Hemen söyleyeyim, iyi bilmezdim.
Benim nazarımda cehenneme kadar yol göstermek için çok günahı vardır. Tam 43
yıl önce Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam kararlarının
Meclis’te görüşüldüğü gün, Meclis’in en kalabalık grubunun lideri olarak iki
elini de “evet” için kaldırarak arka
sıralara dönmesi ve partili vekillerin de evet demesini sağlaması, tek başına
cehenneme kadar yol göstermek için yeterlidir. Cellâtlık, yağlı ipi boynuna
geçirip sehpayı tekmelemekten ibaret değildir.
Demirel deyince aklıma gelen
ikinci günahı, Kahramanmaraş katliamı sırasında söylediği bir cümledir.
Kahramanmaraş’ta 1978 yılının son ayında meydana gelen olay, merkez medyanın
sunduğu gibi Alevi/Sünni kavgası değildi. Dönemin sağcı medyasının amiral
gemisi Tercüman’ın ilk gün
vurguladığı gibi “Asil kısrağın sabrının
taşması ve şahlanması” idi. Asil kısraktan kasıt, Türk/Müslüman/Sünni
kitleydi. Olan biten, aylarca hazırlığı yapılan bir katliamdan ibaretti
aslında. Katliamın ardından açılan davada üç müdahil avukat, katliamın perde
arkasını aydınlatmaya çalışırken peş peşe öldürüldüler. Hatırladığım kadarıyla
bu cinayetler sırasında Demirel Başbakan idi ve ne zaman adı anılsa aklıma
gelen o cümleyi sarf etmişti: “Bana sağcılar
ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” Aynı Demirel 1980’de
başbakandı; Çorum’da insanlar Kahramanmaraş’taki gibi katledilirken, katliamı
durduracağına kimsenin burnunun kanamadığı Fatsa’yı işaret ediyor, “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın!”
diyordu.
Aradan yıllar geçti. Demirel’in
son başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı yılları, faili meçhul denilen cinayetlerin
altın yıllarıydı; 1994 yılında Demirel Cumhurbaşkanı olarak bu kez “Devletin öldürdüğü ispatlanmış değil.
Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür, diğeri cinayettir.” diyordu.
Nihayet 2000 yılında kontra örgüt Hizbullah’ın devlet tarafından bir kolorduya
yetecek miktarda silahla donatıldığı ortaya çıkmıştı. Üstelik silah alımında
dönemin bir valisi rüşvet bile almıştı. Demirel, “Devlet bazen rutinin dışına çıkabilir” diyerek hukuksuzluğu ve
resmi cinayetleri meşrulaştırmaya çalışıyordu.
“Devlet için kurşun atan da yiyen de bizim için şereflidir” diyen
Tansu Çiller’in ve “Müslüman soykırım
yapmaz” diyen Tayyip Erdoğan’ın esin kaynağı Demirel’den başkası değildi.
Demirel deyince aklıma gelen
üçüncü günahı, tarihte seçimle iktidara gelen ilk sosyalist devlet başkanı olan
Salvador Allende’nın ardından söylediği sözlerdir. Allende, 1973 Yılı'nda
Amerikan kuklası faşist General Pinochet tarafından öldürtüldüğünde, Demirel
sevincini "Allende eyi gitti, eyi"
diyerek dile getirmişti. Allende, kazip demokrasi kahramanı Demirel gibi
şapkasını alıp kaçmamıştı.
Sermayedar sınıfın siyasetçisi Demirel
adı anıldığında aklıma çok günahı gelir. İşlediği günahlardan biri de
yolsuzluklarla ilgiliydi. Gerçi bugünün muktediri gibi evinde milyar dolar
istif ettiği duyulmadı. Ama nepotizm konusunda da Tansu Çiller’e ve bugünün
muktedirine esin kaynağı oldu. Cumhurbaşkanı iken 1999 yılında çektirdiği “Aile fotoğrafı” nepotizmin belgesiydi.
Ünlü fotoğrafta "manevi oğulları" olarak nitelendirdiği
ve sahibi olduğu İnterbank’ın içini boşaltmakla suçlanan Cavit Çağlar, sahibi olduğu Bayındırbank’ın
içini boşaltmakla suçlanan ve Demirel'e yakınlığından dolayı birçok
ihale alan Kamuran Çörtük yer
alıyordu. Fotoğrafta yer alan Demirel'in kayınbiraderi Ali Şener de Çörtük'le olan
yakınlığıyla tanınıyordu. Yine Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı iken Çankaya
Köşkü'nde çektirdiği bir başka aile fotoğrafında ise Egebank'ın içini
boşalttığı iddiası ile hakkında davalar açılan yeğeni Yahya Demirel vardı.
Gazetecilere karşı hoşgörülü
olarak biliniyor. Doğru, bugünün muktediri gibi sadece kendisine yandaş
gazetecilere konuşan, yandaş saymadıklarına kapıyı kapatan, kapatmakla kalmayıp
mahkemelerde süründüren veya işten attıran biri değildi. Kıdemi ne olursa
olsun, ister şöhretli köşe yazarı isterse mesleğe yeni başlamış çırak muhabir.
Bugünkü muktedirlerin yaptıkları gibi kimseye özel bir engellemesi yoktu. Ama
hoşgörü imajının gerisinde acı bir hakikat vardı ki, Demirel’in gazetecilere
hoşgörüsü aslında sağ kalabilen gazetecilerle sınırlıydı. Çağdaş Gazeteciler
Derneği’nin 64 kişilik listesine göre, Süleyman Demirel’in son başbakanlığı
döneminde tam 20 gazeteci “faili meçhul” denilen cinayetlere kurban gitti.
Aralarında Uğur Mumcu, Musa Anter ve İzzet Kezer de vardı. Gazeteci katliamı Demirel’in cumhurbaşkanlığı
döneminde de sürdü. Aralarında Metin
Göktepe, Ahmet Taner Kışlalı ve Onat Kutlar’ın da bulunduğu 19 gazeteci
yazar daha katledildi. Yani, ÇGD’nin listesindeki maktul gazetecilerin
yarısından fazlası, Demirel’in son başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı
dönemlerinde katledildi. Gazeteciler katledilirken Demirel “Onlar gazeteci kılığına girmiş militanlar,
birbirlerini öldürüyorlar” diyordu ki, bugün hapse attırdığı gazeteciler
için “Onlar gazetecilik faaliyetinden
tutuklanmadılar” diye takla atan muktedir ilhamını Demirel’den alıyordu.
Malum, devlette devamlılık esastır!
Makyavelizmin piriydi Süleyman
Demirel. Cehenneme kadar yol göstermek için yeterince günahı var. Bugünün
muktediri kadar sevimsiz olmadıysa, demagoji ustalığına ve basınla ilişkilerini
dengeli tutabilmesine borçludur. Benim nazarımda affedilecek biri değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder