9 Temmuz 2018 Pazartesi

İSTANBUL VE DİYARBAKIR’A GÖZYAŞI DUBROVNİK’E HAYRANLIK


SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
Balkan gezimizin dördüncü günü ikinci vakti Dubrovnik’teyiz.
Dubrovnik (İtalyanca adıyla Ragusa), Hırvatistan’ın stratejik liman kenti. Kotor Körfezi’nin muhteşem doğal güzelliğini geride bıraktıktan sonra Dubrovnik’e bizim Anamur – Gazipaşa yoluna benzer bir yoldan ulaştık. Adriyatik Denizi aynen Akdeniz ve Ege gibi pırıl pırıl. 
Dubrovnik’in tarihi, Budva ve Kotor’un tarihinden farklı değil. İliryalılar yani Arnavutlar ile başlayan tarih Roma ve Bizans egemenliğiyle sürüyor. Dubrovnik’e 1205 yılında Venedik egemen oluyor. 150 yıl süren Venedik egemenliğini Macar-Hırvat Krallığı’nın egemenliği izliyor. Ancak, kim egemen olursa olsun Dubrovnik özerkliğini korumayı başarmış. Balkanları fetheden Osmanlı da ticari kaygılarla Dubrovnik’i serbest bırakmış, vergiye bağlamakla yetinmiş. Özerk yapısıyla Dubrovnik, Osmanlı ile Hıristiyan dünyası arasında ticari ve diplomatik köprü işlevi görmüş; Osmanlı’ya ödediği vergi, ticari gelirinin yanında devede kulak kalmış. Napolyon 1808’de Dubrovnik’i işgal etmiş ama 1815’te toplanan Viyana Kongresi, şehri Avusturya’ya vermiş; böylece Dubrovnik üzerindeki Osmanlı gölgesi tamamen silinmiş.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yugoslavya sınırları içinde kalan Dubrovnik, 1990’larda Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Sırp ordusu tarafından ağır şekilde bombalanmış. UNESCO’nun dünya kültür mirası listesine alındıktan sonra başarılı bir restorasyon ile savaşın tahribatını onarmayı başarmış. Bugün 50 bin nüfusuyla gelişkin bir turizm cenneti ve stratejik önemde ticaret merkezi.
Dediğim gibi Dubrovnik, Hırvatistan’ın liman kenti. Hırvatistan Avrupa Birliği üyesi olduğu için giriş çıkış, diğer Balkan ülkelerine göre daha sıkıntılı. Karadağ sınırından çıkış, Hırvatistan kapısında giriş işlemleri vakit kaybettirici ama pek de şikâyetçi olmadık. Güleryüzlü şık Hırvat gümrük görevlisi kız pasaportlarımızı teker teker kontrol etti. Nihayet Dubrovnik’teyiz. Yolda yerel rehberimizin anlattığı öykü hayli ilginç geldi. Ticari girişimciliği çok gelişkin olan Dubrovnik, Macar-Hırvat egemenliği sırasında Bosnalı bir ağadan toprak satın almış. Bu yüzden bugün Bosna Hersek Cumhuriyeti’nin denize çıkışı 20 kilometrelik şeritten ibaret kalmış!
***

Kotor gibi Dubrovnik’e ayırdığımız süre çok sınırlı olduğu için sadece kale içini gezebildik. Dubrovnik kalekenti Budva ve Kotor kalekentlerinin tıpatıp benzeri ama çok daha geniş ve büyük. Surlarının genişliği 2 bin metre kadar. Surlar içinde kimi Ortodoks kimi Katolik 30 kilise ve katedral, su sarnıcı, çeşmeler, heykeller, çok sayıda müze, başkanlık ve belediye sarayları, lokantalar, eğlence yerleri, dükkanlar... Başkanlık sarayı, yani Knez Köşkü 14’üncü yüzyılda yapılmış. Bu sarayda, kentin en üst düzey yöneticisi, yani knez (rektör) olarak seçilen kişi otururmuş.


Meryem Ana Katedrali’ne çok yakın bir yerde Gundulic Meydanı var; ortasında İvan Gundulic Anıtı yükseliyor. İvan Gundulic, 17’nci yüzyılda Hırvat edebiyatının en önemli şair ve yazarı. Heykelin kaidesinin dört cephesine Gundulic’in eserlerini simgeleyen barok tarzı süsleme ve kabartmalar işlenmiş. Kabartmalardan biri dikkatimizi çekiyor. Gundulic’in Osmanlı padişahı Genç Osman’ı ve Lehistan seferini anlattığı Osman adlı eserini simgeliyor. Bu kabartmada Dubrovnik’i ve özgürlüğü temsilen bir kadın, Osmanlı’yı temsilen tahtayı ısıran kanatlı ejder, Venedik’i temsilen de tahtın altındaki halıyı çiğneyen kanatlı aslan resmedilmiş. İster istemez Prag’da Vltava nehrinin kolyesi Charle Köprüsü’ndeki heykellerden birini anımsadım. Prag’daki heykelde de, tespih çeken Osmanlı gardiyanı köpeğiyle birlikte neşeli şekilde zindanın kapısında beklerken, yukarıdaki üç Aziz içerideki Hristiyan esirleri kurtarmaya çalışıyor.

