Cezaevindeki bir tutuklu ve
hükümlüyle arkadaş sıfatıyla görüşebilmek, savcılığın iznine bağlı. Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın dilekçemize olumlu yanıt vermesini doğrusu beklemiyorduk. Sabah saat 10.00’da verdiğimiz dilekçenin öğlen 12.00’de
“Uygundur” kaydı ve mührüyle iade edilmesi sürpriz oldu.
Türkiye sosyalist hareketinin
önderlerinden Sarp Kuray, tek kişilik örgüt lideri olarak 6 yıldır cezaevinde. Sincan
F2 Cezaevi Ankara’ya 45 kilometre uzakta. Özel araç yoksa, ulaşım olanağı hayli
kısıtlı. Celal Özcan yardım etmese, şans eseri verilen görüş izni elden
kaçabilirdi.
Hiç vakit yitirmeden yola
koyulduk. Yiyecek içecek türünden bir şey götürmek yasak. Çam sakızı çoban
armağanı deyip, Kışlada SOLkırım kitabını yanımıza aldık.
Ziyaretçi olarak cezaevine
girmek kolay değil. Yerleşkenin en dışında aracımızı park edip ceplerimizde ne
var ne yok araçta bıraktık. Sadece kimliklerimiz ve görüş izni evrakıyla ilk
kapıyı geçtik. X Ray cihazı sorun çıkarmadı. Sorun çıkarsa, iş çıplak aramaya
kadar varabilecekti.
Yerleşke içinde yolculuk cezaevi
araçlarıyla sağlanıyor. Araçlar on beş dakikada bir servise çıkıyor. Gelen
otobüse sıkış tıkış yerleştik. Ziyaretçiler Anadolu’nun kavruk insanları. Öyle
ki aralarında beyaz Türk gibi kaldık. Yolculuk sırasında Celal bizlere yerleşke
hakkında brifing veriyor. Burası L Tipi. Burada adli tutuklu ve hükümlüler
kalıyor. Burası F1 Cezaevi. Burada Ergenekon ve Balyoz davalarının paşaları
kalmışlar…
Nihayet F2 Cezaevi durağında
iniyoruz. İdari bina ve eklentileri cezaevinin dışında. Ziyaretçi girişi yazan
kapıdan giriyoruz. Kayıt kabul görevlileri son derece nazikler. Görüş izni
evrakını ve kimliklerimizi bilgisayara kaydediyorlar. Karşılığında bir
ziyaretçi kartı verip avuç içlerimizi dijital ortama tanıtıyorlar. Bir süre
bekliyoruz. Bu sırada bekleme salonundaki tabloları, mini kitaplıktaki
kitapları, Basında Sincan Cezaevi seçkisini, yerleşkeyi ziyaret eden yabancı
konukların fotoğraflarını süratle gözden geçirme imkânı buluyoruz. ATO Başkanı
Sinan Aygün’ün Sincan Cezaevi’ne övgüleri özellikle dikkat çekici.
Nihayet görüş sırasının
geldiğini bildiriyor görevliler. Celal bize mihmandarlık yapıyor, yol
gösteriyor. Celal’i salona geri gönderip F2’nin kapısından içeri giriyoruz.
Görevli uzman jandarmalar üst baş araması yapıyorlar. Pantolonumun arka cebinde
plastik tarak ve mendil kalmış. Bu şekilde içeri giremeyeceğim, bu eşyaları
bırakmam gerektiği söyleniyor. Kapıdan çıkıp tarak ve mendili bir taşın üzerine
bıraktım.
Cezaevine kapatılan kişinin
üzerine 7 kapı kapatılır 7 kilit vurulur. 12 Eylül’ün Metris’indeki uygulama böyleydi.
Sincan F Tipi’nde saymadım kaç kapıdan geçtiğimizi. Şu an, son kapıdan
geçeceğiz. En dehşetlisi de bu kapı. Dişlilerden oluşan turnike tipi bir kapı.
Ziyaretçi kartı okutuluyor, avuç içi okutuluyor, dişlilerden oluşan turnike
öyle açılıyor.
Turnikeyi de geçtikten sonra
sola açılan koridordan görüş hücrelerinin bulunduğu bölüme vardık. Hücrelerde
dahili telefonlar var. Arada ise çift katlı cam. Nihayet Sarp ağabey çift katlı
camın arkasında göründü. Kollarımızı kavuşturup kucaklaşır gibi yaptık. Hemen
telefonlara sarıldık. Bizim taraftaki telefon Namık ile benim aramda. İkimiz de
kulaklarımızı tek ahizeye yapıştırdık. Sarp ağabey gümbür gümbür konuşuyor. Fark
ettim ki, telefonsuz da sesi duyulabiliyor. Ben kulağımı telefondan çektim.
Sarp ağabey, 6 yıl önce nasıl
yolcu ettiysek öyle. Fizik olarak yıpranmamış. Konuşması, ruhen de diri
kaldığını gösteriyor. Sevindik.
Görüş süresi yarım saat idi.
Daha çok Sarp ağabey konuştu, hiç eksiltmediği heyecanıyla aşkla şevkle konuştu.
Tefeci bezirgân hâkimiyetine karşı isyan eden devrimcilerden dem vurup, Resneli
Niyazi ile birlikte Balkan dağlarına çıktı. Abdullah Öcalan’ın 2004 yılında
“Sarp’ın zamanıdır” sözlerini anımsattı. Ziyaretin 9 Mart gününe rastladığına
dikkati çektik, karşılıklı gülüştük. HDP içindeki eski dostlarının kendisini
hiç ziyaret etmediklerine sitemini bizimle paylaştı. Ortak tanıdıklardan söz
ettik ki, kimileri ADAM-DER içinde bulunuyorlar.
Tam Sarp ağabey 1919’ların
güncellenmesi gereğinden söz etmeye başlamıştı ki, gardiyan yarım saatin dolduğunu
duyurdu. Asıl güncellenmesi gereken 1919 mudur, 1917 midir, yoksa ikisi birden
mi güncellenmelidir? Bir saniye bile konuşmaya fırsat olmadı. Kasım ayında
buluşmak dileğiyle vedalaşıp, Sarp ağabeyin gözden kayboluşunu izledik.
Dönüşte aynı kapılardan geçtik.
Dişli turnike Namık’a azizlik yaptı, bir türlü açılmadı. Gardiyan kendi
bilgilerini okutup Namık Kemal Sayın’ı kurtardı. Cümle kapısından çıktığımızda
taş üstüne bıraktığım tarak ve mendil olduğu gibi duruyordu…
Cezaevinde yatanlar bilir. Tahliye
olanın aklı yüreği cezaevinde kalır. İçinden sürekli “Kırılsın zincirler
yıkılsın duvar” diye mırıldanır.
Metris Cezaevi’nden çıkalı 30
yıl olmuş, hâlâ “Mapusun içinde …” diye mırıldanıp duruyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder