12 Kasım 2015 Perşembe

AK FAŞİZMİN SANSÜRÜNE ŞİDDETİNE TESLİM OLMAYALIM


Türkiye bir kez daha şiddet, ölüm ve sansür sarmalına düştü. Kürt coğrafyasında bir kez daha kan ve gözyaşı akıyor.
Cizre, Şırnak, Lice, Yüksekova, Hakkâri, Beytüşşebap ve daha niceleri. Silvan İlçesi de 2 ayı aşkın bir süredir kuşatma altında, sokağa çıkma yasağı 10’uncu gününde. İlçede ekmek, elektrik, su, sağlık hizmeti yok, internet ve cep telefonu erişimi sağlanamıyor. Çok sayıda ölü yaralı olduğu söyleniyor. Ambulansların yaralıları almasına polis izin vermiyor. Yüzlerce ev ve işyeri kullanılamaz hale getirilmiş. Söylenenler doğruysa polis ve askerin ortak operasyonunda tepelerden mahallelere top atışı yapılıyor. Çatılara yerleşmiş keskin nişancılar insan avlıyor.
Türkiye’nin geri kalan kesiminde tam bir sessizlik. 1925'in Takrir-i Sükûn günleri adeta. Gazeteler televizyonlar kendi alemlerinde. Sanki Silvan ve diğer yerlerde böyle olaylar yaşanmıyor. Gerekçe “terörün propagandasına alet olunmamalı”.
Oysa olan biten terör değil, devletin ordusunun da katıldığı şehir savaşı. Kürt sorunu artık şehir savaşı olarak kanıyor. Olanları halktan saklamak, gerçeği değiştirmiyor. Sadece halkın savaşın nasıl sona erdirileceğini sormasını ve tartışmasını önlüyor.
 AKP sözcüleri ve hükümet yetkilileri, “Çözüm Süreci” aldatmacasıyla bir süre birlikte yürüdükleri PKK'yı ve KCK’yı suçluyorlar ama PKK'yı suçlamak lanetlemek akan kanı durdurmuyor. Sadece kamuoyunun bir bölümünün yüreğini ferahlatıyor, o kadar. PKK’yı suçlamanın lanetlemenin bir yararı olsaydı, 35 yıldır olurdu.
Acı olan gerçek şu ki, 30 yıldır kan akmasına karşın, Uludere Roboski katliamına kadar, birlikte yaşama umudu kırılmamıştı. Roboski “kaçınılması mümkün olmayan hata” diye örtbas edildi, çok derin bir kopmayı beraberinde getirdi. AKP iktidarının çözüm sürecindeki samimiyetsizliği Kürt halkını AKP’den iyiden iyiye uzaklaştırdı. Kürt halkı, Türkiyeli sosyalistlerin ve demokratların da desteğiyle 12 Eylül faşizminin barajını yıktı; AKP reisinin alaturka başkanlık hayalini sona erdirdi. O noktadan itibaren AKP iktidarının devlet terörüne abanması, ancak askeri darbe günleriyle kıyaslanabilecek şiddeti, sokağa çıkma yasaklarını ve sansürü beraberinde getirdi.
Askeri darbe günleriyle kıyaslanabilecek şiddet ve sansür ifadesi ne yazık ki abartı değil. Bir an için Silvan ve diğer yerlerdeki operasyonların, şehir savaşının 1980 yılındaki askeri darbe koşullarında yapıldığını varsayalım. Ne olurdu? Devlet tekelindeki radyo ve televizyon haberi vermezdi, kapatılma tehdidi altındaki gazeteler ajanslar savaşı görmezlerdi. Yani tam da AKP iktidarının bugün istediği gibi bir sessizlik egemen olurdu. Halkın meraklı kesimi olan biteni BBC radyosunun kısa dalga Türkçe kanalından öğrenirdi. Bu arada fısıltı gazetesi de ülke genelinde faaliyete geçmiş olurdu...
İktidar şiddetten ve sansürden medet umuyor. AKP’ye oy veren seçmen kitlesi şiddete ve sansüre itiraz etmiyor, itiraz etmediği gibi destekliyor da. Oysa hep birlikte bu ülkede yaşıyoruz. Kanın neden aktığını, nasıl durdurulacağını bilmeye, konuşmaya sonuna kadar hakkımız var.
Şiddet ve sansür sorunu çözseydi, 30 yıldır çözerdi. Şiddet ve sansür, sessizlik ve tepkisizlik, sadece ve sadece daha çok “şehit”, daha çok “ölü ele geçirilen” demektir.
Şiddet ve sansür, örneklerine her kıtada rastlanabilecek zorbalık ve diktatörlük rejimi demektir.
Aptallık ise, hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemektir. 

3 yorum:

  1. Evet. aynı şeyi yapıp farklı sonuç bekliyorlar. Aptallığın faturasını keşke sadece kendileri ödese.. Emeğine sağlık.

    YanıtlaSil