SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
ATATÜRK'ÜN OKULUNDAYIZ
Balkan gezimizin ikinci gününde Üsküp’ten
otobüsle sabah erkenden yola çıktık. İlk durak, Manastır; yerel adıyla Bitola. Yerel
dilde Bitola manastır anlamına geliyor. Yemyeşil coğrafyada uzanan yol boyunca
rastladığımız köylerde minareler dikkat çekici. İlk yazıda da söylediğim gibi Osmanlı
çekileli yüz yılı aşkın zaman geçmiş ama izleri hâlâ duruyor bu topraklarda.
İlk yerleşim olarak tarihi MÖ
300’lere kadar uzandığı söylenen Manastır, Sultan Murad döneminde 1382’de Osmanlı
topraklarına katılmış; 1914’e kadar Osmanlı yönetiminde kalmış. Bugün Manastır’ın
95 bin dolayındaki nüfusunun yüzde 88’i Makedon, 4’ü Arnavut, 2’si Roman, 2’si
Türk, kalanı Sırp, Boşnak, Ulah. Çok sayıda (20 kadar) konsolosluk olması
nedeniyle yerelde “Diplomasi Şehri”
olarak anılıyor ama bu durum Manastır’a turizm değeri kazandırmamış. Fakat öyle
bir binası var ki, Türkiyeli turistler sırf bu binayı görmek için Manastır’a
uğruyorlar.
Sözünü ettiğimiz bina, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün okuduğu askeri lise binası. Atatürk
1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdadisi’nde öğrenim görmüş. İttihat Terakki
liderlerinden Resneli Niyazi ve Enver Paşa da buradaki askeri lisede okumuşlar.
İstanbul’daki Kuleli Lisesi’ni anımsatan kışla tipi iki katlı bina bugün müze
olarak kullanılıyor. İkinci katında 120 metrekarelik bir oda 1998’de Süleyman
Demirel’in özel ilgisi ve çabasıyla Atatürk müzesi olarak düzenlenmiş. Hemen
girişte Atatürk’ün lise üniformalı balmumu heykeli karşılıyor ziyaretçileri.
Müzede Atatürk’ün yaşamını, katıldığı savaşları, devrimleri, veciz sözlerini
içeren bilgiler, fotoğraflar, Atatürk hakkında çeşitli dillerde yayımlanmış
kitap, broşür ve dergiler ile askeri idadi öğrencilerinin o dönemde giydiği
üniformalar sergileniyor. Sergilenen eserler arasında, Atatürk’ün o yıllarda
platonik duygularla bağlandığı Eleni’nin mektubu özellikle kadınların ilgisini
çekiyor:
“Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi
bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kağıttaki gözyaşlarımı
görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler
konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu yırt. Benim
seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar çok seviyorsan, kendisine hiçbir şey
söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum, fakat balkondaki kızı
hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca
bekleyeceğimi bilmeni istiyorum.”
Müzede Atatürk’ü anlatan yirmi
dakikalık belgesel Türkçe, İngilizce ve Makedonca dillerinde izlenebiliyor. Türk
Genelkurmay Başkanlığı’nın hazırladığı belgeseli Rutkay Aziz seslendirmiş. Belgeselde
bilinenin dışında bir bilgi yok ama hamaset çok. Bir de Atatürk’ün yaşamı
boyunca dört bin kitap okuduğu savı. Kemalist çevrelerde sıkça yinenen bir sav.
Biraz abartılı galiba. Bir insan hiçbir iş yapmasa, sadece kitap okusa, günde
200-250 sayfalık bir kitap okuyabilir. Dolayısıyla yılda 365 kitap, 12 yılda
ancak 4 bin kitap. Atatürk’ün hayatı 1923’e kadar cephede geçmiş. Sonrasında
devlet işleri... Yine de sempatiyle karşılanması gereken bir abartı. Atatürk
elbette çok kitap okuyordu. Özellikle 1930’larda kendini kültürel çalışmalara
verdikten sonra çok kitap okuduğu biliniyor. Bugün Atatürk’ün koltuğunda oturan
zat, kitap okumuyor, (kendi ifadesiyle) danışmanlarının hazırladığı kitap
özetlerine bakıyor. Baktığı da şüpheli ya. Of ki of, bu kıyaslama nedeniyle
Atatürk bağışlasın beni!
Mustafa Kemal Atatürk ile aynı
okuldan mezun olmuş eski askerler olarak haliyle etkilendik müzedeki
atmosferden. Hayranlık ve minnettarlık, saygı sınırları içinde sitem ve eleştiriler birbirine karıştı. Lise binasından çıktıktan sonra Manastır’ın
Şirok Caddesi’ni boydan boya adımladık. İstiklal Caddesi’nin minyatürü
denilebilecek bir yaya yolu aslında. Yol boyunca tarihi binaların altında
kafeler, barlar, lokantalar sıralanmış. Cadde üzerindeki evlerden birinde
Eleni’nin ailesi otururmuş; Mustafa okula gidip gelirken Eleni ile bakışırmış.
Şirok Caddesi’nde gide gide, “Manastır’ın
ortasında” diye başlayan şarkıdaki havuzun bulunduğu meydana vardık.
Osmanlı’dan kalan Yeni Camii ve İshakiye Camii görülmeyecek gibi değil ama
ziyarete vakit ayıramadık. İshakiye Camii’ni TİKA restore ettirmiş; Yeni Camii
de yakında restore edilecekmiş.
***
RESNELİ NİYAZİ’NİN SARAYINDAYIZ
Manastır’ı ardımızda bırakıp
Resne’ye doğru yola çıktık. Resne de Manastır ile aynı yıllarda Osmanlı
topraklarına katılmış, 530 yıl kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış. Bugün
nüfusun yüzde 75’i Makedon, 10’u Türk, 8’i Arnavut .
Resne’de tek ziyaret hedefimiz
İttihat Terakki liderlerinden, Abdülhamit’i Meşrutiyet’i kabul etmeye mecbur
eden ayaklanma dizisinin öncüsü Kolağası Niyazi Bey’in sarayını görmek. Mustafa
Kemal’den sekiz yaş kadar büyük Niyazi Bey, 1897 Türk-Yunan savaşında gösterdiği
kahramanlıkla sivrilmiş, bunun üzerine İstanbul’a çağrılarak padişah yaverliği
önerilmiş. Ancak Niyazi Bey yaverliği kabul etmemiş, bunun üzerine memleketi Resne’de
depo memurluğuna atanmış.
1908’de İngiltere ve Rusya’nın
Osmanlı devletini paylaşma anlaşmasına Padişah’ın sessiz kalması üzerine Niyazi
Bey emrindeki askerle Ohri yakınlarında dağa çıkar. Dağa çıkarken kışla
cephaneliğinden yeterince silah ve kasadan altın alır, ödeyeceğine dair senet
bırakır. Niyazi Bey’in ardından Kuşçubaşı Eşref ve Enver de dağa çıkarlar. Niyazi Bey’i yakalamak
üzere gönderilen Şemsi Paşa, Manastır postanesinde Mülazım Atıf tarafından
vurulup öldürülür, Paşa’nın askerleri de Niyazi Bey’e katılırlar. Nihayet Abdülhamit’in
Meşrutiyet’i kabul etmesi üzerine Niyazi Bey İstanbul’a gelişinde halk
tarafından Hürriyet Kahramanı olarak karşılanır. Resneli Niyazi adına “Neşîde-i
Hürriyet” ismiyle marş bile bestelenir.
31 Mart ayaklanmasını bastırmak
üzere Mahmut Şevket Paşa komutasında oluşturulan Hareket Ordusu’na da katılmış
Niyazi Bey; Abdülhamit’in devrilmesinden sonra hiçbir makam ve rütbe istemeden memleketine
çekilmiş, kendisine bağlanan emekli aylığını da reddetmiş. İttihatçı
arkadaşlarının İngilizci ve Almancı diye bölünerek rütbe ve makam kavgasına
düşmeleri üzerine muhalefete başlamış, iktidardaki arkadaşlarından hesap
soracağını ilan etmiş. Bu arada Balkan Savaşları’nda Osmanlı Balkanlar’dan
neredeyse silinmiş, Resne de Sırp-Hırvat-Sloven krallığının payına düşmüştür.
Niyazi Bey, 1913’te İstanbul’a gitmek üzere Arnavutluk’un Avlonya limanında
vapura bineceği sırada bir kavgaya tanık olur. Kavgayı ayırmak isterken
öldürülür. “Ne şehittir ne gazi, pisi
pisine gitti Niyazi” vecizesinin bu olay üzerine telaffuz edildiği söylenir.
Kavganın düzmece olduğu ve Niyazi Bey’in koruması tarafından öldürüldüğü de
söylentiler arasındadır.
Niyazi Bey, Resne’deki sarayı aileden
gelen varlığıyla yaptırmış ama sefasını sürmek nasip olmamış. Saray müzeye
çevrilmiş ama müzede kendisi hakkında tek sözcükle olsun, tek belgeyle olsun,
bilgi yok. Müze binasının Niyazi Bey tarafından yaptırıldığına ilişkin bilgi
bile yok. Doğrusu, müzenin de müzeye benzer tarafı yok. Onlarca odalı sarayın
giriş katındaki birkaç odaya üç beş parça eşya tıkıştırılmış o kadar. Anadolu
illerinin vilayet binalarından daha büyük ve muhteşem sarayın kapısında
fotoğraf çektirip, Ohrid’in yolunu tuttuk.
Ohrid’e yolculuk iç dünyaya da
yolculuk oldu. Resneli Niyazi’nin çağdaşı olsaydım nasıl davranırdım? “Hürriyet ve müsavat” uğruna şüphesiz
dağa çıkardım. Sıradan bir İttihatçı olarak mı yoksa sosyalist bir asker olarak
mı? Hâlâ düşünüyorum. Belki de yanıtı olmayacak bir soru. O yıllarda Balkanlar’da,
İstanbul’da sosyalistler var mıydı acep?
***
BALKANLARIN İNCİSİ OHRİD
İkindi vakti Ohrid’e vardık, yerel
rehberimiz Sezgin karşıladı. Çocuksu fiziği ve ana dili gibi konuştuğu Türkçesi
ve esprileriyle hemen kaynaştığımız Sezgin, önce şehrin tarihi konusunda kısa
bir sunum yaptı. Sezgin’in anlattığına göre şehrin tarihi antikçağa kadar
geriye uzanıyor. Helenler ve Frigler’den sonra Roma, ondan sonra da Slavlar
bölgeye egemen olmuş. Ohrid, 1395 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş,
1912’de Sırplara geçmiş. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist Yugoslavya, 1991
yılından itibaren de Makedonya Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalmış. Evliya
Çelebi’nin demesine göre de Ohrid, Bağdad ve İstanbul kadar mamur ve zengin
olduğu için istilalara uğramış, son olarak Fatih Sultan Mehmed fethetmiş.
Bugün Ohrid’in nüfusu 60 bin
dolayında; yüzde 80’i Makedon, 5’i Arnavut, 4’ü Türk.
Ohrid turumuz ikindi vakti yemeğin
ardından tekne gezisiyle başladı. Ohrid gölü, Avrupa’nın en derin ve en temiz
gölü diyor Sezgin. Gerçekten çök güzel bir göl. Makedonya ile Arnavutluk
arasında dağlık bir bölgede; 3’te 2’si Makedonya’ya, kalanı Arnavutluk’a ait.
Gölde çıkan balıkların pullarından bir tür inci yapılıyor. Güzelliği ve
incileriyle, Ohrid Gölü yalnız Makedonya’nın değil Balkanlar’ın da incisi. Göl
ve kasaba 1980 yılında UNESCO dünya kültür mirası listesine girmiş. Ohrid
kasabası gölden son derece şirin ve çekici görünüyor. Görüp gezmiş bir seyyahın
deyişiyle “Cennetten düşmüş bir damlaya benzeyen Ohrid, dev bir gözeden akıp
yeşilin ortasına konmuş mavi bir hediyedir dünyaya. Ohrid gölünden çıkarılan
inciler meşhurdur derler; gerçekten incileri var mı yok mu bilinmez ama
Ohrid’in inci gibi bir şehir olduğu aşikârdır.”
Bir saat süren tekne gezisi son
derece keyifliydi. Mareşal Tito’nun yazlık köşkünün hemen önünden geçerken,
kayalıklar içine Tito için oyulmuş asansör dikkatimizi çekti; hastalığı ağırlaşınca
Bülent Ecevit için Başbakanlık binası içinde yapılmış asansör aklımıza geldi.
Tekne gezisinin ardından Ohrid’i
keşif turu başladı. Ohrid, çarşısı, sokakları, balkonlarında sardunyalar dizili
evleri, minareleri ve camileri ile zaman tünelinde Osmanlı dönemine götürüyor
adeta. Popüler TV dizisi Elveda Rumeli
bu kasabada çekilmiş. Sokaklarında dolaşırken seyrek de olsa Türkçe konuşmalar
duyulabiliyor. Safranbolu evlerine benzeyen konakların bulunduğu sokaklardan
geçerek, antik tiyatroya ulaştık. Sezgin’in anlattığına göre, Helenistik
dönemden kalma antik tiyatro, bir Ohridlinin evini genişletmek için yaptığı
kazıyla keşfedilmiş, olan ev sahibine olmuş. Kazı çalışmalarının
yürütülebilmesi için ev kamulaştırılmış ama adam hâlâ ev sahibi olamamış!
Rehberimiz Sezgin tiyatronun dört
bin kişi kapasiteli olduğunu, kentin saygın kişileri için ön sıralarda yer
ayrıldığını, protokol sözcüğünün bu ayrımcılıktan kaynaklandığını anlatıyor.
Dediğine göre, proto “önde gelen” anlamında, colos da “popo” anlamında. Yani kaba
deyişle “önde gelen göt” anlamına geliyor protokol sözcüğü.
Antik tiyatroyu da geride bırakıp
Ohrid kalesinin bulunduğu tepeye tırmandık. Kale, Ohrid’in tarihinde önemli
yeri olan Çar Samuel’in adını taşıyor. Ohrid’in koruyucu azizi Kliment adına
yapılmış Sveti Kliment Manastırı da kale içinde bulunuyor. Aziz Kliment ve onun
öğrencileri Aziz Cyril ve Aziz Methodius, Kiril alfabesinin mucitlerinden sayılıyor.
UNESCO listesindeki manastır restorasyon çalışmaları nedeniyle ziyarete
kapalıydı.
Ohrid, Makedonya’nın en güzel ve
turizmi en gelişkin şehri. Osmanlı döneminden kalma cami, tekke, mescid, türbe,
hamam, Ortaçağdan kalma kilise manastır gibi çok sayıda yapı var. Bizim
vaktimiz dar. İbadethane ziyaretlerinden gına geldi hani!
Akşam Ohrid’e komşu Struga’da
konakladık. Akşam yemeğinde Makedon müziği eşliğinde eğlence keyifliydi. Vahşi
yapılaşmayla çirkinleşmiş, kalabalık, gürültülü, parkları ve kaldırımları
çöplükten farksız, kimliksiz büyük kentlerimizin boğucu atmosferinden uzakta,
göğü masmavi, doğası yemyeşil, tarihi dokusu bozulmamış Ohrid kasabasında bir
gün geçirmek, suları berrak gölde turlamak iyi geldi. Ertesi gün, Tiran ve
İşkodra üzerinden Karadağ Cumhuriyeti’nin kıyı kasabası Budva’ya gitmek üzere
tekrar yola revan olduk.
Rahmi kardeş güzel bilgilendirici yazıların için teşekkürler.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Metin Hasancebi.
SilÇok selam.
Görmek güzel anlamak hissetmek daha bir güzel ama görüp hissettiğini anlatmak herşey den güzel.Kalemine sağlık arkadaşım
YanıtlaSilTeşekkür ederim edirneli. Selam sevgi ve saygıyla.
SilSevgili Rahmi; İlk defa anlaşılır bir gezi yazısı okudum. Önemli konuları sıkmadan, tarihi sürecinde yalın bir şekilde anlatmışsın... Başta Mustafa Kemal Atatürk ve tarihimizi oluşturan değerlerin hakkını vererek anlatmışsın. Okuduk,öptük, yararlandık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim iltifatınıza. Selam sevgi ve saygıyla.
Sil