2 Nisan 2015 Perşembe

YAZIK OLDU SAVCIYA ve GENÇLERE

Bir yanda hırsızı katili saklayıp koruyan, adalete ve demokrasiye düşman devlet,
Diğer yanda devletin boğduğu adaleti namluyla dirilteceğini sanan örgüt.
İkisinin arasında hayata umutsuzca bir çağrıydı, çığlıktı Berkin Elvan ailesinin sözleri: “Oğlum öldü başkaları ölmesin. Savcı serbest bırakılsın. Kan kanla yıkanmaz.”
Ancak ne devlet duydu bu çığlığı ne de örgüt. İkisi de kendi ezberlerini tekrarladılar. Devlet savcısını, örgüt gencecik militanlarını gözden çıkardı. Her defasında olduğu gibi devletin şiddeti örgütün sınıftan ve kitleden kopuk şiddetine üstün geldi. Demokrat kamuoyunun gözünde, savcının başına tabanca dayalı görüntüsüyle boğazlarına bıçak çalınan IŞİD kurbanlarının görüntüleri üst üste bindi. Yazık oldu savcıya, gençlere ve acılı ailelerine.
***

Berkin Elvan’ın ailesine bir kere daha yazık oldu. Hayata çağrısının karşılıksız kalmasının, Berkin’in artık toplumun olabilecek en geniş kesimince sahiplenilen anısına kan damlaları düşmesinin acısıyla son bir açıklama yaparak, kendi içine kapandı. Ailenin son mesajı, siyasi görüş, etnik kimlik veya mezhep aidiyetiyle acıda seçici davranmaya isyan manifestosuydu. Çağlayan Adliyesi’nde Berkin’in acısını üç kez daha yaşadığını, Berkin cinayetinin adil bir şekilde yargılanacağına inancının kalmadığını vurguluyor aile ve o acıyla çığlık atıyor:
Cumhurbaşkanı'ndan sivil toplum kuruluşuna, medyasından sokağına, siyasetleriniz, çıkarlarınız, hesaplarınız artık bizden uzak olsun. Artık yeter. Biz Berkin’e yetiştiremedik gözyaşlarımızı, ancak siz başkalarının gözyaşları aksın ve siyaset yapalım diye bekliyorsunuz. Meclis'te olsun olmasın, sağ ya da sol görüşlü, iktidar partisinden Meclis dışı muhalefete, çoğunuz aynısınız. Hayat çok acı, çünkü sizler günlük siyaset yapasınız, gündeminiz dolu olsun diye bizler evlatlarımızı, eşlerimizi, babalarımızı, annelerimizi toprağa veriyoruz.
***

Berkin Elvan’ın ailesini kendi içine kapanmaya iten olay kan dökülmeden, kimsenin burnu kanamadan sonuçlandırılabilir, savcı da gençler de bugün yaşıyor olabilirlerdi. Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı öldüren kurşunların gençlerin silahından çıktığı yolundaki resmi açıklamaya karşın belli ki eylemci gençlerin illa savcıyı öldürmek gibi bir hedefleri yoktu. Müzakere sürecinin seyri, gençlerin Cumhuriyet’ten Ahmet Şık’a söyledikleri, gözü dönmüş katiller olduklarını göstermiyordu.
Yine öldürülmeden 20 dakika önce BirGün’den Zeynep Kuray’a konuşan gençlerden Şafak Yayla’nın anlatımları da, eylemin kansız bitirilmesine çok yaklaşıldığını gösteriyor. Zeynep ilk aradığında Şafak, “Beş dakika içinde taleplerimiz karşılanmazsa Savcıyı cezalandıracağız” deyip telefonu kapatmış. Aradan yarım saat geçtikten sonra Zeynep tekrar aramış, bu kez Şafak, Berkin’i vuran üç polisin adliye önünde canlı yayında itirafta bulunması yönündeki talebin kabul edildiğini, diğer iki talep de kabul edildiğinde Savcı ile birlikte dışarı çıkacaklarını söylemiş.
Apaçık ortada ki, devlet eylemin kansız bitmesini istemedi. Eylemcilerle müzakere başlatan devlet, PKK ile veya IŞİD ile müzakeresindeki gibi davranmadı, saatler sonra ezberini anımsayarak müzakereyi kesti ve alışkanlıkla “ölü ele geçirdi”. Böylece, ülkeyi bir kez daha bölen olayın canlı tanığı olabilecek kimse bırakılmadı geride.
***

Savcının ve gençlerin öldürülmeleri iki tarafın da işine geldi. Örgüt kaç cilte varacağı bilinmeyen “şehit” defterinde yeni bir sayfa açtı; devleti yönetenler de siyasi atmosferi daha da zehirlemek için tepe tepe kullanacakları elverişli bir bahaneye kavuştu.
AKP iktidarı, kendisine altın tepside sunulan bahaneyi değerlendirmekte bir saniye bile gecikmedi. Rehine eylemine yayın yasağını eylemi haberleştiren gazete ve televizyonlara akreditasyon sansürü izledi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, marifetmiş gibi, akreditasyon sansürü için bizzat talimat verdiğini itiraf etti. Dahası, “Artık sokağa izinsiz şekilde çıkana bir dakika bile müsamaha gösterilmeyecek” diyerek, İç Güvenlik Paketi’ni ne şekilde uygulayacaklarının da işaretini verdi.
***

Fotoğraf, soğukkanlı stratejistlerin analizlerini gerektirmeyecek kadar net. Eskisi gibi bir seçim zaferinden umudunu kesen (hele bir de HDP barajı aşarsa tek başına iktidardan da olabileceğini hesaplayan) dinci faşizm, siyasi atmosferi daha da zehirlemek, seçmenin kafasını karıştırmak için demokratik muhalefete baskıyı arttıracak, provokasyonlara zemin hazırlayacak. “Devrimci şiddet” kılıflı, sınıftan ve kitleden kopuk eylemler yetmezse, bir yıl önce Süleyman Şah Karakolu’na atılması planlanan göstermelik füzeler, İç Güvenlik Paketi’ndeki tanıma uygun olarak muhalefet mitinglerini ve barışçı sokak gösterilerini hedef alabilecektir. Resmi/gayriresmi provokatörler fazla mesai yapacak, havuz medyası da sol muhalefeti, Alevileri, Kürtleri, Gezi Direnişi’ni terör kaynağı olarak yaftalamak için her türlü yalana başvurabilecektir.
Ahlak yoksulu din taciri hırsızların faşizmine elbette direneceğiz.
Yanı sıra, Lenin’in “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı” adlı eserini bir kez daha okuma ve anlama vaktidir.

2 yorum: