YENİ ZELANDA KATLİAMI DA MI ALLAH’IN LÜTFU?
Fanatik bir teröristin Yeni
Zelanda Müslümanlarını kurban alan katliamı da, “Ne istedilerse verilmiş” çetenin 15 Temmuz darbe girişimi gibi “Allah’ın lütfu” sayılmışa benziyor.
Türkiye’nin seçim gündeminde
artık ne belediye sorunları var ne de geçim sorunu. Varsa da yoksa da Yeni
Zelanda’da yerleşik Müslümanların maruz kaldığı vahşi katliam.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip
Erdoğan, seçim mitinglerinde (“İslami
terör” teriminin rövanşını alırcasına) Batı dünyası liderlerini “Hıristiyan terörü” demeye çağırıyor. Yetinmiyor,
asıl olarak da, Hıristiyan dünyasındaki terörü kınarken (beceriksiz bir
üslupla) İslam dünyasındaki teröre de dikkat çekmeye çalışan muhalefet liderini
şeytanlaştırıyor.
AKP medyasının kanaat bezirgânları
da reislerinden geri kalmıyorlar. Katliamcı terörist, master tezi kıvamındaki bildirisinde
Erdoğan’ı da hedef almış, Hilal / Haç savaşının tarihsel dönemeçlerini
vurgulayarak Ayasofya’nın geri kazanılacağını söylemiş ya. Bunu fırsat bilen AKP’li
kanaat tüccarları, katliamı Türkiye’nin güncel siyasi kutuplaşması parantezinde
anlamlandırmada birbirleriyle yarışıyorlar.
AKP’li kanaat bezirgânlarına
göre, katliamcı Brenton Tarrant’ın bildirisi Hıristiyan Batı’nın bilinçaltını
tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkarmıştır. İstanbul’u kaptırmayı ve Ayasofya’nın
camiye dönüşmesini unutmayan Hıristiyan Batı, İslamofobi’nin tutsağıdır.
İslamofobi, Erdoğan liderliğindeki Yeni Türkiye’nin Asya’da ve Avrupa’da yükselmesine
tepki olarak Türkofobi’ye dönüşmüştür. Çünkü, Çin ve Rusya, emperyalist Batı’ya
karşı çıkabilecek kültür ve inanç bagajından yoksundur; Batı’ya kafa
tutabilecek tek güç Erdoğan liderliğindeki Yeni Türkiye’dir. İşte Yeni Zelanda
katliamı İslamoTürkofobik emperyalist kuşatmanın sonucudur, Türkiye’ye yönelik küresel
operasyonun parçasıdır; Türkiye’nin beka
mücadelesine Yeni Zelanda’dan verilen bir yanıttır. Bu derin operasyona ve
emperyalist kuşatmaya karşı direnen Tayyip Erdoğan “Türk ve İslam dünyasının cesaret ve umut kaynağıdır.” Varoluşsal
krizi derinleşen Batı ne yaparsa yapsın, bu saatten sonra Yeni Türkiye’yi durduramayacaktır…
***
Bu kadarla kalsalar, güncel
siyasi kutuplaşma parantezinde, kendinde menkul propaganda sayılıp mazur
görülebilir. Ama bu kadarla kalmıyorlar. Daha vahimi, Cumhur İttifakı dışındaki
çoğunluğu küresel kuşatmanın içerideki müttefiki diye şeytanlaştırıyorlar, katil
Brenton Tarrant ile birlikte etiketliyorlar. Kanıt olarak da Gezi sürecinde “Zulüm 1453’te başladı” diye
yazıldığını, bir Ekşi Sözlük yazarının Yeni Zelanda katiline arka çıktığını
söylüyorlar. Simge olarak “Kadıköy ve
Çankaya ahalisi” diyerek genelliyorlar. Yani, Cumhur İttifakı dışında kalan
kitleyi, Yeni Zelanda katliamcısı ve Ekşi Sözlük’teki alkışçısı ile özdeşleştiriyorlar.
Bu mantığın kaçınılmaz sonucu, hem
İslam dünyasındaki terörün görmezlikten gelinmesi ve hatta mazur ve meşru görülmesi
hem de Cumhur İttifakı dışındaki çoğunluğa karşı (Sultanbeyli ve Keçiören ahalisine vekâleten) kin ve nefret
duygularının körüklenmesidir ki, ondan da geri kalmıyorlar!
***
Bu mantık ve propaganda ile başa
çıkabilmek kolay değildir. Zira Batı’daki zehirli tarih bilincinin içerideki karşılığı
bir mantık ve propagandadır. Hedef kütle bellidir: Bilimsel laik eğitimden yana
nasipsiz, demokrasi kültüründen yoksun, “Ay’a
dört şeritli otoyol vaadine inanacak bir seçmen kütlesi”. Azımsanacak bir
kütle değil, halkın yarısına yakınıdır. Bu kütle içinde eğitimli insan niceliği
de dikkat çekicidir.
Doğrudur, onca aydınlanma, rönesans
ve reform birikimine karşın Batı dünyasının bilinçaltı, Hilal / Haçlı çatışmasının
tarihsel anılarıyla zehirlidir. “Medeniyetler
Çatışması” adıyla 1990’larda güncellenen bu zehirli tarih bilinci pratikte
karşılığını bulmakta, ırkçı milliyetçi İslamofobik semboller ve fikirler Batı
başkentlerinde kutsanmakta ve yüceltilmektedir. Norveç’te Andres Breivik, Yeni
Zelanda’da Brenton Tarrant, resmi / gayri resmi İslam karşıtı koşullandırmanın
besleyip büyüttüğü fanatik ırkçı dinci katillerdir. Bu ırkçı ve dinci
katillerin legal siyaset kulvarındaki ağabeyleri ise ya iktidardalar ya da
etkili muhalefet lideridirler. Macaristan’da, Çekya’da, Slovakya’da ve başka
pek çok Avrupa ülkesinde İslam karşıtı popülizm artık geniş kitlelerce
içselleştirilmiştir. ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilir seçilmez Müslüman ülkelerden
gelen insanlara vize ambargosu koyması da, aynı İslam karşıtı popülizmin
pratiğidir. Ve resmen itiraf edilmeyen çarpıcı bir gerçek olarak, Türkiye salt İslami
kimliği nedeniyle Avrupa Birliği kapısında bekletilmektedir.
***
Doğrudur, Hıristiyan Batı, dinci
fanatizm ile maluldür ama İslam dünyası da (hatta ve Çin ve Hindistan da) aynı fanatizmin
kuyusundadır. Yeni Zelanda ve Norveç katillerinin ikizleri İslam dünyasında da
mevcuttur, hatta nicel olarak daha fazladır. Üstelik, en kapsamlı en vahşi terörü
kendi dindaşlarına uygulamaktadırlar. Devletlerin terörü ile örgütlerin terörü
birbirlerine karışmakta; Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de din adına işlenen
terör yüzünden cehennem bu dünyada yaşanmaktadır. IŞİD terörünün tam olarak ne
zaman sona ereceği bilinmemektedir. Yemen’den hemen her gün Suudi Arabistan
öncülüğündeki koalisyon güçlerinin gerçekleştirdikleri katliamların haberleri
gelmektedir. Yemen’de sivilleri hedef alan saldırılarda her gün ortalama sekiz
çocuk öldürülmektedir. Son olarak geçen hafta 12 Mart’ta Hacca ilinin Kuşar
köyüne düzenlenen saldırıda 10 kadın ve 12 çocuğun öldürüldüğü, 14'ü çocuk 30
kişinin de yaralandığı açıklandı. (Sahi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki
Türkiye, Suudi Arabistan ile birlikte İslam Ordusu’nun kurucuları arasındadır
değil mi? Son yirmi yılda Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de
İslam coğrafyasını çiğneyen Haçlı çizmelerinin ortağı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin
eşbaşkanı kimdir sahi, hatırlayan var mıdır?)
Vurgulanmalı ki, din adına savaş ve
terör söz konusu olduğunda günahsız, savaşı ve terörü dışlayan barışçı bir din
yok gibidir. Bu dehşet verici hakikat İslam için de geçerlidir. (Daha geniş
bilgi için bakınız, “İslam barışçı birdin midir?” başlıklı yazı.)
***
Yeni Zelanda’daki katliam sıradan
bir terör eylemi olmanın ötesinde anlam taşıyor. İslamofobik terör eylemi
olarak görünmekle birlikte, çağdaş hümanist Batı değerlerini de hedef alan bir
zihniyetin ürünü olduğu ortadadır. Teröristin, nefret manifestosundaki listede Tayyip
Erdoğan’ın yanı sıra, Almanya Başbakanı Angela Merkel de “anti-Beyaz, anti-Alman olan her şeyin anası” sözleriyle hedef
alınmış; demokrasi özgürlük ve insan hakları düşmanlığını, göçmen ve Müslüman
karşıtlığını gizlemeyen ABD Başkanı Trump’tan ise övgüyle söz edilmiş…
Sözü uzatmadan sadede gelmek
gerekirse:
Din ve etnisite adına uygulanan terörde
ayrımcı bir söylem tutturmak, dini kimlikle tanımlanan ülkelerin lümpen
katmanlarına yakışabilir ama eğitimli, bilimden nasibini almış, nesnel tarih
bilgisine ve bilincine sahip insanlara yakışmaz. Hele sosyal darvinizmi kaçınılmaz
kader saymak, bireysel konumunu sosyal darvinizmin koordinatlarıyla tanımlamak,
etnik ve dinsel ayrımın ülkeleri ve halkları nasıl bir cehenneme sürüklediğini
iyi kötü bilen insanlara hiç yakışmaz.
Vurgulanmalı ki, IŞİD’ler
Müslümanların tamamını asla temsil etmediği gibi, Tarrant’lar ve İslamofobikler
de Hıristiyan toplumlarının tamamını temsil etmiyorlar. Sorun İslam-Hıristiyan
çatışması gibi gösterilse de, özünde ezen-ezilen, sömüren-sömürülen,
emek-sermaye sorunudur. Olaylara Hilal-Haç çatışması, Kadıköy ve Çankaya
ahalisi ile Sultanbeyli ve Mamak ahalisinin çatışması diye bakmak sorunu
körüklemekten başka sonuç doğurmaz.
Din etnisite ve mezhep referanslı
terörü tümüyle reddetmek, barış ve emek eksenli demokrasiye ve laikliğe sahip
çıkmak zor olmamalı. Bilinmeli ki, Batı’da ve Türkiye’de, dünyada ve İslam
coğrafyasında sadece dinsel mezhepsel ve etnik ayrımcılık yapan vicdansız siyasetçiler
ve teröristler yok. Karşılarında hakkı, adaleti ve merhameti arayan devasa bir
insanlık da var.
YanıtlaSilTeşekkür ederim kalemine emeğine sağlık sevgiler
Teşekkür ederim. Çok selam.
SilAnalizin güzel ve çok güncel..
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Çok selam.
Sil