2 Nisan 2023 Pazar

DEPREM YARDIMINDA RÜŞVET ENDİŞESİ Mİ?

Resmi tarih ideologları “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” deseler de tarihinin en ağır deprem felaketlerinden birini yaşayan Türkiye, daha önce örneği pek görülmedik düzeyde dayanışma ve destek gördü. Yunanistan, Ermenistan, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Irak… Yani “bir gece ansızın” ile tehdit edilenler dahil, 99 ülkeden arama kurtarma ekipleri yardıma koştu. Avrupa Birliği tarihinin en büyük insani yardım operasyonunu Türkiye için gerçekleştirdi.

Büyük insanlık dayanışmadan geri durmazken ümmetçi ırkçı faşistler de kötülük etmekten geri durmadılar, bu felaketten bile düşmanlık üretmeyi becerdiler. Kendilerinden saymadıkları muhalefet belediyelerini, sol partilerin ve kitle örgütlerinin yardım ekiplerini engellemekle dışlamakla kalmadılar, yabancı ekiplere bile kötülük ettiler. İspanya, Almanya, İsrail ve Avusturya ekipleri güvenlik nedeniyle ülkelerine erken dönmek zorunda kaldılar.

***

Felaketin ikinci ayı da geride kalmak üzere. Ne acı ki, ümmetçi ırkçı faşizmin dayanışmayı baltalayıcı, kendisinden saymadığı belediyelere örgütlere düşmanca tutumunda değişiklik yok. Düşmanca tutum ve deprem yardımlarında ayrımcılık, uluslararası dayanışmayı da olumsuz etkiliyor. Dış dünyadan gelecek kimi yardım ve desteklerin iktidarın tutumu nedeniyle gecikeceği belirtiliyor.

Örneğin, Dünya Bankası yardım ve iyileştirme amacıyla 1 milyar 780 milyon dolar tutarında acil durum fonu ayırmış. Ancak bu yardım, Hazine’ye değil, temel alt yapı projeleri bazında belediyelere aktarılacakmış. Fon serbest bırakılmadan önce depremin yol açtığı hasarın boyutunu öğrenmek amacıyla hasar tespit çalışması da yapılacakmış.

Ne acı değil mi? Aktaracağı fonun yerli yerince kullanılacağına emin değil, projeye bağlıyor. Neresinden bakılsa, ülkeyi yöneten hükümete güvensizliğin ifadesi. Bu güvensizlik nedensiz değil, ilk kez de olmuyor. Türkiye’nin dünyadaki imajıyla ilgili. Öyle bir güvensizlik ki, geçmişte utanç verici bir skandala bile konu olmuştu. Söz konusu skandal, rüşvetin uluslararası belgeye yazılması ve bunun yadırganmamasıyla ilgiliydi.

***

RÜŞVETİ TESCİL ANLAŞMASI

Rüşvet malum, kamu görevlisinin zaten yapmakla yükümlü olduğu iş için menfaat sağlaması, ya da yasak olan bir şeyi yapmak için taliplisinden menfaat elde etmesi. 

Rüşvet her ülkede var, ama hakkındaki “rüşvetçi” imajını uluslararası bir anlaşmaya yazdıran bizden başkası yok herhalde.

Olay şuydu:

Japon Prensi Tomohito Mikasao, Anadolu’yu dolaşırken yolu Kırşehir’in Kaman İlçesi’ne düştü. Anadolu uygarlığını dünyaya tanıtma hevesine kapılan Japon Prensi, Kırşehir’de Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’nin yapımı için hibe olarak 288 milyon yen, yani yaklaşık 2 milyon Avro katkıda bulunmaya söz verdi. Bu konudaki anlaşma 30 Eylül 2005’te Japonya’nın Ankara Büyükelçisi Tomoyuki Abe ile Dışişleri Bakanlığı Yurtdışı Tanıtım ve Kültür İşleri Genel Müdürü Büyükelçi Şule Soysal tarafından imzalandı. 

Buraya kadar her şey normal, anlaşılmayacak bir şey yok. Rezalet bundan sonrasında. 

Müze inşa edilirken ihale açılacak, yapımcı müteahhit seçilecek, denetim elemanları görevlendirilecek, belediyeden inşaat izni alınacak filan. İşte bütün bu işler için Japon tarafının bir şartı vardı: Japon Prensi’nin vereceği para kuruşu kuruşuna müzenin yapımına harcanacak, kimseye rüşvet verilmeyecek. “Kimseye rüşvet verilmeyecek” şartı anlaşmaya şöyle yazıldı:

Sözleşmelerin yapılması karşılığında, rüşvet olarak yorumlanacak herhangi bir teklif, hediye veya ödeme ve menfaat veya karşılığını önlemek için T.C.’nin gerekli önlemleri alacağını Japon Hükümeti varsaydığını beyan eder.” 

Anlaşma bu şartla imzalandı, onaylanması için Bakanlar Kurulu’na sevk edildi. Ne Dışişleri Bakanı ne Başbakan ne bakanlar ne de Dışişleri Bakanlığı’nın ve Başbakanlığın onca bürokratı bu şartı yadırgamadılar. 

Kaman Müzesi’ne “rüşvetsiz” şartlı Japon yardımına dair anlaşma onay için TBMM’ye sevk edildi. TBMM Başkanlığı da “rüşvet olmayacak” şartına sesini çıkarmadı. Tasarı TBMM Dışişleri Komisyonu’nda görüşülürken CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ, “Bu ne rezalet!” diye itiraz etti. AKP’liler de anlaşmada böyle bir şarta yer verilmesinin rezalet olduğunu idrak edince, tasarı hükümete iade edildi. Aradan iki yıl geçtikten sonra anlaşma “rüşvet olmayacak” şartı olmadan yenilendi ve Meclis’te kabul edildi. (“Rüşvet alınmayacak maddesi kalktı, TBMM Japon hibesini kabul etti” başlıklı haber. Milliyet, 11 Aralık 2007.) 

***

Neresinden bakılsa rezalet idi. “Kimseye rüşvet verilmeyecek” şartının anlaşmaya yazılması ilk rezalet idi. Anlaşmanın kimse tarafından yadırganmadan Meclis’e gidebilmesi de ayrı bir rezalet.

Öyle ya da böyle, ‘rüşvetçi’ imajımızı kendi elimizle uluslararası bir anlaşmaya yazdırmıştık. Türkiye’de rüşvetsiz iş yapılamayacağının peşin peşin kabulü anlamına geliyordu ki, söz aramızda, aslında yanlış değil, gerçeğin ta kendisiydi.

Peki bu skandaldan sonra imajda değişiklik oldu mu? Ne gezer! Tam tersine, “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” sloganıyla hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk neredeyse övünülecek bir işbilirlik haline geldi; Türkiye uluslararası yolsuzluk endeksinde geriledikçe geriledi, Avrupa sonuncusu oldu. 

Yolsuzluk endeksinde Avrupa sonunculuğu, dünyada 101’incilik durduk yerde gelmedi. On yıl önceydi. Dolar tepeciği yığılı odalar, tıka basa dolar dolu Ayakkabı Kutuları, Uzun Çelik Kasalar gecesinin sabahında istifa ettirilen bakanlar arasında Erdoğan Bayraktar da vardı. Bayraktar, kendisi hakkındaki iddiaların doğru olduğunu, ancak hırsız olmadığını, ne yaptıysa Başbakan’ın talimatıyla yaptığını söyledi; “Reis, beni hırsız çuvalının içine attı” diye feryat etti. Partili bir arkadaşı, “Allah, insana af dileme hakkıyla günah işleme özgürlüğü vermiştir” diyerek sakinleştirmeye çalıştı. Partinin fetvacısı da “yolsuzluk ayıptır ama hırsızlık değildir” diye hükmetti. Bu skandal ve izleyen skandalların hiçbiri için dava açılmadı. Erdoğan Bayraktar hâlâ feryat ediyor. 

Netice-i kelam, elâlem deprem yardımı için boşuna kuşku duymuyor.

Çünkü, onlar da biliyor ki, “Devletin malı deniz, yemeyen domuzdur.” “Bal tutan parmağını yalar.” 

Alnı secdeye değen bir Cumhurbaşkanı ölüsünün deyişiyle, “Memurumuz işini bilir.” 

Ve dahi İslam kolaylık dinidir. “Allah kullarının tövbesini kabul eder, tövbe kapısını alabildiğine açık tutar.” (Tevbe/104)

Deniz Feneri savcısının kulakları çınlasın, hırsızlar imparatorunun bahçesi bahar görmesin!


3 yorum: