30 Mayıs 2016 Pazartesi

TÜRKİYE’NİN MEMURU İŞİNİ BİLİR DE KÜBA’NIN İŞÇİSİ BİLMEZ Mİ?

HAVANA’daki ikinci günün programında puro fabrikasını ziyaret ile Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü ICAP’ta söyleşi var. Ayrıca bir sağlık kuruluşu yöneticisiyle biyoteknoloji araştırmaları konusunda Küba’nın sağladığı ilerlemeyi konuşacağız.
Söylemeye gerek yok, Küba denince akla ilk gelen şeylerden biri de purodur. İspanyollar Küba’yı ele geçirdiklerinde yerlilerin bir bitkinin yapraklarından sardıkları, için için yanan, kokulu dumanlı bir nesneyi tüttürdüklerini görüyorlar. Tütünün nasıl bir hazine olduğunu fark ettiklerinde metalaştırıyorlar, 1700’lerden itibaren tütün çiftlikleri kuruluyor. Puronun tarihinde isyanlara da rastlanıyor. Nihayet Devrim’den sonra tütün çiftlikleri ve puro fabrikaları devletleştiriliyor. Günümüzde puro üretimi ve satışı, Habanos SA adlı devlet şirketi tarafından gerçekleştiriliyor.
 Puro fabrikasını ziyaret öncesinde rehberlerimiz, fabrika çevresinde bize puro satmaya çalışacak korsan satıcılara yüz vermememizi öğütlüyorlar, kazıklanabileceğimizi, üstelik muz yapraklarından sarılmış sahte puro almış olabileceğimizi söylüyorlar. Biz de rehberlerimize uyarak, korsan satıcılardan uzak duruyoruz. Fabrikayı gezmeden önce satış mağazasına uğruyoruz. Puro fiyatları kalitesine markasına göre son derece çeşitli. 1961 yılından kalma 2 nolu tek 1 adet montecristo’nun fiyatı 425 dolar. Ben 5 No.4 seri nolu bir kutu alıyorum. İçinde 5 adet puro var.  Yanı sıra yeteri kadar rom alıyorum. Faturaya bakıyorum, tek paket puro için 28,45 CUC ödemişim. Yani tek puro için 5.5 CUC’tan fazla ödemişim. Mağaza çıkışında korsan satıcılar, yarı yarıya fiyat önerip ısrar ediyorlar. Alsak mı diye tereddüt ediyoruz, rehberlerimizin öğütlerini anımsıyoruz.

Fabrikanın giriş kapısında Fidel Castro’nun posteri karşılıyor bizi. Devrim başlıklı poster önünde fotoğraf çektirmeden edemiyoruz. 



Atölye giriş kapısı önünde Fidel ve Chavez’in birlikte oldukları başka bir poster daha. Bir fotoğraf da burada çektiriyoruz.

Che’nin bir posteri de var fabrikanın duvarlarında. Hayli uzun bir puroyu tüttürüyor. Efsaneye göre, astım hastası olduğundan doktoru Che’ye puroyu yasaklamış. Che, yasağa uymak istememiş, inatçı bir pazarlıkla doktorundan günde sadece 1 puro izni koparmış. Sonra da kendisi için özel bir puro sardırmış, gün boyu içtiğinde ancak bitirebileceği uzunlukta bir puro.

