hatta daha da geriye gitmiş. Yine kitaplardan korkuluyor, yine kitaplar o korkuyla yakılıyor, atılıyor. Daha beteri, hiç kitap yazmamış, kitap okuduğu şüpheli Cumhurbaşkanı’nın katıldığı merasimlerde imamlar, “Bilhassa okumuşların şerrinden koru ya Rabbi!” diye dua ettiriyorlar. Peygamber ümmi imiş ya...
Kitaptan korkulan bir memleket atmosferi ne kadar da yaralayıcı. O yüzden hep darbeliyiz hep yaralıyız hep bereliyiz.

2 yorum:

  1. 12 Maer 71 döneminde de çok kitap yakılmıştır. Ben o zaman Deniz teğmen rütbesinde gemide silah subayı idim. Bizleri tutukladıkları gün izinli evde bulunuyordum. Evli ve bir çocuk sahibi idim. Akşam karanlığı basarken evi bastılar sivil polisler askerler ve bir binbaşı vardı. Beylik tabancamı kendim verdim. Kütüphaneyi didik didik tarayıp akıllarınca zararlı bulduklarını iki fileye doldurdular. Baktım aldıkları kitapların içinde REDHOSE İngilizce sözlükte var. O zamanlar pahalı bir sözlük. Niye aldıklarını ısrarla sorup bırakmalarını istedim hatta daha bilgilidir diye binbaşıya bıraktırması için rica ettim ama netice alamadım. Sözlüğün kırmızı bir kılıf kapağı vardı herhalde bu ziyan olmasına vesile oldu.
    Beni götürdükleri Kadıköy İnzibat merkezindeki Albaylada bu konuda tartıştık. Bana ısrarla niye bu kadar çok kitap okudun işte sonun bu duruma geldi, kitapların içinde birtane bile talimatname, denizci mesleği ile ilgili neden hiç kitap yok diye çıkışıp durdu hatta evde çocuklarının gazete bile okumasına müsade etmediğini anlatıp durdu. Bu kitaplar Selimiye kışlasında toplanıp bir müddet sonra bahçede yakıldı.Cami hocası okumuşlara beddua etmesi gibi işte 1971 de bir inzibat albayının durumuda bu. Baba demek istediği çok okuyup kafayı karıştırmış kendine yazık etmişsin diyor.

    YanıtlaSil
  2. ne dersen de... kitaplara düşman bir millet adam olmaz

    YanıtlaSil