Stari Grad’ı ikiye bölen Stradun Caddesi, kalekentin ana caddesi. Bu caddede ve daracık sokaklarda dolaşırken insan kendisini Ortaçağ’a ışınlanmış hissediyor. Bir binanın giriş katında tekrar bulunduğunuz yüzyıla geri dönüyorsunuz. Bu giriş katı, 1990’lardaki iç savaşta ölen vatanseverler için anıevi olarak düzenlenmiş. Sur içini gezerken yerel rehber, dünyanın ilk eczanesinin Dubrovnik’te açıldığını söyledi, gülümseyip geçtik.
Kalenin doğusunda marina ve balıkçı barınağı, batısında liman. Akdeniz’de tura çıkan lüks Cruise gemileri bu limana yanaşıyor. Şansımıza limanda sadece bir Cruise vardı, yoksa rehberimizin deyişine göre, kalekentte adım atacak yer bulamazdık! Limanın açıklarında Lokrum adası görünüyor; plaj ve botanik bahçeleriyle ünlüymüş. Kalekentten Dubrovnik’i arkalayan en yüksek tepeye teleferik hattı çekilmiş. Ancak ne tepeye çıkmaya ne de Lokrum Adası’na gitmeye vakit ayırmamışız. Yani Dubrovnik, iki saatlik bir gezmeyle görülecek gibi değil. Bari serbest kaldığımız son bir saati keyiflice geçireceğimiz bir kıyı lokantası bulalım dedik. Limana gitmemiz gerekiyordu, vakit kaybını göze almadık. Kalekentin ana girişi Pila kapısında, çınarlar altında bir kafeye demir attık.
***

İSTANBUL VE DİYARBAKIR’IN KADERİ
Kafede yorgunluk atarken acı acı düşünmeden edemedim. Dubrovnik, Kotor ve Budva’da kentlerin tarihi dokusu ve kimliği böyle özenle korunurken Türkiye’de neden korunamadı? Hem de şanlı tarihi geçmiş diye onca böbürlenmeye hamasete rağmen. İstanbul surlarının hali ortada. Belediye Başkanı, Başbakan ve Başkan olarak İstanbul’u 24 yıldır yöneten Recep Tayyip Erdoğan’ın “İstanbul’a ihanet ettik” itirafı acı acı çınladı belleğimde. Ya Diyarbakır surları?
On üç yıl önce Oktay Etiman ve Metin Aksoy ile birlikte Diyarbakır ve Mardin’e yaptığımız turistik geziyi anımsadım. Gazetecilikten DİSİAD Başkanlığına terfi eden Raif Türk’ün konuğuyduk. Surları ve Atatürk Köşkü’nü gezerken yerel rehberimiz anlatmıştı. Diyarbakır’ın surlarının tarihi beş bin yıl geriye gidiyor. Diyarbakır surları uzunluğu ve genişliğiyle dünyada Çin Seddi’nden sonra geliyor. Uzunluğu 5,5 kilometreyi geçiyor; 10 metre yüksekliğindeki surlar üzerinde burçlar geniş bir yol ile birbirlerine bağlanıyor. Surlarda, Roma, Bizans, Arap, Türk - İslam, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait burçlar, kapılar, kabartma ve figürler bulunuyor. Ne var ki surlar içinde tarihi Diyarbakır’ı ara ki bulasın. Eski Diyarbakır, tıpkı eski İstanbul ve öteki kentler gibi vahşi ve çirkin yapılaşmaya kurban gitmiş. Surlar ise bir Fransız arkeolog ve tarihçinin sahip çıkmasıyla bugüne gelebilmiş. Meğer, 1930’da Fransız arkeolog Albert Louis Gabriel dinamitlenerek yıkıldığına tanık olmasa, bugün surlardan eser kalmayacakmış. Gabriel, Sorbonne Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar ve Edebiyat okuduktan sonra Paris Üniversitesi’nde doktora yapmış; 1926 yılında Türkiye’ye gelerek, Darülfünun’da arkeoloji ve sanat tarihi dersleri vermiş. Sonra Milli Eğitim Bakanlığı ile anlaşarak, Mezopotamya’daki eserler hakkında araştırma yapmak üzere Hasankeyf’ten Van’a incelemelerde bulunmuş. Gabriel, 1930’da Diyarbakır’a geldiğinde ne görsün? Vali Faiz Ergun’un emriyle surlar dinamitleniyor. Gerekçe, “Surlar yüzünden şehrin içine hava girmiyor. Bulaşıcı hastalıklar yaygınlaşıyor. Şehri havalandırmak için surları yıkmak lazım.” Bu gerekçeyle yıkıma Dağkapı ile Mardinkapı arasında başlanmış, surlar dinamitleniyor, top atışları yapılıyor. Felaketi gören Gabriel saçını başını yoluyor, laf anlatamıyor; bunun üzerine Ankara’ya Atatürk’e ve Milli Eğitim Bakanlığı’na telgraflar çekiyor. Ankara’dan gelen talimatla yıkım durduruluyor ama bu arada surların 100 metrelik bir bölümü yıkılmış oluyor.
Dubrovnik’te Pila kapısındaki çınaraltı lokantasında Diyarbakır surlarının tesadüfen kurtulduğunu anımsadığımda bir kere daha ürperdim. Aradan 85 yıl geçmiş, kaçıncı kez başlayan çözüm ve barış süreci bir kere daha fiyaskoyla kesilmiş, surlar bir kere daha tank ve top atışlarına maruz kalmış. Kim bilir bugün ne haldedir Diyarbakır surları? Bir kısmı fotoğrafta görüldüğü gibidir. Milyonlarca yıldır bölgeye hayat veren Dicle’nin bu faciaya dökecek gözyaşı kalmış mıdır acaba?
Pila kapısındaki lokantada acı acı düşünürken, güneş iyice alçalmış, Dubrovnik’ten ayrılma vakti de gelmiş. Mostar’a gideceğiz.

1 yorum:

  1. Diyecek söz bulamıyorum aşılarını tamamlat kardeşim sana bir şey olsun istemem ısıran köpeği de ziyaret et o kadar ısıracak adam varken seni nasıl bulmuş sevgiler

    YanıtlaSil