16 Haziran 2018 Cumartesi

RESNELİ NİYAZİ İLE DAĞA ÇIKMAK


SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
ATATÜRK'ÜN OKULUNDAYIZ
Balkan gezimizin ikinci gününde Üsküp’ten otobüsle sabah erkenden yola çıktık. İlk durak, Manastır; yerel adıyla Bitola. Yerel dilde Bitola manastır anlamına geliyor. Yemyeşil coğrafyada uzanan yol boyunca rastladığımız köylerde minareler dikkat çekici. İlk yazıda da söylediğim gibi Osmanlı çekileli yüz yılı aşkın zaman geçmiş ama izleri hâlâ duruyor bu topraklarda.
İlk yerleşim olarak tarihi MÖ 300’lere kadar uzandığı söylenen Manastır, Sultan Murad döneminde 1382’de Osmanlı topraklarına katılmış; 1914’e kadar Osmanlı yönetiminde kalmış. Bugün Manastır’ın 95 bin dolayındaki nüfusunun yüzde 88’i Makedon, 4’ü Arnavut, 2’si Roman, 2’si Türk, kalanı Sırp, Boşnak, Ulah. Çok sayıda (20 kadar) konsolosluk olması nedeniyle yerelde “Diplomasi Şehri” olarak anılıyor ama bu durum Manastır’a turizm değeri kazandırmamış. Fakat öyle bir binası var ki, Türkiyeli turistler sırf bu binayı görmek için Manastır’a uğruyorlar.
Sözünü ettiğimiz bina, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün okuduğu askeri lise binası. Atatürk 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdadisi’nde öğrenim görmüş. İttihat Terakki liderlerinden Resneli Niyazi ve Enver Paşa da buradaki askeri lisede okumuşlar. İstanbul’daki Kuleli Lisesi’ni anımsatan kışla tipi iki katlı bina bugün müze olarak kullanılıyor. İkinci katında 120 metrekarelik bir oda 1998’de Süleyman Demirel’in özel ilgisi ve çabasıyla Atatürk müzesi olarak düzenlenmiş. Hemen girişte Atatürk’ün lise üniformalı balmumu heykeli karşılıyor ziyaretçileri. Müzede Atatürk’ün yaşamını, katıldığı savaşları, devrimleri, veciz sözlerini içeren bilgiler, fotoğraflar, Atatürk hakkında çeşitli dillerde yayımlanmış kitap, broşür ve dergiler ile askeri idadi öğrencilerinin o dönemde giydiği üniformalar sergileniyor. Sergilenen eserler arasında, Atatürk’ün o yıllarda platonik duygularla bağlandığı Eleni’nin mektubu özellikle kadınların ilgisini çekiyor:
Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kağıttaki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu yırt. Benim seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar çok seviyorsan, kendisine hiçbir şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum, fakat balkondaki kızı hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca bekleyeceğimi bilmeni istiyorum.
Müzede Atatürk’ü anlatan yirmi dakikalık belgesel Türkçe, İngilizce ve Makedonca dillerinde izlenebiliyor. Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın hazırladığı belgeseli Rutkay Aziz seslendirmiş. Belgeselde bilinenin dışında bir bilgi yok ama hamaset çok. Bir de Atatürk’ün yaşamı boyunca dört bin kitap okuduğu savı. Kemalist çevrelerde sıkça yinenen bir sav. Biraz abartılı galiba. Bir insan hiçbir iş yapmasa, sadece kitap okusa, günde 200-250 sayfalık bir kitap okuyabilir. Dolayısıyla yılda 365 kitap, 12 yılda ancak 4 bin kitap. Atatürk’ün hayatı 1923’e kadar cephede geçmiş. Sonrasında devlet işleri... Yine de sempatiyle karşılanması gereken bir abartı. Atatürk elbette çok kitap okuyordu. Özellikle 1930’larda kendini kültürel çalışmalara verdikten sonra çok kitap okuduğu biliniyor. Bugün Atatürk’ün koltuğunda oturan zat, kitap okumuyor, (kendi ifadesiyle) danışmanlarının hazırladığı kitap özetlerine bakıyor. Baktığı da şüpheli ya. Of ki of, bu kıyaslama nedeniyle Atatürk bağışlasın beni!
Mustafa Kemal Atatürk ile aynı okuldan mezun olmuş eski askerler olarak haliyle etkilendik müzedeki atmosferden. Hayranlık ve minnettarlık, saygı sınırları içinde sitem ve eleştiriler birbirine karıştı. Lise binasından çıktıktan sonra Manastır’ın Şirok Caddesi’ni boydan boya adımladık. İstiklal Caddesi’nin minyatürü denilebilecek bir yaya yolu aslında. Yol boyunca tarihi binaların altında kafeler, barlar, lokantalar sıralanmış. Cadde üzerindeki evlerden birinde Eleni’nin ailesi otururmuş; Mustafa okula gidip gelirken Eleni ile bakışırmış.
Şirok Caddesi’nde gide gide, “Manastır’ın ortasında” diye başlayan şarkıdaki havuzun bulunduğu meydana vardık. Osmanlı’dan kalan Yeni Camii ve İshakiye Camii görülmeyecek gibi değil ama ziyarete vakit ayıramadık. İshakiye Camii’ni TİKA restore ettirmiş; Yeni Camii de yakında restore edilecekmiş.
***

RESNELİ NİYAZİ’NİN SARAYINDAYIZ
Manastır’ı ardımızda bırakıp Resne’ye doğru yola çıktık. Resne de Manastır ile aynı yıllarda Osmanlı topraklarına katılmış, 530 yıl kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış. Bugün nüfusun yüzde 75’i Makedon, 10’u Türk, 8’i Arnavut .
Resne’de tek ziyaret hedefimiz İttihat Terakki liderlerinden, Abdülhamit’i Meşrutiyet’i kabul etmeye mecbur eden ayaklanma dizisinin öncüsü Kolağası Niyazi Bey’in sarayını görmek. Mustafa Kemal’den sekiz yaş kadar büyük Niyazi Bey, 1897 Türk-Yunan savaşında gösterdiği kahramanlıkla sivrilmiş, bunun üzerine İstanbul’a çağrılarak padişah yaverliği önerilmiş. Ancak Niyazi Bey yaverliği kabul etmemiş, bunun üzerine memleketi Resne’de depo memurluğuna atanmış.
1908’de İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı devletini paylaşma anlaşmasına Padişah’ın sessiz kalması üzerine Niyazi Bey emrindeki askerle Ohri yakınlarında dağa çıkar. Dağa çıkarken kışla cephaneliğinden yeterince silah ve kasadan altın alır, ödeyeceğine dair senet bırakır. Niyazi Bey’in ardından Kuşçubaşı Eşref ve Enver  de dağa çıkarlar. Niyazi Bey’i yakalamak üzere gönderilen Şemsi Paşa, Manastır postanesinde Mülazım Atıf tarafından vurulup öldürülür, Paşa’nın askerleri de Niyazi Bey’e katılırlar. Nihayet Abdülhamit’in Meşrutiyet’i kabul etmesi üzerine Niyazi Bey İstanbul’a gelişinde halk tarafından Hürriyet Kahramanı olarak karşılanır. Resneli Niyazi adına “Neşîde-i Hürriyet” ismiyle marş bile bestelenir.
31 Mart ayaklanmasını bastırmak üzere Mahmut Şevket Paşa komutasında oluşturulan Hareket Ordusu’na da katılmış Niyazi Bey; Abdülhamit’in devrilmesinden sonra hiçbir makam ve rütbe istemeden memleketine çekilmiş, kendisine bağlanan emekli aylığını da reddetmiş. İttihatçı arkadaşlarının İngilizci ve Almancı diye bölünerek rütbe ve makam kavgasına düşmeleri üzerine muhalefete başlamış, iktidardaki arkadaşlarından hesap soracağını ilan etmiş. Bu arada Balkan Savaşları’nda Osmanlı Balkanlar’dan neredeyse silinmiş, Resne de Sırp-Hırvat-Sloven krallığının payına düşmüştür. Niyazi Bey, 1913’te İstanbul’a gitmek üzere Arnavutluk’un Avlonya limanında vapura bineceği sırada bir kavgaya tanık olur. Kavgayı ayırmak isterken öldürülür. “Ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi” vecizesinin bu olay üzerine telaffuz edildiği söylenir. Kavganın düzmece olduğu ve Niyazi Bey’in koruması tarafından öldürüldüğü de söylentiler arasındadır.
Niyazi Bey, Resne’deki sarayı aileden gelen varlığıyla yaptırmış ama sefasını sürmek nasip olmamış. Saray müzeye çevrilmiş ama müzede kendisi hakkında tek sözcükle olsun, tek belgeyle olsun, bilgi yok. Müze binasının Niyazi Bey tarafından yaptırıldığına ilişkin bilgi bile yok. Doğrusu, müzenin de müzeye benzer tarafı yok. Onlarca odalı sarayın giriş katındaki birkaç odaya üç beş parça eşya tıkıştırılmış o kadar. Anadolu illerinin vilayet binalarından daha büyük ve muhteşem sarayın kapısında fotoğraf çektirip, Ohrid’in yolunu tuttuk.
Ohrid’e yolculuk iç dünyaya da yolculuk oldu. Resneli Niyazi’nin çağdaşı olsaydım nasıl davranırdım? “Hürriyet ve müsavat” uğruna şüphesiz dağa çıkardım. Sıradan bir İttihatçı olarak mı yoksa sosyalist bir asker olarak mı? Hâlâ düşünüyorum. Belki de yanıtı olmayacak bir soru. O yıllarda Balkanlar’da, İstanbul’da sosyalistler var mıydı acep?
***

BALKANLARIN İNCİSİ OHRİD
İkindi vakti Ohrid’e vardık, yerel rehberimiz Sezgin karşıladı. Çocuksu fiziği ve ana dili gibi konuştuğu Türkçesi ve esprileriyle hemen kaynaştığımız Sezgin, önce şehrin tarihi konusunda kısa bir sunum yaptı. Sezgin’in anlattığına göre şehrin tarihi antikçağa kadar geriye uzanıyor. Helenler ve Frigler’den sonra Roma, ondan sonra da Slavlar bölgeye egemen olmuş. Ohrid, 1395 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş, 1912’de Sırplara geçmiş. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist Yugoslavya, 1991 yılından itibaren de Makedonya Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalmış. Evliya Çelebi’nin demesine göre de Ohrid, Bağdad ve İstanbul kadar mamur ve zengin olduğu için istilalara uğramış, son olarak Fatih Sultan Mehmed fethetmiş.
Bugün Ohrid’in nüfusu 60 bin dolayında; yüzde 80’i Makedon, 5’i Arnavut, 4’ü Türk.
Ohrid turumuz ikindi vakti yemeğin ardından tekne gezisiyle başladı. Ohrid gölü, Avrupa’nın en derin ve en temiz gölü diyor Sezgin. Gerçekten çök güzel bir göl. Makedonya ile Arnavutluk arasında dağlık bir bölgede; 3’te 2’si Makedonya’ya, kalanı Arnavutluk’a ait. Gölde çıkan balıkların pullarından bir tür inci yapılıyor. Güzelliği ve incileriyle, Ohrid Gölü yalnız Makedonya’nın değil Balkanlar’ın da incisi. Göl ve kasaba 1980 yılında UNESCO dünya kültür mirası listesine girmiş. Ohrid kasabası gölden son derece şirin ve çekici görünüyor. Görüp gezmiş bir seyyahın deyişiyle “Cennetten düşmüş bir damlaya benzeyen Ohrid, dev bir gözeden akıp yeşilin ortasına konmuş mavi bir hediyedir dünyaya. Ohrid gölünden çıkarılan inciler meşhurdur derler; gerçekten incileri var mı yok mu bilinmez ama Ohrid’in inci gibi bir şehir olduğu aşikârdır.”
Bir saat süren tekne gezisi son derece keyifliydi. Mareşal Tito’nun yazlık köşkünün hemen önünden geçerken, kayalıklar içine Tito için oyulmuş asansör dikkatimizi çekti; hastalığı ağırlaşınca Bülent Ecevit için Başbakanlık binası içinde yapılmış asansör aklımıza geldi.
Tekne gezisinin ardından Ohrid’i keşif turu başladı. Ohrid, çarşısı, sokakları, balkonlarında sardunyalar dizili evleri, minareleri ve camileri ile zaman tünelinde Osmanlı dönemine götürüyor adeta. Popüler TV dizisi Elveda Rumeli bu kasabada çekilmiş. Sokaklarında dolaşırken seyrek de olsa Türkçe konuşmalar duyulabiliyor. Safranbolu evlerine benzeyen konakların bulunduğu sokaklardan geçerek, antik tiyatroya ulaştık. Sezgin’in anlattığına göre, Helenistik dönemden kalma antik tiyatro, bir Ohridlinin evini genişletmek için yaptığı kazıyla keşfedilmiş, olan ev sahibine olmuş. Kazı çalışmalarının yürütülebilmesi için ev kamulaştırılmış ama adam hâlâ ev sahibi olamamış!
Rehberimiz Sezgin tiyatronun dört bin kişi kapasiteli olduğunu, kentin saygın kişileri için ön sıralarda yer ayrıldığını, protokol sözcüğünün bu ayrımcılıktan kaynaklandığını anlatıyor. Dediğine göre, proto “önde gelen” anlamında, colos da “popo” anlamında. Yani kaba deyişle “önde gelen göt” anlamına geliyor protokol sözcüğü.
Antik tiyatroyu da geride bırakıp Ohrid kalesinin bulunduğu tepeye tırmandık. Kale, Ohrid’in tarihinde önemli yeri olan Çar Samuel’in adını taşıyor. Ohrid’in koruyucu azizi Kliment adına yapılmış Sveti Kliment Manastırı da kale içinde bulunuyor. Aziz Kliment ve onun öğrencileri Aziz Cyril ve Aziz Methodius, Kiril alfabesinin mucitlerinden sayılıyor. UNESCO listesindeki manastır restorasyon çalışmaları nedeniyle ziyarete kapalıydı.
Ohrid, Makedonya’nın en güzel ve turizmi en gelişkin şehri. Osmanlı döneminden kalma cami, tekke, mescid, türbe, hamam, Ortaçağdan kalma kilise manastır gibi çok sayıda yapı var. Bizim vaktimiz dar. İbadethane ziyaretlerinden gına geldi hani!
Akşam Ohrid’e komşu Struga’da konakladık. Akşam yemeğinde Makedon müziği eşliğinde eğlence keyifliydi. Vahşi yapılaşmayla çirkinleşmiş, kalabalık, gürültülü, parkları ve kaldırımları çöplükten farksız, kimliksiz büyük kentlerimizin boğucu atmosferinden uzakta, göğü masmavi, doğası yemyeşil, tarihi dokusu bozulmamış Ohrid kasabasında bir gün geçirmek, suları berrak gölde turlamak iyi geldi. Ertesi gün, Tiran ve İşkodra üzerinden Karadağ Cumhuriyeti’nin kıyı kasabası Budva’ya gitmek üzere tekrar yola revan olduk.

6 yorum:

  1. Rahmi kardeş güzel bilgilendirici yazıların için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Görmek güzel anlamak hissetmek daha bir güzel ama görüp hissettiğini anlatmak herşey den güzel.Kalemine sağlık arkadaşım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim edirneli. Selam sevgi ve saygıyla.

      Sil
  3. Sevgili Rahmi; İlk defa anlaşılır bir gezi yazısı okudum. Önemli konuları sıkmadan, tarihi sürecinde yalın bir şekilde anlatmışsın... Başta Mustafa Kemal Atatürk ve tarihimizi oluşturan değerlerin hakkını vererek anlatmışsın. Okuduk,öptük, yararlandık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim iltifatınıza. Selam sevgi ve saygıyla.

      Sil