Bir 17 Kasım günü İngiliz zırhlısıyla ülkeyi terk eden Padişah Vahdettin'in hain olup olmadığı tartışmasını Bülent Ecevit başlattı. Vahdettin’le uzaktan akraba olduğunu
söyleyen Ecevit’e göre, “Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’na açıktan olmasa bile
belirgin şekilde destek oldu. İstanbul’dan ayrılacağı zaman devletin elinde
külliyetli altın ve para vardı. O, çok az bir miktar aldı. İstese tümünü
alabilirdi. ” (Zaman, 16 Temmuz 2005)
Vahdettin’i
hiçbir zaman “hain” olarak görmediğini söyleyen Ecevit, “Atatürk,
padişahın ve sadrazamın bilgisi ve onayı olmasaydı Ankara’ya gidemezdi” (Milliyet,
19 Temmuz 2005) diyerek sözlerini pekiştirdi;
“Vahdettin olmasa Kurtuluş Savaşı başlamazdı” demeye getirdi.
Ecevit’in
bu çıkışından sonra kanaat önderleri işi gücü bıraktı, Vahdettin’i tartışmaya
başladı. Hâlâ da Vahdettin tartışılıyor.
İslamcı
çevreler sevinçli, “80 yıllık bir tabuyu yıktı” diye Ecevit’e alkış tutuyor;
Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmesine ve barışmasına Ecevit’in büyük hizmet
ettiğini yazıp çiziyor.
Sözüm
ona laik medya ve yönetici elit ise çoğunlukla, Atatürk’e sahip çıkıyor.
Beni
asıl şaşırtan da, medyanın ve yönetici elitin Atatürk’e sahip çıkması oldu.
Şaşırtıcı!
Çünkü, zaman makinesi gerçek olsa ve mütareke günlerine gidebilsek, hiç kuşkusuz,
bugünün yönetici eliti ve sermaye medyası, Mustafa Kemal’in ve Kurtuluş
Savaşı’nın karşısında, Vahdettin’in yanında yer alırdı.
Bir
çelişkiden söz etmiyorum.
Fikrimde
ısrarlıyım. Bugünün yönetici eliti ve sermaye medyası, Mustafa Kemal’in ve
Kurtuluş Savaşı’nın karşısında, Vahdettin’in yanında yer alırdı. Çünkü, zaman
makinesi gerçek olsa Vahdettin de bugünlere gelebilse, ülkeyi aynen bugünkü
gibi yönetirdi.
Yani,
o günlerde ülkeyi İngiliz mandasına sokmak istediği gibi bugün de Avrupa
Birliği’ne sokmaya çalışırdı.
O
günlerde işgalcilerle işbirliği yaptığı gibi bugün de ülke topraklarını ABD’ye
üs olarak verirdi; ABD’nin Irak’taki cinayetine ortak olmak isterdi; Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşmasını imzalamayan ABD ile sözüm ona stratejik
ortaklık peşine düşerdi.
Birinci
Dünya Savaşı koşullarında kaldırılan kapitülasyonları yeniden kabul ettiği gibi
bugün ekonomiyi IMF’ye teslim ederdi; kamu malı işletmeleri yerli yabancı özel
sermayeye peşkeş çekerdi.
Türkiye
bugün Vahdettin kafasıyla yönetiliyor; ama, yönetici elit ve sermaye medyası
Vahdettin’i değil Atatürk’ü bayrak ediniyor. Çünkü, Ecevit’in yaptığı gibi
henüz açıktan açığa Vahdettin’i vatansever ilan edecek moral güce sahip değil. Bir süre daha
(Süleyman Demirel’e göre 100 yıl daha) Atatürk’e ihtiyaçları var. İhtiyaç
kalmadığında asıl hainin Vahdettin değil, Atatürk olduğunu da söyleyecekler.
İhtiyaçları
kalmadığında Atatürk’ü hain ilan edeceklerinden kuşku duymuyorum. Nitekim,
eşine az rastlanır bir takiyye ile Atatürk’e sahip çıkan sermaye medyası, Vahdettin’in
dürüst ve namuslu olduğunda, İngilizlere sığınırken Hazine’yi talan
etmediğinde, böyle dürüst ve namuslu bir padişahın hain değil, olsa olsa aciz
olabileceğinde ağız birliği etti. Böylece, ilerde Vahdettin’in vatansever
olduğunu söyleyebilmenin ön hazırlığını yaptı.
“Dürüst
ve namuslu” hain
Söylendiği
gibi Vahdettin dürüst ve namuslu olsa bile, Kurtuluş Savaşı karşısındaki tutumu
hiç de dürüst ve namusluca değil.
Doğru,
Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderen Vahdettin ama Kurtuluş Savaşı vermesi için
değil, kendi mülkü saydığı devleti kurtarması için.
Mustafa
Kemal’i Samsun’a gönderen Vahdettin ama gerçek niyeti ortaya çıkıncı peşinden
idam fermanı gönderen de Vahdettin.
Kuvayı
Milliye’yi “bir avuç eşkıya” diye niteleyip karşısına Kuvayi İnzibatiye’yi
çıkartan, iç savaş yoluyla binlerce kişiyi kırdıran da Vahdettin.
Mustafa
Kemal ülkeyi işgalden kurtarmak için savaş verirken, işgalcilerle işbirliği
yapıp ülkeyi İngiliz mandasına teslim etmek için teklifte bulunan da Vahdettin.
Nihayet,
Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca, işgalciye sığınıp ülkeden kaçan da
Vahdettin.
Tarih,
elbette galipler tarafından yazılır ve galiplerin yazdığı tarihte birçok nokta
karanlıkta bırakılır. Bu bakımdan kurtuluştan sonra yazılan resmi tarihte her
şeyin yüzde yüz doğru anlatıldığı savunulamaz. Ama, tarihin karanlık bölgesi
aydınlatılsa bile, Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı karşısındaki konumunu
değiştirecek bilgi belge çıkmaz. Hangi bilgi belge gizlenmiş olursa olsun,
Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı karşısındaki reel tutumu sadece galiplerin
tarihinde değil, mağlup işgalcilerin tarihinde de böyle kayıtlıdır.
Anlaşmazlık, bu tutumun nasıl
adlandırılacağında çıkar. Taraflar, kendi dünya görüşlerine göre adlandırırlar.
Sınıfsal ve ulusal pencereden, sosyalizm ve yurtseverlik penceresinden bakarak sormak gerekir: Ülkeyi, halkın ortak evini işgal eden zorba ile işbirliği yapmak
ihanet değilse nedir?
Vahdettin’e neden “vatansever”
diyorlar?
Peki
bunca yılın politikacısı devlet adamı Ecevit birden bire neden bu çıkışı yaptı?
Sermaye
medyası ve yönetici elite göre, Ecevit yazmakta olduğu tarih kitabına şimdiden
müşteri çekmek için böyle bir çıkış yapmış olabilir.
Ecevit’in
ahir ömründe bile siyasetten kopamadığını, İslamcı çevrelere şirin gözükmek
için Vahdettin meselesini ortaya attığını söyleyenler olduğu gibi, yaşlılıktaki
zihinsel performans düşüklüğü nedeniyle böyle dediğini söyleyenler de oldu.
Bana
sorulursa, Ecevit’in Vahdettin’le ilgili çıkışı bir acizler dayanışması.
Vahdettin
ve Ecevit, fiziki benzerliğin yanı sıra karakter olarak da benziyorlar.
İkisi
de birey olarak kibar, ürkek, kararsız, dürüst, namuslu, ama aciz.
Aciz
oldukları için ülkeye kötülük etmekte birbirlerinden geri kalmadılar.
Vahdettin zamanında dış zorbalar
ülke topraklarını paylaşmaya giriştiler, başaramadılar. Ecevit zamanında dış
zorbaların uzantısı iç zorbalar ülke ekonomisini talan etmeyi başardılar.
İkisi de acizliklerini kabul
etmeyip, memleketi batırma pahasına koltuğa yapıştılar. Vahdettin Damat
Ferit’in hainliğini fark edemedi; iki yıl birlikte çalıştığı Kemal Derviş’in
tıynetini fark edemeyen Ecevit de yolsuzluk suçlamasıyla Yüce Divan’a en çok
bakan kaptıran başbakan oldu.
Sonuçta
Ecevit, bilinçli ya da bilinçsiz, belki de ilerde Vahdettin muamelesi görmemek
için, acizlerin dayanışması refleksiyle akrabası Vahdettin’i aklama çaresine
sarıldı.
Dinci
çevreler Ecevit’e müteşekkir.
Yönetici
elit ve sermaye medyası mütereddit; Vahdettin’in dürüst ve namuslu olduğunu
söylüyor, “vatanseverdi” demeye hazırlanıyor.
Peki,
neden dürüst davranıp, Vahdettin’e şimdiden
“vatansever” demiyorlar?
Yanıt:
Mustafa Kemal’e henüz “hain” diyemedikleri için!
Rahmi Yıldırım
29 Temmuz 2005
Not: 12 yıl önce bir televizyon programında Bülent Ecevit'in "Bana göre Vahdettin hain değildi" demesiyle başlayan tartışma üzerine kaleme alınmıştır.
Sevgili Yıldırım, sağ olun. Vahdettin konusunda Turgut Özakman'ın ilgili kitabındaki belgelere karşın eveleyip geveleyenlerin iyi niyetlerinden kuşku duyarım. Saygılar. Günay Güner
YanıtlaSilSevgili dostum Günay, çok selam.
YanıtlaSilTeşekkür ederim sevgiler
YanıtlaSilTeşdkkürler Rahmi. Güzel bir değerlendirme..
YanıtlaSilKutlarım... Ecevit için dahası da vardır; ABD'de bulunduğu ve Kissinger'ın yanında staj gördüğü yıllar...
YanıtlaSilGelen de giden de hic bitmediler. Yuregine saglik
YanıtlaSil