7 Ekim 2015 Çarşamba

ÖLDÜRMEYİ İYİ BİLİYOR...SESİ DE ÇOK YÜKSEK ÇIKIYOR...

Ne günahlar işlemiş olmalıyız ki, ülkemiz toprakları bir kez daha kan ve göz yaşıyla ıslanıyor, insanlığımız her gün bir parça daha eksiliyor. Sadece ülkemizde değil, bulunduğumuz bölge coğrafyasında da ölüm kol geziyor, insanlık yerde sürünüyor.
Ne acı bir kaderdir ki, insanlığı bitiren müstebitler her devirde kendilerini alkışlayacak, cinayetlerine ortak olacak köle yaradılışlı milyonlarca mahlukatı yanlarında bulabiliyorlar.
O müstebit de “alnı secdeli demokrat” makyajı henüz tam akmamışken, “Sesin çok yüksek çıkıyor. Suçluluk psikolojisinin gereğidir. Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü çok iyi biliyorum” diyerek İsrail liderini azarlayınca, idrak yoksulu kölelerince bir kere daha tanrı mertebesine yüceltilmişti. Tanrı ile bir tutulmak hoşuna gitmiş, itiraz etmemişti. Hâlâ da itiraz etmiyor.
İsrail liderini böylesine azarlaması, eşine az rastlanır ikiyüzlülük örneğiydi. Nitekim, azarladığı İsrail liderlerinden, kırmızı halı serip karşıladığı soykırımcı Sudanlı katilden farklı olmadığının anlaşılması için uzun zaman geçmesi gerekmedi. Başında olduğu devlet, besleyip silahlandırıp Suriye’ye saldırttığı katillerden kaçan çocukların bebeklerin cesetlerini plajlarda toplamaya başladı.
***

Başında olduğu devlet, öldürmekle kalmıyor, cesedini panzere bağlayıp sürüklüyor; öldürdüğü kadının çıplak bedeni etrafında zafer fotoğrafı çekiyor; Gezi direnişinde öldürdüğü gençlerin katillerine kol kanat geriyor; böylece devletliğini kanıtlıyor...
Öldürmek, çalmanın kardeşidir. O’nun öldürmeyi iyi bilen devleti de çalma kardeşliğinden geri kalmıyor; evlerde istiflenen yolsuzluk hırsızlık paralarını mahkemelerden kaçırıyor.
Ve elbette “suçluluk psikolojisinin gereği” sesi çok yüksek çıkıyor; kendisinden başka kimsenin konuşmasına tahammül edemiyor.  Her şeye karşın konuşanın karşısına ortalama bir Kasımpaşalı gibi de çıkamıyor. Kasımpaşalılığı kof kabadayılıktan ibaret, konuşanın karşısına kendisi çıkmak yerine devleti çıkarıyor. Elinde tuttuğu devlet gücüyle Soma’da acılı madenciyi “İsrail dölü” diyerek tokatlıyor. Liseli çocuktan bile korkuyor, hapse attırıyor. En sade eleştiriye Ceza Yasası’nın ilgili maddesiyle karşılık veriyor. Daha da olmazsa, sokak terörüyle susturmaya çalışıyor.
Adaletsiz bir seçim kampanyasıyla kendisini Cumhurbaşkanı seçtirmiş ama cumhurbaşkanı gibi davranamıyor. Entelektüel ve beşeri sermayesi cumhurbaşkanı gibi davranmasına yetmiyor. Taç giyen baş akıllanır diye bilinir ama onca yıldır taç taşısa da akıllanmıyor.
Eğitimi de zayıf. Üniversite bitirdiğini söylüyor, ne hikmetse ortak anı anlatacak bir tek fakülte arkadaşı çıkmıyor. Ne hikmetse bir asker arkadaşı da çıkmıyor. Bitirdiğini söylediği üniversite, mezuniyet tarihinden sonra kurulmuş.
Eğitimi yetersiz, entelektüel donanımı zayıf; öyle olunca O da eksiğini bağırıp çağırarak, korkutarak, Müslüman kimliğini maske edinerek tamamlamaya çalışıyor. Allah adını dilinden düşürmüyor ama konuşmalarında Allah adı noktalama işareti olma ötesinde bir değer taşımıyor.
Sesi çok yüksek çıkıyor, bağırıyor, çünkü korkuyor. Korktuğunu belli etmemek için kendisi korkutuyor. Boyun damarlarını şişirerek bağırırken, kin ve nefret yüklü bakışlarıyla korku salıyor.
Bağırıp çağırırken merhamet fukaralığını da ele veriyor. Çocuğunu toprağa vermiş acılı anneyi meydanlarda yuhalatabiliyor. Bölmediği, aralarına nifak sokmadığı bir “şehit” aileleri kalmıştı. Karakterli karaktersiz diyerek şehit yakınlarını da bölmeyi başardı.
Sadece merhamet ve adalet fukarası değil, tutarlılık fukarası aynı zamanda. Samimiyetle yürütmediği, seçim kazanmak uğruna istismar ettiği için çözüm süreci politikası iflas etti. İflasın ardından ölüme gönderdiği gençlerin tabutları başında “Şehit oldular, ne mutlu onların ailelerine” diyebildi. Böyle konuşurken, aynı mutluluğu kendi ailesinden esirgediğini, bir çocuğunu çürük raporuyla askerden kaçırdığını, diğer mahdumunu İtalya’ya uçurduğunu aklına bile getirmedi.
Merhamet ve tutarlılık fukarası olduğu kadar ana dil fukarası. Elinde veya önünde yazılı metin olmadığında, konuşmayı yeni söken çocuktan farkı kalmıyor. Başladığı cümleyi bitiremiyor, konudan konuya atlıyor, saçmalıyor. Zihni karışık, düzgün cümle kuramayan çocuk masum ve sevimlidir ama altmışını devirmiş müstebit öyle değil. “Ben şehide sırtımı çevirecek kadar şerefsiz değilim” derken, şerefini tartışılır hale getirdiğinin bile farkında varmıyor.
***

Bu topraklarda ne günahlar işlendi ki, merhamet, adalet, bilgi görgü fukarası kof kabadayılar hayatımızda hiç eksik olmadılar, ellerine geçirdikleri devlet gücüyle mahvettiler hayatımızı.
Otuz beş yıl önce de böyle biri vardı devletin başında. Öldürmeyi, işkence etmeyi iyi biliyordu. Zaten öldürmek üzere eğitilmişti. Öldürmeyi iyi bilen her faşist lider gibi o da meydanları zapt ediyor, bağırıyor, sadece kendisi konuşuyordu. Sadece kendisi konuşurken entelektüel ve insani donanım fukaralığı paçalarından akıyordu. “İşkence resmi politikamız değildir” derken aklınca, kimsenin aklına gelmeyecek üstün zekâ eseri bir cümle kurduğunu, siyasi hokkabazlık yaptığını sanıyordu. İdamları eleştiren demokratik ülke liderlerine “Niye idam ettiğimizi soruyorlar. Biz onlara soruyor muyuz, sizde niye idam yok? Asmayıp da besleyelim mi?” diye karşılık vermesi de aynı zihni sefaletin eseriydi.
 Bu topraklarda ne günahlar işlendi ki, kof kabadayılar hayatımızda hiç eksik olmadılar! Kırk yıl önce de elli yıl önce de altmış yıl önce de varlardı. Bugün de var. Devleti maymun etmiş, her şeye o karar veriyor, sadece o konuşuyor. Otuz beş yıl önceki atası gibi şimdikinin donanımı da eğitimin ilk basamağındaki ilk mektep çocuğunun donanımından ileri değil. Bütün kof kabadayılar gibi ancak küresel semtin gerçek kabadayısı yanındayken cesur olabiliyor. Ortada bırakıldığında veya kendisinden daha güçlü olanla karşılaşınca süklüm püklüm oluyor, zırvalıyor, yalvarıyor...
Yolun sonuna geldiğini, ülkeyi eskisi gibi yönetemeyeceğini kendisi de biliyor. Emperyalist kovboya at uşaklığı ederek, Şam’da zafer namazı kılma, böylece iktidarını uzatma rüyası görüyordu. Zorbalar zorbası Kovboy bile güvenilmez bulup ortada bıraktı, rüyası kâbusa dönüştü. Daldığı rüyadan bu kez Rus uçaklarının bombalarıyla uyandı. Ortada bırakılmışlığın şaşkınlığıyla “Rusya’nın Suriye’ye sınırı yok, Suriye’yle niye bu kadar ilgileniyor, anlamıyorum” diye anlamsız sözler ediyor... Her kof kabadayının yaptığı gibi küresel köyün gerçek kabadayılarını yardıma çağırıyor.
Memleket bu kof kabadayıya da kalmayacak. Kalmayacak, O da tarihin çöp sepetine atılacak. Toprak kabul ederse, O’nun da gözlerine böcekler doluşacak da, bugün kendisini alkışlayan yarın aynı familyadan başka birini alkışlayacak kalabalıkları ne yapacağız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder