TÜRK SAĞININ ve İSLAM’IN AMERİKA AŞKI (6)
CUMHURİYET ORDUSUNDAN NATO ORDUSUNA
“Milli Şef” İsmet İnönü’nün imzaladığı ikili anlaşmalarla açılıp
Amerika’ya uzanan dikenli aşk yollarında nice siyasal liderler ve İslamcı inanç
önderlerinin gelip geçtiğinden söz ediyorduk.
Önceki yazılarda Adnan Menderes
ve Fatin Rüştü Zorlu’nun, Necip Fazıl ve Said-i Nursi’nin, Süleyman Demirel,
Turgut Özal ve Tansu Çiller’in Amerika’ya aşklarından, Büyük Ortadoğu
Projesi’nin Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ile samimiyetinden dem
vurmuştuk.
Geçen yazıda ise, 12 Eylül 1980
darbesinin şefi Orgeneral Kenan Evren’in şahsında Amerikan çocuklarından söz
ederken sözü NATO paşalarına getirip, “TSK’de neden Cumhuriyet paşaları / NATO paşaları diye bir tasniften söz edilir
oldu?” diye sormuştuk.
Hemen belirtelim, Cumhuriyet
ordusunun NATO ordusuna evrimi, Türkiye’nin iç ve dış politikasının ekonomi
politiğiyle, daha açık ifade etmek gerekirse, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD
ile ikili anlaşmaların imzalanması, Türkiye’nin NATO’ya girmesi ve Soğuk Savaş
dönemindeki antikomünist ahlak ve akıl tutulmasıyla ilişkilidir.
***
ERDOĞAN: TÜRKİYE NATO TOPRAĞIDIR
Cumhuriyet ordusundan NATO
ordusuna, Cumhuriyet paşalarından NATO paşalarına evrime biraz daha yakından
bakalım. İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmayı başaran Türkiye, savaş
sonrasında da tarafsız kalabilir, Bağlantısızlar Hareketi’ne katılabilirdi. Ne
ki, yüz yıl boyunca devlet eliyle fert zengin etme (saksıda kapitalist
yetiştirme) politikalarıyla semiren komprador burjuvazinin tercihi Batı
kapitalizmiyle daha derinlemesine bütünleşmekten yanaydı. Milli Şef İsmet
İnönü, egemen sınıfın tercihi doğrultusunda davrandı; Truman Doktrini
çerçevesinde Türkiye gemisini ABD limanına yanaştırdı. Esasen İnönü, İstiklal
Harbi öncesinde de Amerikan mandasından yanaydı.
Cumhuriyet paşalarından NATO
paşalarına dönüşüm ilk olarak Truman Doktrini kapsamında imzalanan ikili
anlaşmalarla bağlantılıdır. Truman Doktrini, 12 Mart 1947’de ABD
Başkanı Harry Truman’ın Kongre’ye sunduğu, “komünizm tehdidi” altındaki devletlere mali ve askeri “yardım” yapılmasını
öngören plandır. Bu çerçevede ilk elde, iç savaş yaşayan Yunanistan’a 300
milyon dolar, Türkiye’ye 100 milyon dolar askeri ve ekonomik yardım yapıldı.
Aynı yıl Haziran ayında ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, (kendi adıyla
anılan), İkinci Dünya Savaşı’nda çökmüş Avrupa ekonomilerinin ayağa
kaldırılmasını öngören programı açıkladı. Nihayet Başkanlık Danışmanı Bernard
Baruch aynı yıl Kongre’deki konuşmasında, ABD’nin başını çektiği “hür dünya”
ile Sovyetler Birliği öncülüğündeki komünist blok arasında Soğuk Savaş’ın başladığını ilan etti.
Soğuk Savaş’ın ilk raundunda Yunanistan’daki iç savaş, Truman Doktrini kapsamında sağlanan destek sayesinde 1949 yılında Batı dünyası lehine sonuçlandı. Türkiye’ye de 100 milyon dolarlık askeri malzeme sevkiyatı yapıldı. Aynı yıl ABD ve belli başlı Avrupa ülkeleri Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü NATO’yu kurdular. Türkiye 1952 yılında NATO’ya üye oldu. NATO üyeliği, Kore Savaşı’nda Amerikan çıkarları uğruna dökülen kanın ödülüydü!
NATO üyeliğiyle birlikte Türkiye toprakları NATO toprakları haline geldi. Nitekim Recep Tayyip Erdoğan, 2012 yılında Başbakan sıfatıyla Pakistan’daki D8 zirvesi sırasında patriot füzeleriyle ilgili soruları yanıtlarken, bu gerçeği şu sözlerle dile getirdi: “Bizim topraklarımız aynı zamanda 4. maddeye göre NATO'nun da topraklarıdır. Burada NATO ile yapılan görüşmelerde, burada savunma esaslı olmak üzere böyle bir adım atılmaktadır. Nereye yerleştirilip yerleştirilmeyeceği Silahlı Kuvvetlerimiz mensuplarının da uygun görmesiyle, onlar nereyi uygun görürlerse oralarda bu yerleşim olacaktır. Bunun için NATO'nun şu anda bir uygulaması olacağı için de TBMM'den de herhangi bir izne gerek kalmayacaktır.” (Sabah, 23 Kasım 2012.)
Soğuk Savaş’ın ilk raundunda Yunanistan’daki iç savaş, Truman Doktrini kapsamında sağlanan destek sayesinde 1949 yılında Batı dünyası lehine sonuçlandı. Türkiye’ye de 100 milyon dolarlık askeri malzeme sevkiyatı yapıldı. Aynı yıl ABD ve belli başlı Avrupa ülkeleri Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü NATO’yu kurdular. Türkiye 1952 yılında NATO’ya üye oldu. NATO üyeliği, Kore Savaşı’nda Amerikan çıkarları uğruna dökülen kanın ödülüydü!
NATO üyeliğiyle birlikte Türkiye toprakları NATO toprakları haline geldi. Nitekim Recep Tayyip Erdoğan, 2012 yılında Başbakan sıfatıyla Pakistan’daki D8 zirvesi sırasında patriot füzeleriyle ilgili soruları yanıtlarken, bu gerçeği şu sözlerle dile getirdi: “Bizim topraklarımız aynı zamanda 4. maddeye göre NATO'nun da topraklarıdır. Burada NATO ile yapılan görüşmelerde, burada savunma esaslı olmak üzere böyle bir adım atılmaktadır. Nereye yerleştirilip yerleştirilmeyeceği Silahlı Kuvvetlerimiz mensuplarının da uygun görmesiyle, onlar nereyi uygun görürlerse oralarda bu yerleşim olacaktır. Bunun için NATO'nun şu anda bir uygulaması olacağı için de TBMM'den de herhangi bir izne gerek kalmayacaktır.” (Sabah, 23 Kasım 2012.)
Türkiye toprağı NATO toprağı
olunca, ordusu da haliyle NATO ordusuna dönüştü.
***
DEVŞİRİLEN SİYASETÇİLER SENDİKACILAR ASKERLER
NATO üyeliğiyle taçlanan süreçte,
Türkiye ile ABD arasında ilk ikili anlaşmalar 1947 yılında imzalandı. İkili
anlaşmalar çerçevesinde, ABD’de eğitilecek ilk subay kafilesi, 1948 yılında
yola çıktı.
Askeri eğitim, ABD’nin bağımlı
ülkelerle askeri ilişkilerinin NATO üyeliği kadar önemli bir ayağıdır. Nitekim,
ABD Savunma Bakanı Robert Mc. Namara, 1967 yılında Kongre’de yaptığı konuşmada,
azgelişmiş ülkeler askerlerinin eğitimine ilişkin olarak şöyle demişti:
“Askeri dış yardım
yatırımlarımızdan aldığımız en büyük karşılık, ABD ve denizaşırı ülkelerdeki
eğitim merkezleri ve askeri okullarımızda yetiştirilen seçme askerler ve
uzmanlardan gelmektedir. Bu öğrenciler, kendi ülkeleri tarafından, ülkelerine
döndüklerinde eğitmen olmak üzere seçilmişlerdir. Bunlar ülkenin gelecekteki
liderleri, iş yapmasını bilen ve bunu liderlik ettikleri kuvvetlere
öğretebilecek kişilerdir. Liderlik mevkiinde, Amerikalıların hareket tarzlarını
ve nasıl düşündüklerini yakından bilen kişilerin olmasının değeri üzerinde fazla
durmama gerek yoktur. Böyle insanlarla arkadaşlık kurmamızın değeri ölçülemez.”
(Aktaran H. Magdoff, Emperyalizm Çağı başlıklı makale, Çağdaş
Kapitalizmin Bunalımı adlı kitap içinde, Çev. Yıldırım Koç, Bilgi Yayınevi,
Ankara Nisan 1975, abç.)
Amerikan savunma sekreterinin
sözleri ister istemez akla Osmanlı dönemindeki devşirme sistemini
getirmektedir. Osmanlı, hegemonyası altındaki ülkelerden aklen ve fiziken
temayüz eden çocukları ailelerinden kopartıp devşirir ve kimilerini bürokrat
olarak kimilerini asker (yeniçeri) olarak eğitirdi. İstanbul’un fethiyle
birlikte Osmanlı Devleti üst yönetiminde Türk aristokrasisi tamamen dışlanmış,
devlet kozmopolit devşirme imparatorluğuna dönüşmüştü.
Ülkelerinin gelecekteki lider
adaylarını eğitip devşirmede ABD Osmanlı’yı fersah fersah geçti; sadece
askerleri değil, siyasetçileri, sendikacıları, sanatçıları, diplomatları
devşirip eğitti. İktidar adayı siyasetçiler bir şekilde Amerikan yönetiminden
icazet aldılar. Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonu TÜRK-İŞ, 1952 yılında
Amerikan Emek Federasyonu ve Endüstriyel Örgütler Kongresi AFL-CIO’nun yardımı
ve rehberliğiyle kuruldu. Kurucu üyeler ABD’ye götürülerek eğitimden
geçirildiler. Eğitime gönderilecek sendikacıların seçimi, TÜRK-İŞ’te olağanüstü
kongre toplanacak kadar önem kazandı. 1971 yılına değin 600 dolayında sendika
yöneticisi AFL-CIO ve Amerikan hükümetine bağlı Uluslararası Kalkınma Ajansı
AID rehberliğinde eğitimden geçirildi.
AFL-CIO ve AID’nin Türk-İş’e
yardımları, kuruluş sürecinde ve ilk yıllarında rehberlik, “eğitim kurs ve
gezilerinin” düzenlenmesi ve finansmanı ile sınırlı kalmadı; TÜRK-İŞ’e doğrudan
para da verildi. 1960-1970 yılları arasında AID kanalıyla Türk-İş’e 13,5 milyon
lira para aktarıldı. (Kaynak: Türkiye
İşçi Sınıfı ve Mücadeleleri Tarihi, Tüm İktisatçılar Birliği, Yayın No: 16,
s: 106, Ankara 1976.)
Eğitim seminerleri sonraki
yıllarda da sürdü; 1972-1991 yılları arasında yaklaşık 23 bin sendika
yöneticisi ve üyesi bu seminerlere katıldı. (Fatih Güngör, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Ekim 1992, S.148, s: 48.)
***
ABD’NİN KAFAKOL PROGRAMI
Türk medyasının amiral gemisi Hürriyet’in 21 Nisan 1989 tarihli
nüshasında, manşetten “ABD’nin kafakol
programı” başlıklı, Sedat Ergin imzalı haber ise, ABD’nin subay eğitme
bahanesiyle, dost ülkelerin gelecekteki yöneticilerini kendi saflarına çekmesinin
öyküsüydü. Haberde, ABD Genelkurmay Başkanı ile diğer yetkililerin
açıklamalarına yer verilmişti: “ABD Genelkurmay Başkanı Oramiral William Crowe,
Kongre'de yaptığı açıklamada, müttefik ülke subaylarına, Amerika'da eğitim görmeleri
için verilen bursların amacını, 'Bu ülkelerin orduları, askeri ve siyasi lider
kadrolarının üzerinde etki sağlama' olarak açıkladı. ABD'nin askeri burs
verdiği ülkeler arasında Türkiye liste başında. Burslardan yararlanan Türk
subaylarının sayısı ise 4 bin 461”.
Crowe'un açıklamalarından bir
bölüm de şuydu: “IMET (Uluslararası Askeri Eğitim ve Talim) programı diğer
ülkelerin askeri ve sivil liderlerine gelecekte yaklaşabilmek bakımından da
önemli imkanlar sağlamaktadır. ABD'de eğitim görmeleri için seçilen
öğrencilerin çoğu zaten üst kademe askeri lider olma özelliğine sahip
subaylardır. Bu programda ABD'de eğitim gören askeri liderler, geçmişte olduğu
gibi gelecekte de ülkelerinde önemli görevler üstleneceklerdir. Örneğin bugün
dünyada bakan, büyükelçi, kuvvet komutanı ve askeri okul komutanı
pozisyonlarında IMET eğitimi görmüş 1500 kişi vardır. IMET, uzun vadeli bir
yatırım olarak çok değerli bir güvenlik yardımı aracıdır ve ABD'ye sayısız
yararlar sağlamaktadır.”
Haberde, 1950 yılından 1987 yılı
sonuna kadar geçen 37 yılda ABD’nin Türk subaylarının Amerika’da eğitim ve
talimleri için toplam 133 milyon dolar harcadığı belirtilmişti. Haberde,
Senatör Nunn'un şu sözlerine de yer verilmişti: “Pek çok ülkede ordu,
politikanın içinde olmasa bile, kimin siyasi lider olacağı ve ne kadar görevde
kalacağı konusunda çok büyük etkiye sahip bulunmaktadır.”
***
Dediğimiz gibi, Türkiye ile ABD
arasında ilk ikili anlaşmalar 1947 yılında imzalandı; ABD’de eğitilecek ilk
subay kafilesi, 1948 yılında yola çıktı. On altı kişilik listede, Daniş
Karabelen ve Alparslan Türkeş de vardı. Türkiye 1952’de NATO’ya katıldıktan
sonra Tuğgeneral Daniş Karabelen (kontrgerilla olarak bilinen) Özel Harp
Dairesi’nin kuruluşuyla, Alparslan Türkeş de ÖHD’nin kamplarında özel harp için
seçilen askerleri eğitmekle görevlendirildi. Albay Türkeş, 27 Mayıs 1960
sabahı, NATO’ya bağlılık yeminiyle başlayan darbe bildirisini radyodan okuyarak,
Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlendi.
Güzel bir yazı olmuş Rahmi, eline sağlık. Arkası yarın gibi devamını da bekleriz.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Unknown. Çok selam.
SilKalemine emeğine sağlık sevgiler
YanıtlaSilTeşekkür ederim hemşehrim. Çok selam.
SilSevgili Rahmi; öncelikle eline sağlık.,zevkle okunan bir yazı. Ancak Türkye'de siyasette silahlı kuvvetlerin etkisi üzerinde düşüncelerin irdelenmesinde başka başlıkların da açılması gerektiğini düşünüyorum (senin yazdıklarının dışında ).
YanıtlaSilOsmanlının temel asker gücü; yeniçerinin 1826 da kaldırılmasından sonra yeni bir gücün kurulması 1908 yılına kadar sürmüş birçok denemeyle. 93 harbinden sonra Almanya'dan getirilen askeri danışmanlar kurmuşlar bu gücü. Özellikle Goldz paşa (ki en ünlüleridir.) Alman Silah Fabrikalarının gönüllü temsilcisidir.O kadarki, dönemin Şansölyesi Bismark'a Alman çıkarlarını yeterince savunmadıkları için elçilik personelini şikayet edecek kadar.
Ama önemli olan yani 93 harbi ile balkan savaşı arasında Alman Danışmanlar öncülüğünde yetişen kadro; hen Osmanlıyı birinci paylaşım savaşına sokarak yok edecek, hen de Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyetini kuracaktır.Bu Dönem çok önemli bence.
Teşekkür ederim.
SilSenin de söylediğin gibi çok geniş bir konu.
Onlarca yüzlerce başlık açılabilir.
Yazı dizisini kitaba dönüştürmeyi düşünüyorum.
Çok selam.
Bu arada yorum sahibinin kimliği görünmüyor. :)