Fabrikada 600’ün üzerinde kişi çalışıyor. Efsaneye göre puronun en makbulü, bakire Latin güzellerinin bacaklarında sarılmış, içine bakire teri karışmış olanıymış! Alt yapı sorunlarına fazlasıyla ilgili erkek müşterileri tavlamak için uydurulmuş olmalı. Maço erkekler kusura bakmasınlar, atölyede bu yöntemle puro sarılmıyor. Kadın erkek sarıcı işçiler, birbirine bitişik, dikiş makinası büyüklüğünde tezgâhlarda tütün yapraklarını kesip biçip puro sarıyorlar. Sardıkları puroyu presliyorlar, sonra zar gibi ince damarsız son bir yaprakla sarıp ambalajlıyorlar. Atölyede son derece ağır bir hava var. Tepede vızır vızır dönen vantilatörler, açık pencereler ağır havayı dağıtmaya yetmiyor. Yasak olduğundan fotoğraf çekemedik. Puronun hangi şartlarda üretildiğini merak eden, https://www.youtube.com/watch?v=dWoPFOucp8U  adresindeki videoya bakabilir.
Sosyalist hümanizmamızla bu ağır çalışma koşullarına içimizden isyan ediyoruz. Biz isyan duygusuyla dolarken, kimi işçiler sardıkları puroyu gösterip baş ve işaret parmaklarıyla para işareti yapıyorlar, 2 CUC diye teklif ediyorlar. Öyle bir iki işçi değil, basbayağı çok sayıda uyanık, alenen kamu malını satmaya çalışıyorlar. Şaşırıyoruz, Turgut Özal’ın “Benim memurum işini bilir” vecizesi geliyor aklımıza. İşçilerin puro satış tekliflerini reddediyoruz. Bizim şaşırdığımızı, isteksiz davrandığımızı gören ustabaşılar korsan satış yapmaya çalışan işçileri yarım ağızla uyarıyorlar. Uyarılara karşın işçiler, korsan satış çabasından vazgeçmiyorlar. Uysal alışkanlıkla puro sarmayı sürdüren diğer işçilerin, korsan satışa ilgisiz kalmaları dikkat çekici. Öğreniyoruz ki, puro işçilerinin kişi başı günde 2 puro hakları var ancak satmak için değil.
Bu arada, kimi kadın işçilerin ADAM-DER kurucu başkanına çapkın bakışları kafiledeki amazonların dikkatlerine yakalanıyor. O dakikadan itibaren kurucu başkan, kendisini sıkı markaj altında hissediyor!
***

SON KALE’NİN SOSYALİST PROLETERLERİ!
Puro fabrikasından şaşkınlık ve aklımızda “Sosyalizmin son kalesinin proleterleri bunlar mı?” sorusuyla ayrılıyoruz. 
Gezi programında sırada Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü (Instituto Cubano de Amistad con los Pueblos) ICAP ziyareti var. Bizim Ada Tur’un planlamasına göre Küba/ABD ilişkileri konulu bir söyleşiye kulak vereceğiz. Biz ise, Küba devriminin sorunlarını konuşmak niyetindeyiz.
Enstitü’de bizi parti üyesi ve ICAP Avrupa Sorumlusu Raymundo Pino karşılıyor. Sıcak duygularla tanıştıktan sonra konferans salonuna geçiyoruz. ADAM-DER kafilesinin her biri diğerinin solunda üyeleri eleştiri bombardımanına başlıyor. “Aşırı solcu” bir ADAM, Türkiyeli devrimci askerler olarak Küba devrimine sempatiyle dolu olduklarını vurgulayarak başlıyor bombardımana, havaalanından itibaren karşılaştıkları manzaradan üzüntü duyduklarını anlatıyor:
- Yoldaş, Devrim Müzesi’ndeki özensizlik bağışlanabilir gibi değil. Gece veya gündüz sokak aralarında vücudunu pazarlamaya çalışan kadınlarla karşılaşmak nasıl açıklanabilir? Puro fabrikasında işçilerin kaçak olarak bizlere puro satmaya çalışmalarına tanık olduk. Devrimci coşku eksikliği, devrimin ilk yıllarındaki “sosyalist ahlak ve yeni insan” çalışmasında başarıya ulaşılamadığını mı gösteriyor?
Başka bir ADAM, Kürt sorunundan haberdar olup olmadıklarını soruyor.
ADAM-DER Kurucu Başkanı’nın soru ve eleştirileri de “aşırı solcu” ADAM’ın eleştirilerinden geri kalmıyor:
- İki günlük izlenimlerimiz sonunda coşkuyla “İşte sosyalist Küba” diyemiyoruz. İki ayrı para kullanılıyor. İki ayrı para iki ayrı ekonomi demektir. Bu durumda CUC kapitalist Küba’nın, CUP yoksul sosyalist Küba’nın parası mı? Anlaşılıyor ki devrim, sınıflarararası eşitsizliği ortadan kaldırma veya azaltma yolunda çok başarılı olamamış. CUC’un tedavülden kaldırılması için partinin 20 yıl önce aldığı karar hayata geçmiyor. Endişemiz odur ki, böyle giderse ikinci bir Granma yolculuğu ihtiyaç haline gelebilir. Bu durumda biz Türkiyeli devrimci askerler, Kübalı yoldaşlarımızın yanında yer almaktan sevinç duyarız. İkinci olarak, görebildiğimiz her yer, cadde ve sokaklar, parklar, genel olarak çevre adeta çöplük. Ambargo tamam da çöplük manzarası da herhalde ambargoyla açıklanamaz. Çöpsüz bir hayat için illa devrim gerekmiyor. Neden her yer çöplük?
Raymundo Pino, sükûnetle eleştirilerimizi ve sorularımızı not ediyor. Sonra sırasıyla yanıtlamaya çalışıyor:
- Devrim müzesindeki özensizlik ve bakımsızlık, müze yöneticileri ve çalışanlarının kusurudur.
- Sosyalist ahlak ve yeni insan, devrimin en önemli hedeflerinden biridir. Sosyalist ahlakın yerleşmesi, yeni insanın yetişmesi birden bire olacak bir şey değildir.
- Puro fabrikasında işçilerin kaçak puro satmaya çalışmaları kabul edilemez; fabrikada denetim eksikliğini göstermektedir.
- Küba sosyalist bir ülkedir. Üretim araçları devletin mülkiyetindedir. CUC, Bolşevik devriminden sonra Lenin’nin NEP politikasına benzetilebilir. Küba asla kapitalist olmayacaktır. İkili para çok ciddi bir sorun haline gelmiştir. Sosyalizm için tehlike haline geldiğinde keser atarız.
- Çöplük manzarası şehir yöneticilerinin ve temizlik işçilerinin görevlerini ihmal ettiklerini gösteriyor. Havana’da her gün 400 ton çöp çıkıyor. Bu kadar çöpü tümüyle ortadan kaldıracak teknik olanaklarımız yok. Her şeye karşın temizlik işçilerimiz şehri temizlemek için canla başla çalışıyorlar.
- Kürt meselesinden haberdarız. Ortadoğu’nun en kritik meselesidir. Sadece Türkiye için değil, Irak, Suriye, İran, hatta eski Sovyetler Birliği’nden artan Kafkasya gibi ülkelerde de yaşanıyor. Halkların kendi kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde çözülmesini temenni ediyoruz.
- Küba, cinsler arası eşitliğin geçerli olduğu bir ülkedir. Yetişkin cinslerin birbirleriyle olan ilişkileri üçüncü tarafları ilgilendirmez. Ama bu ilişki para transferine yol açıyorsa elbette hoş görülemez, bağışlanamaz. Her şeye karşın paralı ilişkiyi tümüyle önlemek olası değildir.

Raymundo Pino’nun sesi içtenlik yüklü. Küba devrimi için tasalanan Türkiyeli devrimcilerle karşılaşmaktan dolayı biraz da mutlu. Sözü ABD Başkanı Barack Obama’nın geçen Mart ayındaki Küba ziyaretine getiriyor; Obama’nın “Geçmişi unutalım” sözlerine öfkeyle “Devrim için can vermiş yoldaşlarımızı nasıl unuturuz, ambargo ile bizi boğmak istemelerini nasıl unuturuz, Guantanamo’yu elinde tutmasını nasıl unuturuz!” diye karşılık veriyor.

Bu arada, Raymundo Pino ile söyleşimiz sürerken, Türkiye’nin Havana Büyükelçisi Hasan Servet Öktem, konferans salonuna geliyor. Türkçe konuşulduğunu işitince tanışmak istediğini, Havana’ya gelen CHP milletvekillerine mihmandarlık yaptığını söylüyor. Teşekkür ediyoruz, CHP milletvekillerini görmek istediğimizi söylüyoruz. CHP Genel Başkan Yardımcısı Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve beraberindeki vekillerle selamlaşıyoruz.
Raymundo Pino’ya içten karşılaması ve açıklamalarından dolayı teşekkür edip, öğle yemeği için soluğu eski Havana’daki El Templete lokantasında alıyoruz. Deniz ürünleri, tavuk, kırmızı et veya domuz etinden oluşan bir menü. Yanı sıra tek kadeh mojito, ekstra içki cepten...
***

“ERDOĞAN BATİSTA İLE BİR TUTULAMAZ!”
Öğle yemeğinin ardından La Industria Biofarmaceutica Cubana Pasado, Presente y Futuro temsilcisi Mac Danev Ricardo Perez Vallerine ile buluşuyoruz. Hayli teknik terim yüklü bir söyleşi. Devrimden sonra Küba’nın biyoteknolojide nasıl ilerleme sağladığını anlatıyor. 
Anlattığına göre, devrimden sonra Sovyetler Birliği’ne öğrenci göndermişler. Sovyetler’de tıp eğitimi alan ilk doktorlar, yurda dönüşlerinde tıp fakülteleri kurmuşlar ve doktor yetiştirmeye başlamışlar. Yani tıpta devrim yapılmış. Tıp devrimiyle birlikte, Küba’da sağlık hizmetleri herkes için parasız hale gelmiş, ortalama ömür 15 yıl uzamış, bebek ve çocuk ölümlerinin önlenmesinde Küba tüm Amerika kıtasında, yani güney ve kuzey Amerika’da en yüksek başarıya sahip. Kanseri önlemede ve iyileştirmede ise dünyanın en ileri ülkesi Küba. Kanserin önlenmesinde ve iyileştirilmesindeki başarıda, ambargo nedeniyle zararlı kimyasalların Küba’ya girememesini de göz önünde bulundurmak gerek. Küba’da ilaçlar kimyasal yolla değil, doğal yolla üretiliyor...
Ambargo koşullarına karşın Küba’nın tıp devrimi alkışlanmaya değer. Fakruzaruret şartlarında nasıl olup da böyle bir başarıya ulaştıkları konusunda çok net bir fikir edinemiyoruz. Anlayabildiğimiz kadarıyla Küba, yokluktan dolayı bu tıbbi devrime mecbur kalmış!
Soru yanıt bölümünde kafilenin amazonlarının önceliği Alicia kremleri olsa da söyleşi ister istemez politik bir bağlama kayıyor. Ricardo Perez, yabancılara da sağlık hizmeti verdiklerini, dünyanın her yanından kanser hastalarının tedavi için geldiklerini söyleyince, bir ADAM, Recep Tayyip Erdoğan’ın Küba’da kanser tedavisi görüp görmediğini soruyor. Ricardo Perez, soruya net yanıt vermek yerine ortaya konuşuyor:
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz!
Yanıt yeterli sayılıyor. ADAM-DER Kurucu Başkanı, Küba tarihinde Batista nasıl bir yere sahipse Erdoğan’ın da Türkiye tarihinde öyle bir yere sahip olduğunu söylüyor ve Erdoğan’ın Küba’da nasıl algılandığını soruyor. Ricardo Perez’in yanıtı çok kısa ve özlü:
- Küba’dan bakıldığında Erdoğan, Batista ile bir tutulacak siyasi figür olarak görülmüyor.
Ricardo Perez aslında sağlıkçı değil, diplomat olduğunu, yanıtlarında diplomat kimliğinin göz önünde bulundurulması gerektiğini ekliyor. 
Havana’daki ikinci gün de böylece sona eriyor.
Üçüncü günün programında 1 Mayıs var. Erken kalkmak gerekiyor.

3 yorum:

  1. Teşekkür ederim Kalemine emeğine sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de sana teşekkür ediyorum hemşehrim. Çok selam.

      Sil

    2. Anlatılar hayli ilginç merakla takip ediyorum. Gülçin

      Sil