Hatırlayalım, 2011 Haziran seçimi
öncesinde AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan diyordu ki, “Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir”.
Aynı yıl Erdoğan’ın taklacı
İçişleri Bakanı da “bilimsel ve
psikolojik terör” suçundan söz ediyordu; “Üniversitede, partide, dernekte, sivil toplum kuruluşunda, düşünce
üretim merkezinde resim yaparak, şiir ve makale yazarak” şeklinde ayrıntılı
bir tarifini de vermişti “bilimsel ve psikolojik” terörün.
Bu zihniyetle yönetilen Türkiye’nin
cezaevlerinde eline hiç silah almamış on binlerce “terörist” vardır nitekim. Gazeteci
Ahmet Şık, en kıdemli teröristtir! Zaten gerek Erdoğan gerekse taklacı bakan,
Ahmet Şık’ı hedefleyerek “bilimsel ve
psikolojik terör” suçunu tanımlamışlardı. Ahmet Şık o yıl yargıç ve savcı
kılıklı Fetullahçılar tarafından tutuklanmıştı; Recep Tayyip Erdoğan o
davaların savcısıydı. Ahmet Şık son bir yıldır da OHAL faşizminin tutuklusudur.
***
Yine Tayyip Erdoğan 2014 Esnaf
Şurası’nda diyordu ki, “Esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir,
alperendir; gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, adaleti sağlayan hâkimdir.”
Bir de Erdoğan’ın emekliye
ayrılan üst düzey bir bürokratı uğurlarken söylediği sözlerin haberi
yayımlanmıştı gazetelerde. Yalanlanmayan o haberlere göre, Erdoğan bürokrata
projelerinden söz etmiş. Bürokrat “Bunların
yarısını yapsanız iç savaş çıkar” demiş. Erdoğan da “Çıksın, ezer geçeriz”
diye vurgulamış.
İç savaş söylemi iktidar
partisinin örgütüne öyle sinmiş ki, 16 Nisan 2017 referandumu öncesinde bir yerel
parti yöneticisi örgütüne “referandum
oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazır olun!” diye talimat vermişti.
Her türden muhalefeti terör
torbasına dolduran iktidar şimdi bir adım daha ileri gitti, 696 sayılı kararnameyle
“ezip geçeceği”(!) iç savaşa yasal
kılıf geçirdi. 15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek, “Resmi bir sıfat taşıyıp
taşımadıklarına, resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın
darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin
bastırılması kapsamında hareket eden kişiler” için af getirdi.
İktidar sözcüleri ne kadar
demagoji yaparlarsa yapsınlar, bu hükmün hangi niyet ve amaçla kararnameye
konduğu açıktır. Esasen kimi partililer sosyal medya mesajlarında bu niyet ve
amacı itiraf etmekten kendilerini alamadılar.
Türkiye’yi “Dârü'l-harp” olarak
gören iktidarın böyle bir kararnameye niçin ihtiyaç duyduğu sır değildir. Son
on yıllık siyaset pratiğinin gösterdiği üzere, gerilim, kutuplaştırma, şiddet, iktidarı
sürdürmenin vazgeçilmez şartı haline geldi. 7 Haziran 2015 seçimi ve 16 Nisan
referandumu gibi toplumsal muhalefetin bir parça nefes alıp verebildiği
durumlarda iktidar güç yitirmektedir. İktidarda kalmaya mahkûm muktedir bunun
bilinciyle, kutuplaştırma ve şiddet siyasetini daha ileriye taşıyıp iç savaşa
hazırlık kararnamesi çıkarttı. Bu kararname ile girilen yolda muhalif her türlü
barışçı eylem terör suçu sayılacak, ne tür bir eylemin darbe ve terörün devamı
olduğuna muktedirin emrindeki savcılar ve yargıçlar karar vereceklerdir. AK
polisler ve AK silahlı kuvvetlerin yetmediği durumlarda devlet destekli esnaf
kılıklı AK milisler sahaya sürülecektir.
***
Epeydir söyleyegeldiğimiz üzere Türkiye’de
eskisi gibi bir sınıf veya parti diktatörlüğü değil, tek adam diktatörlüğüdür
söz konusu olan. Bugüne değin referandum veya seçim yapılabilmiş olması, Türkiye’nin
diktatörlükle değil demokrasiyle yönetildiğini göstermiyor. Seçimlerin dürüst
ve adil olup olmaması bir yana, bir daha seçim yapılıp yapılmayacağı, her şeye
karşın seçim yapılır da yenilirse muktedirin iktidarı teslim edip etmeyeceği
sorusu ciddiyet kazanmıştır. Böyle bir sorunun gündeme girmiş olması bile
ülkenin ne denli tehlikeli bir yolda olduğunun göstergesidir.
Seçim yapıldı ve her şeye, her şeye
karşın muktedir yenildi diyelim; 696 sayılı kararnameye o hükmün neden
eklendiği sorusunun yanıtı işte o zaman daha net anlaşılacaktır. Hatırlayalım,
Adolf Hitler’in diktatörlüğe adım attığı referanduma tıpa tıp benzeyen 16 Nisan
2017 referandumu, Yüksek Seçim Kurulu kararıyla muktedir lehine sonuçlandırıldı.
Ana muhalefet partisi hileyi meşrulaştıran YSK’yi protesto için sokağa çıkmaya
çekindi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, protesto için YSK’nin kapısına neden
gitmediğini, “Sokaklarda sopalı, hatta
silahlı kişilerin olacağına ilişkin çok ciddi duyumlar vardı” diyerek
açıkladı.
Özetle muktedir bu kararnamelerle
12 Eylül faşizminin mirasçısı olduğunu bir kere daha gösterdi. OHAL
gerekçesiyle temel hak ve özgürlükler 12 Eylül dönemindeki gibi askıdadır.
Toplanma, gösteri yürüyüşü ve örgütlenme hakkı kullanılamamaktadır. Ankara’daki
insan hakları anıtı bile tutukludur. Üniversiteler, medya ve yargı, 12 Eylül
faşizmi dönemindeki kadar baskı altında olmanın ötesinde muktedirin emir
erlerine dönüştürüldü. Kişi diktatörlüğüne karşı seçimin kurtuluş olup olmadığı
artık tartışmalıdır. OHAL faşizminin 12 Eylül faşizminden tek eksiği, TBMM’nin
ve siyasi partilerin açık olmasıdır. Ne var ki, TBMM’nin 12 Eylül dönemindeki
Danışma Meclisi’nden bir farkı yoktur.
1930’larda Adolf Hitler
Almanya’da kişisel diktatörlüğünü nasıl kurduysa, Türkiye’de de bugün aynı
yoldan gidilerek kişi diktatörlüğü tahkim edilmektedir. Bu amaçla, Hitler’in
yaptığı gibi iç savaşa hazırlık kararnamesi bile çıkarılmıştır. Muktedirin iç
savaş fermanına karşı direnme hakkını kullanmak yurttaşlık ve insanlık görevidir.
Ben elime silah alamam. O-HAL de sokakta ölerek direneceğim.
YanıtlaSilFaşizme karşı direnmek insanlık ve yurttaşlık görevidir.
SilTeşekkür ederim saygılar
YanıtlaSilFaşizme karşı direnmek insanlık ve yurttaşlık görevidir.
SilYeterince açık Rahmi kardeşim.
SilAK faşizm öylesine apaçık ve pervasız.
SilFaşizme direnmek haktır görevdir.