Bu ülkenin yüzakı insanlarından
Hrant Dink katledileli dokuz yıl olmuş.
Bunca yılın ardından Hrant’ın göz
göre göre değil, yani ihmalkârlıkla seyredilen değil, devlet eliyle ilmek ilmek
işlenen bir cinayete kurban gittiği anlaşılıyor. Öyle ki, artık resmi belgelere
de yansıdığına göre, tetikçi çocuk cinayetin hiçbir aşamasında yalnız
bırakılmamış, yarım düzine resmi “güvenlik” görevlileri cinayet mahallinde de
tetikçiye nezaret etmişler.
AKP ile Cemaat kapışmasa, Hrant
Dink cinayeti üzerindeki perde bu kadar aralanmayacaktı kuşkusuz. Yine de
cinayetin üzerindeki sis bulutu tümüyle dağılmış değil. AKP iktidarı cinayeti
Cemaate’e yükleyerek kendisini temize çıkarmaya çalışıyor. Cinayetin üzerindeki
örtünün tümüyle kaldırılması için ısrarcı olmak, demokratların sosyalistlerin
boynuna borçtur!
***
Hrant Dink deyince akla ilk
olarak, çocuk yaştaki katili ve katilin memleketi Trabzon geliyor. Rahip
cinayetleri söz konusu olduğunda da öyle. Trabzon’da Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro da 2006’da
öldürülmüş, cinayeti 16 yaşında bir çocuğun işlediği açıklanmıştı.
Evet, Trabzon deyince de artık akla ilk olarak ırkçı ümmetçi milliyetçi güdülerle
işletilen cinayetlerin tetikçileri, ülkücü mafya şefleri, iğrenç maço söylem
sahibi kulüp başkanları, holigan futbol tutsakları geliyor ne yazık ki. Trabzon
sevdalısı gazeteci yazar Attila Aşut da acı acı aynı şeyden yakınıyor Günlerin Kıyısından adlı kitabında.
Attila Aşut sürekli basın kartı
sahibi bir basın emekçisi. Sol mücadeleyle örülü ömrünün gazetecilikte geçen
bölümü altmış yıla yaklaştı. Trabzon’da Gazeteciler
Sendikası’nın, Devrim Ocağı’nın ve Türkiye İşçi Partisi'nin
kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart darbesinden sonra yurtdışına çıktı, 12
Eylül döneminde Mamak Askeri Cezaevi’nde 37 ay tutuklu kaldı. Halen BirGün gazetesinde yazıyor. Günlerin Kıyısından adlı kitabında
“artık anılarımızda düşlerimizde kaldı”
dediği çocukluk ve gençlik dönemi Trabzon’unu, kentin yerel ve evrensel
değerlerini anlatırken, “bir bebekten katil yaratan karanlığın”
nasıl olup da doğup büyüdüğü kenti teslim aldığı sorusuna da yanıt
arıyor.
Ksenophon’dan Evliya Çelebi’ye
ünlü gezginlerin seyahatnamelerinde Trabzon’u “Doğu’nun masal kenti” ya da “Şair
ruhlu insanların yaşadığı kent” olarak betimlediklerini vurguluyor Attila
Aşut ve sözü bugünlere getiriyor: “Trabzon’un yok edilmekte olan kültürel
kimliğinin yerini, şimdi ne yazık ki başka figürler doldurmak üzere. Yasin
Hayal’ler, Ogün Samast’lar, işte bu boşluğun ürünleri...”
“Şair ruhlu insanların yaşadığı
masal kenti” Trabzon’un “kültür başkenti”
olmaktan çıkıp tutuculuğun başkentlerinden birine dönüşmesine ağıt yakarken
Aşut, küresel kapitalizmin doymak bilmeyen kâr hırsının kentin
tarihsel-kültürel dokusunu bozduğunu vurguluyor ve şunları kaydediyor: Vahşi
bir kent yağması, tarihsel kenti yıkarak “dönüştürme” barbarlığı, anıların
üzerinden geçen buldozerler, kenti ta ortasından delip geçen beton yığını viyadükler,
Trabzon’u tanınmaz duruma getiren “tanjant yol” rezaleti, doğal çevreyi bozan
düzensiz yerleşimler, insanlara denizi yasak eden “sahil yolu” cinayeti...
Sonuçta artık anılarda düşlerde kalan, yalnız tarihsel dokusunu ve
belleklerdeki görünümünü değil, ruhunu da yitiren bir Trabzon!
Trabzon’dan büyük kentlere ve
yurt dışına önemli boyutlarda “beyin
göçü” yaşandığına, kentin düşünsel-sanatsal
yoksullaşmasına bu göçün de etki ettiğine dikkati çekiyor Attila Aşut.
***
Attila Aşut’un anlattığına göre,
Karadeniz insanı görünüşte sert, gerçekte yufka yürekli, sevecen ve
hoşgörülüdür. Karadenizlinin asabi mizacı biraz da yaşadıkları coğrafyanın
çetin koşullarından kaynaklanır. Ne var ki onların öfkesi saman alevi gibidir;
tez sinirlenirler ama kızgınlıkları çabuk geçer. Karadenizliler genellikle
yaşamı “ti”ye alan engin bir mizah duygusuna sahiptirler. Öyle olmasa dillere
destan “Temel fıkraları” nasıl
üretilirdi? Karadenizli kendisiyle bile dalga geçmekten çekinmez. Karadeniz
insanı, tarihten devraldığı kimi korkuları içinde barındırsa da, hiçbir zaman
ayrımcı ve şoven duygulara kapılmamış, etnik kökeninden dolayı insanları
yabancı görme ve ötekileştirme yaklaşımı içinde olmamıştır...
Hemşehrilerine yönelik bu
iltifatların ardından “Son yıllarda
Trabzon’da yaşanan üzücü olaylar, ucu çok derinlere giden ‘karanlık odaklar’ca
tezgâhlanmıştır; Trabzon halkının bu provokatif cinayetlerle uzaktan yakından
ilgisi yoktur” hükmüne varıyor Attila Aşut.
***
Peki üzerine yapışan “bir bebekten katil yaratan karanlığa teslim
olmuş, tutuculuğun başkenti”
algısını silebilmek için Trabzonlu ne yapmalı?
Attila Aşut, okuyucunun
kafasındaki bu soruya, Trabzon’un tarihsel kültürel köklerine dönmesi
gerektiğini vurgulayarak yanıt veriyor: “Trabzon
bu karabasandan hızla kurtulmak, zengin kültürel geçmişine ve tarihsel
köklerine dönmek zorunda. İnanıyorum ki, Trabzonlunun her daim içinde taşıdığı
sağduyu ve gizilgüç, bu darboğazı aşmasında yardımcı olacaktır. Tarihsel ve toplumsal koşulların yöre
halkına armağan ettiği bu zenginliği birlikte özümsemek, içselleştirmek ve
kardeşçe paylaşmak en gerçekçi yoldur.”
Eklemek gerekirse, tarihsel dokusunu, belleklerdeki görünümünü ve ruhunu
yitiren Trabzon değil sadece. Anadolu coğrafyası tümüyle küresel kapitalizmin
doymak bilmeyen kâr hırsına yenik düştü, tarihsel dokusunu, aklını, ahlakını ve
ruhunu yitirdi. Bugün Trabzon’a mal edilen kıyıcı tetikçi damar memleketin her
yerinde var. Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta katliam yapanlar, 6/7 Eylül'de
İstanbul'u gayrimüslimlere dar edenler, gazeteci katilleri Malatyalı gençler ve
daha niceleri Trabzon'da doğup büyümediler. Memleketin tamamı aklını, ahlakını,
ruhunu yitirdi. Ülkenin yüzakı Hrant
Dink(ler), bu akıl, ahlak ve ruh yitimine kurban gitti(ler). Kültürel mirasını
ve tarihsel köklerini kapitalizmin yağmasından kurtarması gereken sadece
Trabzon değil, tümüyle Anadolu’dur.
Hrant Dink(ler)’in anısına,
Attila Aşut’un emeğine saygıyla!
iki haftadır Cuma hutben yok kardeşlik rahatsız mısın yoksa Çorum dan sevgiler
YanıtlaSil