27 Aralık 2022 Salı

DEVLETLEŞEN KÖTÜLÜK VE CEHALET

Türkiye, devletleşmiş cehalet, kötülük ve yobazlığın tutsağı olarak teokrasi durağında bitecek felaket yolculuğunda kilometreleri hızla tüketiyor.

Felaket yolculuğunun yakın gelecekteki en önemli durağı cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri olacak.

Cehalet ve kötülük örgütü faşist ittifak, ülkeyi sürüklediği felaket yolculuğunda menzile erişmek, yani iktidarı yitirmemek için toplumu din ve etnik aidiyet ekseninde kutuplaştırıyor, muhalefeti şeytanlaştırıyor. Çünkü, başta ekonomik kriz, hırsızlık ve yolsuzluklar, her türden kayırmacılık, ayrımcılık ve nefret olmak üzere işlediği günahları ve suçları gündemden düşürebilmek için dinden ve zorbalıktan başka silahı yok. Bu nedenle her türlü barışçıl itirazı ve talebi zorbalıkla bastırıyor, seçime hazırlık olmak üzere alan temizliği yapıyor. 

Alan temizliği kapsamında, Seçim Yasası’nda Nisan 2022’de yapılan değişiklikle ilçe seçim kurullarında “kıdemli hâkim” zorunluluğu kaldırıldı, kıdemsiz hâkimin atanması sağlandı. Atanacak kıdemsiz yargıçların, adliyeye Cumhur İttifakı örgütlerinden devşirilmiş eski avukatlar olacağı sır değil. Yasa AKP Genel Başkanı’nın devlet olanaklarıyla seçim kampanyası yürütmesini seçim yasakları kapsamı dışına çıkardı; bu absürtlüğe, eşitsizliğe adaletsizliğe itiraz Anayasa Mahkemesi’nce reddedildi. Sadece kendine Müslümanlık böyle bir şey!

Seçime yönelik alan temizliği kapsamında, düzensiz göçmenlerin ve sığınmacıların T.C. uyruğuna geçirilerek seçmen listelerine kaydedildiği de sır değil. Aynı şekilde sahte seçmen üretimi de kuruntu değil vaka-i adiyedir. Kim bilir, seçim sürecinde (2015 Haziran / Kasım terörü dahil) Pandora’nın kutusundan daha ne kötülükler çıkacaktır!

***

Cehalet ve kötülük örgütü ittifakın seçimler öncesinde giriştiği alan temizliğinin medyadaki adımı ise, “Dezenformasyon Yasası” olarak bilinen 7418 sayılı yasa; 18 Ekim 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Ankara Barosu, bu yasayı bir panel ile avukatların gazetecilerin tartışmasına açtı. Ne yazık ki, konferans salonunda panelistler dışında bir avuç izleyici vardı. Benim gençliğimde böyle bir toplantıda salonda oturacak yer bulunmazdı. Hey gidi günler hey! Başka derneklerin ve kendi derneğimin etkinliklerinden biliyorum; toplantı internet üzerinden katılıma açık olsa da katılım niceliği değişmezdi. Demem o ki, 12 Eylül faşizminin başaramadığı depolitizasyon, siyasal İslamcı faşizm tarafından başarıldı; ülkenin üzerine ölü toprağı serildi!


Her şeye karşın, dört saat süren panel son derece verimliydi. Her bir konuşmacı, yasanın düşünce ifade ve basın özgürlüğü kanallarını nasıl tıkadığını, örgütlenme özgürlüğünü nasıl kısıtladığını somut örneklerle anlatma çabasındaydı. Sonuçta ülkeyi tutsak alan cehalet ve kötülükle ancak örgütlü mücadeleyle baş edilebileceği, koşullar ne denli ağır olursa olsun demokrasi istemekten geri durulmayacağı vurgulandı. 

***


DEPOLİTİZASYON YASASI’NIN CEHALETİ

Ve elbette ne söylense eksik kalırdı. Yasanın sözcük örgüsündeki cehalet ve dil bilgisi sefaleti de soru yanıt bölümünde bir izleyici tarafından dillendirildi. 

Bu yasa ile Türk Ceza Yasası’nın 217’nci maddesine şöyle bir fıkra eklendi: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.

Bu paragraftaki Türkçe dilbilgisi sefaleti, topluma reva görülen cehaletin kötülüğün yansıması! Fıkranın son tümcesindeki düşüklüğü, özne yüklem uyumsuzluğunu geçelim. Bundan daha önemlisi, “gerçeğe aykırı bilgi” olmaz. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre bilgi: “1) İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. 2) Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek. 3) İnsan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malumat.” 

Buna göre, bir sözcük örgüsü gerçeğe aykırı ise onun adı bilgi değil yalan, palavra, martaval vs. olur. “Sultan Abdülhamit Han 33 yıllık saltanatında gram toprak kaybetmedi” palavrası gibi… Bilginin ne olduğunu bile bilmeyen siyasi cehaletle ne tartışılabilir ki?

İkincisi, bu yasaya göre, yalanı üreten değil yayan kişi suç işlemiş olacak. Bu da siyasi cehaleti ve kötülüğü tamamlayan hukuk cehaleti!

Üçüncüsü, “dezenformasyonla mücadele yasası” diye pazarladılar; şu beş koşul birlikte gerçekleşirse suçun işlenmiş olacağını söylediler: 1) Yayılan haber gerçek olmayacak, 2) Ülkenin güvenliği ve kamu sağlığı ile ilgili gerçekdışı haber olacak, 3) Halk arasında panik, korku ve endişe oluşturma kastı taşıyacak, 4) Kamu barışını bozmaya elverişli olacak, 5) Bunlar aleni biçimde yapılacak. 

Eleştirileri zayıflatmak için de beş koşulun beşinin birlikte gerçekleşmesinin çok zor olduğunu, dolayısıyla sansür endişesine yer olmadığını söylediler. Kim inanırsa artık! 

Aslında söyledikleri doğru. Gerçekten de bu beş koşulun birlikte gerçekleşmesi öyle kolay değil. Sade bir yurttaş beş koşulun beşini birden kotarıp kamu düzenini bozamaz, ülke güvenliğini tehlikeye düşüremez. Böyle bir suçu ancak devlet gücünü elinde bulunduranlar işleyebilirler. Nitekim iktidarıyla medyasıyla gün aşırı bu suçu işliyorlar. Güncele ilişkin palavralar, emekliye dar gelirliye her gün müjde yalanları; yanı sıra Gezi Direnişi sırasında Kabataş’ta türbanlı bacının taciz edildiği, camide içki içildiği yalanını bile utanmadan hâlâ tekrarlıyorlar. Cehalet ve kötülük iktidarı sanki kendisinin ve medyasının yalanlarını düşünerek çıkardı bu yasayı! Gerçekten de yasa hakkıyla uygulansa, kendilerinden ve medyalarından başka suçlu çıkmaz ortaya…

***

Yasa hakkıyla uygulansa kendilerinden başka suçlu çıkmaz ama elbette kendileri için çıkarmadılar bu faşizan yasayı; kendileri gibi düşünmeyen herkesi ve siyasi muhalefeti susturmak için çıkardılar. Aslında siyasal eleştiriyi suç saymak için böyle bir yasa çıkarmaları şart değildi. Yürürlükteki yasalarda düşünce ifade ve basın özgürlüğü ile öteki temel hak ve özgürlükleri kullanılamaz hale getiren faşizan maddeler fazlasıyla var. Ama gün geliyor bu maddeler aşınıyor, meşruiyetini yitiriyor, yenilenmesine ihtiyaç duyuyor iktidarlar. Bu da öyle bir ihtiyaç.   

Yasanın sahipleri bir de suçu ve suçluyu yargının tespit edeceğini söyleyerek eleştirileri zayıflatmaya, endişe duyanları rahatlatmaya, daha doğrusu kandırmaya çalışıyorlar. Gezi direnişi davasındaki skandal kararlar, Ergenekon ve Balyoz davalarında üretilen sahte deliller, delile bile gerek olmadan “her ne kadar delil yoksa da ileride ortaya çıkması muhtemel delillere binaen mahkumiyetine” (Elâzığ Ağır Ceza Mahkemesi kararı), “ahmak” davasında Ekrem İmamoğlu’nun yasada olmayan bir fıkraya istinaden 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılması gibi kararlar ortadayken, bu sözlere inanıp rahatlayan çıkar mı acaba?

***

Bu değerlendirmeyi yapan izleyici bir de “Bu yasa yürürlükte kalmalı ve iktidar değiştikten sonra yasayı çıkartan cehalet ve kötülük ittifakına karşı ödünsüz uygulanmalı” diye önerdi. Espri niyetine söyledi ama ciddiye alınsa mı ki?

Umulur ki, teokrasi rotasındaki kötülük cehalet ve hamakat katarı tökezler, Türkiye’nin güzergâhı hukuk devletine çevrilir!


2 yorum: