Küba gezimizde Havana’dan sonra
ilk durağımız Varadero oldu.
Varadero, Küba’nın kuzey
ortasında, Havana’ya üç buçuk saat uzaklıkta bir kıyı kenti. Küba turizminin
başkenti gibi. Sadece karayolu veya deniz yoluyla değil, hava yoluyla da
ulaşılabiliyor. Küba’nın gelirine katkıda bulunmak üzere turistler için
oluşturulmuş, bilinen Küba’nın dışında dev bir tatil köyü Varadero; okyanus -
kum - güneş üçlüsünün hayranlık uyandıran bileşimi. Yani kapitalist Küba'dayız. Tatil köyleri ne kadar
güzel veya çirkinse, Varadero oteller bölgesi de o denli güzel veya çirkin. Kaldığımız
beş yıldızlı Oro otelinin mülkiyeti Küba devletine ait, işletmesi Mercure otel zincirine
verilmiş. Taşıdığı yıldız sayısını hak ediyor. Havana’daki Hotel Plaza’dan
sonra cennet gibi geldi.
Varadero, Küba’nın turizm
başkenti olduğu kadar Küçük Miami, Küba’nın Miami’si olarak da biliniyor. Varadero’ya
gelen turistlerin büyük çoğunluğu Kanada ve Avrupa’dan.
Amaç deniz kum ve güneş ise,
Miami ya da Varadero’dan hangisi diye sorulursa, Varadero derim. Miami’nin plajında
deniz çok sığ, rip akıntısı da cabası. Varadero plajı ve turkuaz denizi, ancak
Ege ve Akdeniz’le kıyaslanabilir. Amaç deniz, kum ve güneşten ibaretse, onca
zahmetli ve uzun yolu kat edip Miami veya Varadero’ya gitmeye gerek yok; Ege ve
Akdeniz çok daha iyidir.
***
Otelde konaklamak dışında
Varadero’yu gezip görmeye vaktimiz olmadı; sonraki durağımız, Las Terrazas köyü
oldu.
Las Terrazas, Havana’nın
batısında bir buçuk saat kadar uzaklıkta, 25 bin hektar arazi üzerine kurulu
bir köy. Rehberlerimizin anlattıklarına göre, devrim öncesinde bölgenin çölden
farkı yokmuş. Devrimden sonra 1970’lerde tarımı geliştirmek, ekolojiyi korumak
üzere proje geliştirilmiş, teraslama yapılarak bölge ağaçlandırılmış. Sonunda
200 hanelik, yaklaşık 1200 nüfuslu örnek bir köy kurulmuş. Köyün bugünkü haline
bakıp da 60 yıl önce çöl olduğuna inanmak mümkün değil, öylesine yeşil ve
ormanlık bir yer. Havası nemsiz, Havana ve Varadero’nun nemli sıcak havasından
sonra iyi geldi. UNESCO 1985’te bölgeyi biyosfer rezervi olarak koruma altına
almış.
Las Terrazas halkı, yöresel
ürünler ve el sanatlarıyla geçimlerini sağlıyorlar. Köy komünü mülkiyetindeki
Moka Hotel, köyün gelirine katkıda bulunuyor. Köy arazisindeki tepeler arasında
tekli çelik halat çekilmiş, turistler yüksek bir ücret karşılığında emniyet
kemeri bağlanarak tepeden tepeye uçuruluyor. Köyün sağlık merkezi, kütüphanesi,
lokantası, göl kıyısında kafesi, hatta döviz büfesi bile var. Arıcılık da
yapılıyor. Arılar Padişahı Mehmet Ali Coşkun ile birlikte arılığı teftiş ettik.
Arılar Padişahı arılığı beğenmedi. Arıların konut sıkıntısı var, yani kovanlar
dar ve uyduruk; yanı sıra kovanların konuşlandırıldığı yer, beslenme alanı
olarak yetersiz.
Las Terrazas’ta öğle yemeğini
köyün lokantasında yedik. Küba’nın lokanta ve kafelerinde mutlaka canlı müzik
ve dans var. Canlı müziği CD satışı izliyor. Fiyat tutturabildiğine. Las
Terrazas’ta da aynısıyla karşılaştık. Yemekten sonra, atık kâğıtları
değerlendiren bir sanatçının atölyesini ziyaret ettik. Ardından gölbaşındaki kafeye
kapağı attık. Bazıları kafede oturmayı tercih etti, bazılarımız mini iskeleden
ayaklarımızı suya uzattık, Bucanero eşliğinde şarkı türkü marş söyledik. Böyle
olunca kafede oturanların “tatlı su
devrimcileri” iğnelemesine maruz kaldık. Sadece Les Terrazas’ta değil, tüm
gezi boyunca şakalaştık, en sert esprilerle birbirimizi iğneledik. Ne de olsa
kırk beş yıldır birbirini tanıyan arkadaşlar topluluğu; Kuleli veya Harbiye
gazinosundaymışçasına keyifliydik.
İkindi vakti, köy yakınlarındaki
San Janus nehrindeki piknik alanına gittik. Güzelliğine yeşilliğine doyulmayacak
bir yer. İnsanlar nehirde yüzüp serinliyorlar. Biz Bucanero ve kahve eşliğinde
seyretmekle, fotoğraf çekmekle yetindik.
Las Terrazas’ta Moka Otel’de
konaklayacağız. Akşam üzeri otele yerleştik. Moka Otel, köyün yükseklerine
kurulmuş. Ormanla içiçe tesisleri, mefruşatı, temizliği ve hizmetiyle çok güzel
bir otel. Otelden kuş bakışı köyün manzarası muhteşem. Duş alırken bile göz
banyosu yapabilmek olağanüstü keyif verici. Klimaya ihtiyaç duymadan rahat
nefes almak dinlenmek rahatlatıcı.
Akşam yemeği öncesinde otel
civarında gezinti önerisi cazip geldi. Orman içinde dolanırken otelin havuzunda
mola verdik. Havuz başındaki meyve ağacı görülmeyecek gibi değildi. Ağaçta
karpuz yetişiyor. Fotoğrafını çekip rehberimize sorduk. Papaya imiş adı.
Dediğim gibi karpuza benzer bir meyve ama karpuz kadar tatlı değil. Moka
Otel’in tesisleri gibi mutfağı da güzeldi. Akşam yemeği keyfini geç saatlere
değin süren sohbet ve şakalaşmalarla tamamladık.
***
Alışkanlık nerede olsa kendisini
dayatıyor. Rahat uykunun sabahında gün ağarmadan köyün yollarına düşüyorum. Köpeklerle
kaçmaca kovalamaca. Saldırgan değiller, oynamak şakalaşmak istiyorlar sadece. Gün
ışıdığında sincaplara da rastlıyorum. Derken, trafonun duvarında tanıdık bir
yüz; Fidel’in ta kendisi. Büyücek bir fotoğrafının yanında “habrá un antes y un despues de la
revolucion energetica” sözleri
yazılı. Enerji devriminin önemi ve aciliyeti konusunda bir vecize olsa gerek. Küba’nın
her yerinde bu gibi vecizelere rastlamak mümkün. Gülümsüyorum. Türkiye’deki
benzer ritüelleri anımsıyorum. Yakın zamana kadar Mustafa Kemal Atatürk imzalı
sloganlar ve cümleler yazılıydı lazım yerlerde.
Gazetecilikte meslek büyüğüm
Metin Aksoy’un Eskişehir/Ankara tren yolculuğu sırasında anlattığı bir öyküyü de
anımsamadan edemiyorum. 12 Eylül 1980 darbesi olmuş. Metin Aksoy o tarihte TRT
Haber Dairesi’nde çalışıyor. Haber Dairesi Başkanı, Tayyar Şafak. Başbakanlık
Basın Müşaviri de TRT kökenli Fahrettin Gülseven. Tayyar Şafak, solcu olduğu
için sevmediği Metin Aksoy’u Başbakanlık Basın Müşavirliği’ne yardımcı olarak
görevlendirmiş. Sene 1981. Atatürk’ün doğumunun 100’üncü yıl dönümü. Memleket
sath-ı mailinde Atatürkçülük furyası başlamış, herkes kendi alanında Atatürk’ün
bir sözünü çerçeveletip asıyor. O furya içinde bir gün Devlet Su İşleri DSİ’den
daire başkanı gelmiş. Memur bey çok sıkıntılı; aramış taramış, Atatürk’ün suya
dair kutlu bir vecizesini bulamamış. Silsile-i meratip icabı Başbakanlık Basın
Müşavirliği’ne başvurmuş. Onlar da TRT’ye havale etmişler. Kendisini TRT’ye dar
atmış daire başkanı. Heyhat ki, TRT arşivinde de yok böyle kutlu bir söz. Metin
Aksoy, araştırmanın acı sonucunu haber vermiş. Cenaze tebligatı gibi. Adam
üzgün üzgün gitmiş.
Bu anısını anlattığında meslek
büyüğüme şaka yollu kızmıştım. Geçmişte Atatürk imzasıyla “Komünizm, Türk Dünyası'nın en büyük düşmanıdır. Her görüldüğü
yerde ezilmelidir.” vecizesi karada havada denizde gölde gölette, parklarda
bahçelerde okunurdu ya. Çetin Altan’ın çabaları sonucu bunun uydurma olduğu
ortaya çıkmıştı. Ben de çıkışmıştım, “Uydursaydın
ya sen de su üzerine bir aforizma” diye. Hak vermişti; gülüşüp uydurmaya
çalışmıştık yol boyunca. Tren Polatlı İstasyonu’na yanaştığında ancak uydurmuştuk
Atatürk adına: “Asırların ihmaliyle
mecalsiz kalmanın akabinde her santimetrekaresi şehit kanıyla ıslanarak
kurtarılmış, kurak ve çorak vatan toprağı, milletin alın teriyle sulanarak hayat
bulacaktır!”
Ayıptır söylemesi, iki ikişi
arasında kalsa da, Metin Abi’yle birlikte “tarihe
şerh” düştük... Yalandan bir “şerh”
ama beyaz bir şerh. En azından, “Komünizm,
Türk Dünyası'nın en büyük düşmanıdır. Her görüldüğü yerde ezilmelidir.”
gibi zehirli bir şerh değil!
Dediğim gibi yakın zamana kadar
Mustafa Kemal Atatürk imzalı sloganlar yazılıydı lazım yerlerde. Şimdi Hadis-i
Şerifler. Nereden nereye! Fidel’den sonra Küba’da neler olur, kim bilir?
Yürüyüş boyunca anılar anılar
derken, Otel Moka’da kahvaltı vakti. Kahvaltının ardından Las Terrazas’a veda
edip yeniden yollara düşüyoruz. Menzilimizde Cienfuegos ve Trinidat var. Devrim
önderlerinden Camilo’nun şehrini göreceğiz; Trinidat’ta Devrim Savunma
Komitesi’ne konuk olacağız, bir mahalle eğlencesine katılacağız, şeker kamışı
plantasyonunu göreceğiz...
Yol öyküleri bitmez...
Yolumuz açık olsun!
Yol öylülerinizin devamını bekliyoruz. Nerdeyse gitmiş gibi oluyoruz. Teşekkürler.
YanıtlaSilİlginize teşekkür ediyorum, Gülçin Hanım. Çok selam.
Sil