30 Ağustos 2017 Çarşamba

YELLOWSTONE SOYKIRIMA ÖFKEYLE PATLAYACAK!



SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
YELLOWSTONE SOYKIRIMA ÖFKEYLE PATLAYACAK!
Amerika’yı keşif yolculuğumuzda Yellowston’dayız. Özgün adıyla, Yellowstone National Park. Yellowstone adı, park içinde gayzerlerin sararttığı kayalardan dolayı verilmiş.
Wikipedia’ya göre Dünya Kültür Mirası listesindeki Yellowstone Parkı’nın yüzölçümü yaklaşık 9 bin kilometrekare, yani tam Kıbrıs adası kadar. Yüzde 96’sı Wyoming’de, yüzde 3'ü Montana’da, yüzde 1’i de Idaho eyaleti sınırları içinde. ABD Başkanı Ulysses Grant’ın 1872’de imzaladığı kararnameyle dünyanın ilk ulusal parkı olmuş.
Her yıl 4 milyon dolayında turistin ziyaret ettiği Yellowstone’un diğer ulusal parklardan ayırdedici özelliği, yüzlerce gayzerinin olması. Süper volkandan miras kalmış buz, ateş ve kükürt adası gibi. Dünyadaki jeotermal aktivitelerin yarısı Yellowstone’nda gerçekleşiyor.
Yellowstone Parkı’na beş kapıdan girilebiliyor. Doğu, Batı, Kuzey, Güney ve Gardiner kapıları. Kışın sadece Gardiner kapısı açık; park içi ulaşım yalnızca kar arabaları ve kar otobüsleriyle sağlanıyor. Parkı en iyi ziyaret zamanı Temmuz/Ağustos ayları. Yapılaşmaya izin verilmeyen park alanında dokuz noktada ziyaretçi merkezi düzenlenmiş. Bu merkezlerde oteller, kamp alanları, alış veriş dükkanları var. Merkezlerdeki yapılar en fazla üç katlı. AKP Genel Başkanı ve milletin anasına sevdalı müteahhitlerinin kulağına gitmesin!
***

Yellowstone’a gidebilmek için Las Vegas’tan Montana’nın Bozeman hava alanına uçtuk. Doğrudan Yellowstone havaalanına uçmak da mümkün ama fiyatı çok tuzlu olduğundan rehberimiz Elif Cihan tercih etmemiş. Bozeman havalanında otomobil kiralayıp bir buçuk saatte West Yellowstone’a vardık, Holiday Inn oteline yerleştik.

West Yellowstone 1200 nüfuslu küçük bir köy ama park turizmi sayesinde son derece gelişkin bir köy. Oteller, moteller, karavan kampingler, lokantalar, hediyelik eşya dükkanları, marketler. Köyde en fazla üç katlı yapılaşma hâkim; ayı, kurt, bizon, geyik heykellerinden geçilmiyor. Hava sıcaklığı gündüz 20, gece 1 derece arasında değişiyor. Kaldığımız otelin Yellowstone müzesine ve ziyaretçi merkezine 250 metre yakın olması bizim için avantaj.
***

GÜNEŞİN TUTSAK DÜŞMESİ
West Yellowstone’daki ilk sabah önemli. Sadece bizim için değil, Amerika’nın tümü için önemli. Saat 10.30’da tam güneş tutulması başlayacak ve sadece Amerika kıtasında izlenebilecek. Şanslıyız, biz de tam zamanında Amerika’dayız. Aslında pek ciddiye almadık güneş tutulmasını. Daha önce de izlemiştik. Alanya’daydık, tam güneş tutulması olmuştu. Tutulmanın ertesi günü yola çıkıp Ankara’ya dönmüştük. Yol yorgunu uyurken sokaktan gelen gürültüye uyanmıştık. Meğer Gölcük merkezli Marmara depremi olmuş, insanlar sokakta...
Şimdi yine bir tam tutulma arefesindeyiz. Dört kişilik kafilemizden iki kişi jeoloji yüksek mühendisi. Güneş tutulmasının yine bir depreme yol açıp açmayacağını konuşuyor, espriler yapıyoruz. Her patladığında Dünyanın altını üstüne getiren Yellowstone süper yanardağının tam üstündeyiz. Bizim mühendisler haziran ayından bu yana Yellowstone’un tektonik aktivitesinde artış gözlendiğini söylüyorlar. Dünya çapında ünlü jeoloji profu Celal Şengör’ün dediğine göre de tekrar patlamak için eli kulağında. Patlarsa dünyanın sonu gelir, dinozorların yok olması gibi insan türü de yok olabilir!
Güneş tutulması demek, güneş ay ve dünyanın tek sıra olması demek. Dolayısıyla üç gök cisminin çekim gücü birleşecek. Birleşim, Dünyadaki tektonik aktiviteyi etkiler mi? Bu vesileyle Yellowstone da patlar mı? Gelmesek daha mı iyi olurdu?...
Bu sorularla kafa bularak tutulmayı en iyi nerede izleyebileceğimizi araştırdık. En iyi yer Yellowstone Müzesi’nin önü. Tutulmanın başladığı saatte müze önündeyiz. Nedense sadece biz varız. Bir de cadde üstündeki dükkanların önünde üç beş kişi. Yellowstone halkı güneş tutulmasını ciddiye almıyor mu ne! Nerede ahali? Sorumuzun yanıtını otele dönünce bulduk. Meğer Yellowstone halkı güneş tutulmasını çok ciddiye almış. Köyün kuzeyindeki ağaçsız geniş alan, buluşma adresi olarak belirlenmiş, herkes tutulma günü için üretilmiş tişörtlerini giyerek, Amerikan bayraklı tutulma gözlüklerini takarak orada toplanmış. Müze dahil, tüm işyerleri kapalı.
Bizde özel gözlük yok. Çok da önemsemiyoruz ama tutuklu güneşi de net görmek fena olmaz hani. Ben güneş gözlüğüyle bakmaya çalışıyorum. Dahiyane fikir rehberimiz Elif Cihan’dan geliyor: Güneş gözlüklerimizi üstüste koyalım!
Hayırlı ve akıllı evlat böyle olur işte! Daha elma armut portakal ve diğer meyvalarda vitamin olarak mevcutken üzerinde az çalışmamıştık. Sonrasında Avrupalarda boşuna okutmadık; şimdi de Amerika’da boş gezenin boş kalfası değil. Bunca yatırımın faydasını nihayet gördük! Amerikalı kapitalist, güneş tutulmasını bile metalaştırmış, özel tişört ve gözlük üretmiş. Gözlüğün tanesi 3 dolar. Dört kişiyiz, 12 dolar verirsek, tutsak güneşi net olarak izleyebiliriz. Elif Cihan harcadığımız emeğin karşılığını verdi, güneş gözlüklerimizi üstüste koyarak birleştirdi, tutsak güneşi net olarak görebildik. Elin Amerikalı kapitalistine 12 dolar kaptırmadık netekim!
Güneş tutulması bir saat kadar sürdü. Ay, güneşi tam olarak kapatamadı; güneş ince bir hilal olarak Dünyayı aydınlatmaya ısıtmaya devam etti. Lakin aydınlığı alacakaranlık idi, sıcaklığı da baya düşüktü. Bu vesileyle Ezidilerin her gün üç kez Güneş’e dönüp dua etmelerini daha iyi anladık!
Yine bu vesileyle İslam Peygamberi Muhammed’in güneş tutulması başlayınca Bilal’e ezan okutup camiye çağırdığı Medine Müslümanlarına niçin küsuf namazı kıldırdığını, neler söylediğini de anımsadık ki, İbnü’l Sallama Hükümran Beyefendi’nin kulaklarını çın çın çınlattık!
***

GAYZERLERİN DANSI
Gayzerler yeraltı sularının magma ile temas sonucu ısınarak basınç ile püskürmesiyle oluşan kükürtlü pis kokulu jeotermal oluşumlar. Gayzer adı, İzlanda dilinde fışkıran köpüren anlamına gelen geysir sözcüğünden türetilmiş. Yellowstone’un 300 dolayında gayzeri var. En önemlisi Madison kavşağından 26 km. güneydeki Old Faithful. Turistler en çok bu gayzere ilgi gösteriyorlar. Ortalama 90 dakikada bir fışkırıyor, 5 dakika süreyle kırk elli metre yüksekliğe kaynar su püskürtüyor.




Old Faithful’a ulaştığımızda binlerce kişi, gayzere 150 metre uzaklıkta dizilmiş, püskürmeyi bekliyordu. Şanslıyız, tam zamanında geldik demektir. Nitekim sadece 3 dakika sonra Old Faithful şova başladı, biz de kamerayı çalıştırdık. Beş dakika kadar seyircilerine gösteri yapan Old Faithful alçalan püskürmelerle yeraltındaki evine döndü. Biz de alış veriş merkezini ve müzesini gezdik.
Yellowstone’da Old Faithful, Norri Geyser Basın, West Thumb Geyser Basın ve Lower Geyser Basın alanlarını da dolaştık. Lower Geyser Basin, Yellowstone’un en büyük gayzer alanı. Yeryüzüne çıkan kükürtlü sıcak sular, bölgeyi büyük bir çamur havuzu haline getirmiş.
***

SÜPER VOLKANIN ÖFKESİ
Yellowstone’da dolaştığımız günlerde gayzerler dışında Kaldera adı verilen yanardağ alanını gezdik. Kaldera yaklaşık 2 bin 500 km2 genişliğinde bir alanı kapsıyor. Horantadan yüksek mühendislerin söylediklerine göre Yellowstone aktif bir yanardağ; son 2 milyon yılda defalarca patlamış. Magma hazinesinin büyüklüğünden dolayı, patladıktan sonra volkan konisi ve krateri yerine çok geniş göçük alanı oluşturmuş. Bu yüzden süper yanardağ olarak adlandırılıyor. Park alanındaki jeotermal hareketlilik süper yanardağın aktivitesinden kaynaklanıyor. Haziran ayından bu yana da bölgenin tektonik aktivitesinde olağan dışı artış var.
Dünyaca ünlü jeoloji profu Celal Şengör de Yellowstone yanardağının 640 bin yıl önce patladığını, tekrar patladığında küresel iklim değişikliği yaşanacağını, atmosferin tümüyle kararacağını, buz çağının başlayacağını ve canlı hayatın çok büyük bölümünün yok olacağını, muhtemelen insan soyunun da tükeneceğini öne sürüyor. Şengör, Napoli Körfezi’ni oluşturan Campi Flegrei Kalderası ile Sumatra’daki Toba Kalderası’nın da aynı felakete yol açacak süper yanardağlar olduğunu söylüyor. Yellowstone’un ne zaman patlayacağı sorusuna “Eli kulağında” diye yanıt veriyor Şengör; başka bilim insanları ise “birkaç bin yıl sonra” diyorlar. Neyse ki daha birkaç bin yıl varmış, o zamana kadar kim öle kim kala!
***

YELLOWSTONE’DA YABAN HAYATI
Göller ve ormanlarla kaplı, 150 yıldır da yerleşime kapalı olduğu, korunduğu için Yellowstone’da gerçek bir yaban hayatı hüküm sürüyor. Parkın doğal sahipleri Amerika boz ayısı, kara ayısı, bizon, antilop, kurt, çakal, tilki, Kanada geyiği, vaşak, sürüngenler, kemirgenler doğal ortamlarında yaşıyorlar. Turistlerin serbestçe dolaşan hayvanlara belirlenmiş mesafelerden daha fazla yaklaşmaları yasak. Yanısıra, mesela geyiklerin etçil hayvanlar tarafından avlanmalarına da engel olunmuyor. Bu haliyle Yellowstone Parkı, bitki örtüsüyle, yüzlerce tür hayvanıyla, kuş türleriyle gerçek bir doğal yaşam alanı. Özellikle kışın hayvanlar çetin doğa koşullarıyla ve birbirleriyle savaşıyorlar. Termal aktivitenin yaydığı ısı sayesinde bitki örtüsü soğuğa dayanıklı olduğundan, göçmen kuşlar kışın da parkta yaşamlarını sürdürebiliyor.


Lamar ve Hayden vadileri yaban hayatının gözlenmesi için en uygun yerler. Adım başı bizon ve geyik sürülerine rastlanıyor. Parkta geçen günlerimizde ayılara kurtlara rastlamadık ama bizonlarla geyiklerle antiloplarla basbaya samimi olduk. Bizon, bildiğimiz sığır türünün yabani olanı. İlgili kaynaklarda yaban öküzü olarak da geçiyor. Ortalama yarım ton ağırlığında zararsız hantal bir hayvan. Genellikle 70’li-80’li koloniler halinde otluyorlar. Geçmişte sayıları on milyonları geçiyormuş. Günümüzde binlerle ifade ediliyor.


Geyiklere parkın her yerinde rastlamak mümkün. Kışın gayzerlerin etkisiyle sıcak kalabilen yerlerde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Kurtların ve ayıların en önemli besin kaynağı geyikler. Bizonlar da geyikler kadar olmasa da etçil hayvanlara yem oluyorlar. Vadileri sulayan ırmaklarda veya çevredeki gölcüklerde ördeklere, Kanada kazlarına ve pelikan gibi su kuşlarına da rastlanıyor. 
***


Arizona’daki Grand Canyon’un bir benzeri Yellowstone’da da var. Yellowstone Gölü’nün kuzey kıyısındaki kanyon onbeş bin yıl kadar önce oluşmuş. Kanyonun güney bölümünde Uppers Falls şelalesi 33 metre yüksekten kanyona dökülüyor. Yosemite şelaleleri kadar yüksek değil ama debi olarak daha bereketli.


Yellowstone’un kuzey girişine yakın bir yerde de Tower Fall 40 metre yüksekten dökülüyor. Uppers Falls şelalesi kadar coşkun ve bereketli. Yellowstone’un şelaleleri kışın buz tutuyormuş.
***

Yellowstone Parkı’nın yüzde 80’i ormanlarla, yüzde 5’i göllerle kaplı. Yellowstone Gölü Kuzey Amerika’daki en yüksek rakımlı göl. Deniz seviyesinden 2 bin 357 metre yükseklikte, derinliği 120 metreyi buluyor. Gölü çevreleyen dağların dorukları Ağustos ayında bile karlı buzlu. Göl kıyısında Grant Lake Village denilen yerde dinlenmek iyi geliyor. Tekne kiralayıp balık avlamak mümkün, biz parkı dolaşmayı tercih ediyoruz.
***

Yellowstone’un en ilginç alanlarından biri de Mammoth Hot Springs. Burada bizim Pamukkale benzeri travertenler görülüyor. Volkanik su kaynakları, yer altı kireçtaşı yataklarından aldıkları mineralli suları, traverten oluşturarak, teraslı havuzlara bırakıyorlar. Rehberimiz Elif Cihan, Pamukkale’nin daha görkemli ve kükürt kokmadığı için de çok daha güzel olduğunu söylüyor. Elif Cihan’a hak veriyoruz.


Mammoth Kaplıcaları da Mammoth Hot Springs alanında bulunuyor. Kaplıca oteli ve müstakil evler en fazla üç katlı. Antiloplar, geyikler evlerin aralarında otelin etrafında serbestçe dolaşıyorlar; insanlardan kaçmıyorlar ama park rangerleri belirlenmiş mesafeden fazla yaklaşan turistleri uyarıyorlar, hayvanları insanların tacizinden koruyorlar.
***


Yellowstone’da son olarak taşlaşmış ağaçları gördük. Termal suların içindeki silisyumun gövdesine sızarak taşlaştırdığı ağaçlar milyonlarca yıl oldukları gibi kalmışlar.
***


Yolumuz Yellowstone’a düşmüşken, bir günümüzü de güneyindeki bitişik Grand Teton National Park’a ayırdık. Burası da karlı buzlu dağları, gölü ve ormanlarıyla yaban hayatının olduğu gibi korunduğu bir park. Yosemite’de ve Yellowstone’da göremediğimiz ayılara burada rastlamayı umduk ama ayılar burada da görünmediler.
***


Hoş bir ayrıntı olarak Yellowstone Parkı’ndaki tuvaletlerde dikkatimi çekti. Aklıma neler gelmedi neler. Askeri lise yıllarıma kadar geriye gittim. Daha sonra yazarım.
***

Amerika’yı yeniden keşif gezimizin üçüncüsü de sona erdi. Hayli yorulduk. Otomobille West Yellowstone’dan Bozeman havaalanına, oradan uçakla Denver’a, oradan yine uçakla Baltimore’a, oradan da otomobille PennState Üniversitesi’nin bulunduğu State College şehrine. Toplam 16 saat süren yolculuk daha da yordu. State College’nin tek metrekaresi bile sararmamış yemyeşil doğasında dinlenme vaktidir.
Üç haftadır gezimizin her durağında acısını duyumsadığımız Kızılderili soykırımını ayrıca yazacağım. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim: Nereye gittiysek, soykırıma karşı Kızılderili direnişinin kahramanları Oturan Boğa ve Geronimo karşıladı bizi. En son Yellowstone ve Grand Teton’u dolaşırken iç sesimizden “Süper volkan patlayacaksa bu kez, ‘beyaz adam’ın kendisinden zayıf savunmasız insanları vahşice katletmesine duyduğu öfkeyle patlayacak” cümlesini duyduk.

26 Ağustos 2017 Cumartesi

HANGİSİ DAHA AĞIR GÜNAHTIR?
LAS VEGAS’TA KUMAR OYNAMAK MI,
ALLAH İLE ALDATIP MEMLEKETİ SOYMAK MI?
Hollywood yıldızlarıyla muhabbetimizi günahın başkentinde, yani Las Vegas’ta buluşmak dileğiyle noktalamıştık. Las Vegas günahın başkenti; çünkü içki, kumar, fuhuş, uyuşturucu gibi Türkiye’mizde günah sayılan şeyler burada serbest. Günahlar şehri olmanın yanı sıra Las Vegas Dünya’nın en büyük eğlence merkezi olarak da biliniyor.
Nevada eyaleti sınırları içindeki Las Vegas, Movaje Çölü’nün ortasında sözcüğün gerçek anlamıyla kumar, fuhuş ve uyuşturucu pazarının başkenti olmak üzere yoktan var edilmiş bir turizm cenneti, uzak olmayan tarihte gerçekleştirilmiş bir Amerikan rüyası. Bölgenin tarihini iyi bilenlerin anlatımına göre, Las Vegas’ın kuruluşu bölgenin su sıkıntısına çözüm bulmak için 1930’da ilk kazması vurulan Huber Barajı ile başlamış. Baraj inşaatında çalışan 4 binden fazla işçiye, kalifiye elemana zor çalışma koşulları nedeniyle yüksek ücretler ödenmiş. En yakın yerleşim merkezi 35 km uzakta ama yüksek ücret birikimini çekecek mekânlardan yoksun. New York’lu kumarhane işleticisi Bugs Siegel, tam bir kapitalist girişimci gibi davranarak, ilk kumarhaneyi açmış, meyhane hizmeti de vermiş. Baraj inşaatı bittikten sonra küçük kumarhane 1941’de casino olarak devam etmiş. İzleyen yıllarda casino ve otel sayısı hızla artmış, ilk büyük otel olarak Flamingo Hotel 1946’da açılmış. Peşinden Mirage, Paris, Bellagio, Venetian, Luxor, New York, Island, Encore-Wynn, Mandalay Bay, Planet Hollywood, Trump International, Monte Carlo gibi oteller gelmiş. Las Vegas’taki otel sayısının günümüzde 3 binden fazla olduğu söyleniyor.
Las Vegas, Kaliforniya’ya yolu düşen bir turistin iki üç gün ayırması gereken bir yer. Maksat kumar ve diğer günahları işlemek ise elbette daha fazla kalınabilir.
Biz günah işlemek için değil, köpürtülmüş popülaritesinin uyandırdığı merakla, en çok da Grand Canyon’u görmek için Las Vegas’a geldik.
***

LAS VEGAS’TA BEDAVA DÜNYA TURU
Los Angeles Las Vegas arası 275 mil. Elif Cihan yönetimindeki kiralık aracımızla zaman zaman basbaya çölden geçen yolda beş saatte vardık Vegas’a. Şehre vardığımızda akşamüzeriydi. Las Vegas’ın en gösterişli yapılarından Mirage Hotel’i bulmakta hiç sıkıntı çekmedik, elimizle koymuş gibi denir ya, navigasyon aleti sayesinde öyle kolay bulduk. Arabayı park etmek lazım. Onda da hiç sıkıntı çekmedik. San Francisco’da otel otoparkları soygun yeri, aracıyla gelenlerden her gün için ayrıca ücret alıyorlar. Bizim kaldığımız otel günlük 56 dolar istedi. Otele kazıklanmak yerine public parking aradık, günlük 36 dolara yer bulduk. Las Vegas’ta ise oteller iki seçenek sunuyor. İlkinde otomobili valeye teslim ediyorsunuz, günlüğü 20 dolar; ikincisinde self parking, yani kendiniz park yerine giriyorsunuz. Günlüğü 12 dolardan kendimiz park ettik, kâra geçmiş hissettik kendimizi.
Otoparktan çıkıp giriş işlemi için ana binaya geçtik. O da ne? Girişte karşılıklı hayli hacimli şelaleler, hemen ardından onlarca değil yüzlerce kumar masası. Gökyüzü şeklinde tasarlanmış devasa bir kubbe. Masaların başında kadın erkek krupiyeler. Müşteriler hem oynuyorlar hem içkilerini yudumluyorlar. Sigara da serbest. Sağlı sollu cafeler, lokantalar, dükkanlar... Otel değil mini bir kasaba adeta.
Araya yürüye resepsiyona ulaştık, girenin çıkanın haddi hesabı yok. Giriş çıkış işlemleri için kuyruğa girdik. Bankolarda onlarca kişi zor yetişiyor müşterilere. Nihayet bankoya ulaştık, kaydımızı yaptırdık. Görevli kız sıkı sıkı tenbihledi: Odadaki buz dolabını kullanırken dikkatli olun. Bir içecek veya yiyeceği yerinden aldığınızda iki saniye sonra hesabınıza işlenir, yerine koysanız da dikkate alınmaz... Uyarının anlamını ve önemini odaya vardığımızda kavradık. Buzdolabı tıka basa dolu. Ucuza gelsin diye dışardan su veya içki aldık diyelim. Lakin odadaki buzdolabında koyacak yer yok. Çöl ortamında soğuk su içmek için yer açmak gerekiyor. Soygunun ilk adımı korkusuyla aklımıza bile getirmedik ama soğuk susuz da kalmadık. Gerek otel içinde gerekse dışında lokantalar cafeler, su istediğinizde ücretsiz buzlu su veriyorlar.
Yirmi ikinci kata çıktık, uzun mu uzun üç koridor. 22/117 nolu odamız yürü yürü bitmeyen bir koridorun sonunda. Mirage Hotel’in binlerce odası olmalı. Nitekim 3 bin 40 odalıymış. Yine de Las Vegas ölçülerine göre ortalama bir rakam. Venetian Hotel’in oda sayısı 7 binin üzerindeymiş.
Odaya yerleştikten sonra şehri az dolaşmak için aşağı indik. Las Vegas’ı Las Vegas yapan dev oteller The Stripe adlı altı kilometre uzunluğunda cadde boyunca sıralanmışlar. Dediğim gibi her biri adeta mini bir kasaba. Birinden diğerine geçmek mümkün. Otelden otele geçişi kolaylaştırmak için yürüyen bantlar, hatta ücretsiz mini tren seferleri koymuşlar. Yani Las Vegas, birbirlerinden yalıtık otellerden değil, entegre otellerden oluşan dev bir eğlence merkezi.
Otellerin konaklama fiyatları genellikle düşük. Mirage Hotel’de kişi başı 53 dolardan kaldık. Düşük konaklama ücretinin yanısıra, otel yerleşkesi içinde dünya çapında tanınmış marka lokantalar, ücretsiz şovlar. Konaklama ücreti neden düşük diye sormayın. Düşük konaklama ücretinin ve şovların cazibesine kapılan müşteri kumar masasında nasılsa soyulacak!
Stripe caddesinde yürüyüşe çıktık. Vakit akşam olmuş ama hava çöl sıcaklığında. Telefona hava sıcaklığını soruyoruz, 36 derece diyor. Kimbilir gündüz nasıldı. Yani Las Vegas’ta gündüz dışarda gezmenin imkânı yok. Bu haliyle Las Vegas dinlenmek için tercih edilecek bir yer asla değil. Kumar uyuşturucu fuhuş taraklarında bezi olmayan turistler gündüz dışarda dolaşamazlar, iki günden sonra vakit geçirecek meşgale bulamazlar. Turistin hayatı mecburen otel içinde geçer, şehri de ancak gece hava biraz serinlediğinde gezebilir. O gezinti sırasında nelerle karşılaşmazlar nelerle.
En başta evsizler. San Francisco sokaklarındaki kadar çoklar. Yürürken sigara kokusundan farklı keskin koku geliyorsa, uyuşturucu kullanılıyor demektir. Sokakta alkol tüketmek sıradandır, Amerika'nın genelinde yasaktır ama Las Vegas'ta değildir. Las Vegas caddeleri kadın satıcılarıyla doludur, gelene geçene pervasızca kart uzatırlar. Kaldırımlar Melih Gökçek’in Ankara caddeleri gibi kartvizitlerle doludur. Las Vegas sokaklarında gezinirken, kumarda don gömlek kalmış oyunculara “otomobiliniz alınır”, “mücevherleriniz nakde çevrilir” hizmeti sunanlara rastlamak da mümkündür. Tüylü bikinileriyle kızlar, çalıştıkları otelin etkinliklerine davet ederler. Caddenin hoş sürprizi ise, korku filmleri veya sinema tarihine geçmiş filmlerdeki kahramanların kılığına girmiş tiplerin aniden karşınıza çıkmasıdır.

Saat 19.30, karanlık basmış. Las Vegas ışıl ışıl. Bugüne değin bu kadar ışıl ışıl bir yer görmedim doğrusu. Oteller birbirlerine nispet yaparcasına gösterilerini başlatıyorlar. Gösteriler sokaktan geçenlere de açık. İnsan kendini şov dünyasının parçasıymış gibi hissediyor. Şu an, Bellagio Hotel’in önündeki gölün sahilindeyiz. Bir anda fışkıran yüzlerce fıskiye müzik eşliğinde ışıkla dans ediyor. Mühendislik harikası müthiş bir su ışık ve müzik gösterisi, insan kendisini bale salonunda hissediyor. Gösteri 15 dakika arayla gece 23.00’e kadar tekrarlanıyor.
Mirage Hotel’in şovu Volcano adını taşıyor, yani yanardağ patlaması. Akşam saatlerinde otelin mini gölüne akan şelale müzik eşliğinde yanardağa dönüştürülüyor. Patlama ve lav fışkırması aslında ses ve ışık gösterisi ama izleyenler üzerine sıcak hava da üflenerek gerçeklik duygusu veriliyor.
Linq Hotel’in yanında "High Roller" isimli dev dönme dolap dönüyor. Bir turu yarım saat sürüyormuş. İçkili kabinleri de varmış. Özel kabinlerde nikâh bile kıyılabiliyormuş.



Otellerin mimarisi gerçekten büyüleyici. Her biri Dünya’nın farklı bir şehrini Las Vegas’a taşımış. Mesela New York Hotel, Manhattan’ın kopyası; Özgürlük Anıtı, Broadway, Times Square, Brooklyn Bridge, Empire States Building aslına uygun şekilde küçültülmüş olarak inşa edilmişler. Paris Hotel’de Arc de Triomphe’un hemen yanında Eiffel Kulesi küçümsenmeyecek boyu ile yükseliyor. Ceasers Palace Hotel’de Collesium ve Aşk Çeşmesi ile Roma İmparatorluğu atmosferi hakim. Venetian Hotel’de San Marco meydanı, Venedik’in kanalları ve gondollar, tavanda Venedik’teki tarihi yapıların resimleri. Luxor Hotel Mısır piramitleri mimarisinde inşa edilmiş, girişte dev firavun anıtları ve sfenksler. Birbirlerinden görkemli otelleri gezmek ücrete tabi değil. Zaten Las Vegas’ta müze veya tarihi denilebilecek yapılar yok, sokak ve caddelerden çok otellerin içi geziliyor. Hepsini gezebilen bir turist bedava dünya turu yapmış hissedebilir kendini ama Türkiye’yi görmüş olamaz; çünkü Türkiye’nin bir kenti, örneğin İstanbul, Las Vegas’ta yok.
Dediğim gibi Las Vegas’ın görmeye değer müzeleri tarihi yapıları yok. Varsa da biz göremedik. Biz, yolumuz Kaliforniya’ya düşmüşken, dünya çapındaki popülaritesinin tahrik ettiği merakla, en çok da Grand Canyon’u görmek için Vegas’a yolumuzu düşürdük.
***

GRAND CANYON GEZİSİ
Colorado nehrinin milyonlarca yılda oyduğu Grand Canyon Arizona eyaleti sınırları içinde ama en kolay Las Vegas’tan gidilebiliyor. Özel araç dışında otobüs veya helikopter turları düzenleniyor. Fiyatı hayli tuzlu helikopter turunda pilot sizi kanyonun tabanına indirip nehri de gösteriyormuş. Biz kiralık aracımızla sabah yola çıktık, çölde dört saati aşan bir yolculukla kanyonun kuzey ucuna vardık. Kanyonun en popüler ucu güneyde olanıymış. Güney ucu, Yosemite Park konseptiyle düzenlenmiş, hükümet tarafından yönetiliyormuş, her yıl 3 milyon turist geliyormuş. Kuzey ucu ise kanyon bölgesinin yerli halkı Huvalapai Kızılderililerine bırakılmış, yılda 300 bin ziyaretçisi ancak varmış.

Kuzey ucuna gidişimiz bildiğimizden değil, tesadüf. Navigasyon bizi kuzey ucuna götürdü. Ancak güney ucunu göremedik diye üzülmedik. Gördüklerimize bakarak, isabetli olmuş diye teselli ettik kendimizi. Çünkü maksat kanyonu görmek ise, iki taraftan da aynı manzara görünüyor, kuzey ucunda ise girişin kuzeyindeki jeolojik oluşumlar ve yemyeşil Kaibab ormanları da gezilebiliyor. Güneyin daha güneyi ise çöl. Güney ucun kuzey uçtan en önemli farkı, uçurum üzerine yapılmış camdan bir köprü. Camdan köprünün altındaki uçurumun derinliği 1200 metre. Köprüden geçerken kendi aletinizle fotoğraf çekmek yasakmış; fotoğrafı 30 dolar karşılığında park görevlisi çekiyormuş. Güney ucunda park içi otobüs ulaşımı da 45 dolar ücrete tabiymiş.
Jeoloji yüksek mühendisleri Elif Cihan ve Taylan Özgür’ün söylediklerine göre Grand Canyon’un jeolojik tarihi 2 milyar yıl öncesinden başlıyor. Kanyonun genişliği 400 metre ile iki buçuk kilometre arasında değişiyor; derinliği de 1600 metreye ulaşıyor.
Grand Canyon gezisinin dönüşü hayli zahmetli oldu. Kaptan sürücü Elif Cihan karanlığa kalan yolculuğun son saatinde iyice yoruldu. Ancak direksiyonu bize teslim etmeye yanaşmadı. Çünkü aracı önceden kiralamış, bizim de ehliyet sahibi olduğumuzu söylemiş ama şirket ehliyetlerimizi görmeden kullanma izni vermeyeceğini bildirmiş. Dolayısıyla aracı sadece Elif Cihan kullanabiliyor. Çok yoruldu ama son yirmi dakikada Luxor Hotel’in gökyüzünü delen lazer kulesi görününce yorgunluğu geçti, sağ salim otelimize ulaştık.
San Francisco, Yosemite, Los Angeles, Las Vegas, Grand Canyon derken hayli yorulmuşuz. Ertesi günü kendimize istirahat verdik. Horanta havuzda serinlemeye çalıştı. Daha ertesi sabah tam saatinde otelden çıkıp havaalanına intikal ettik. Kiralık aracımızı teslim edip Yellowston Parkı’nı görmek üzere uçakla Montana’ya hareket ettik.
Havaalanında uçağı beklerken gördük ki, bekleme salonları kumar makineleriyle dolu. Yani Vegas’a uçakla gelenler daha alana iner inmez kumara başlayabilirler ya da otelde kazananlar da kaybedenler de kumar oynayarak Las Vegas’a veda edebilirler.
***

HANGİSİ DAHA AĞIR GÜNAHTIR?
Tekraren söylemek gerekirse, Las Vegas fıtratına uygun şekilde ışıltılı bir kumarhane. Kumarhanelerde tavan genellikle gökyüzü şeklinde, etrafta saat yok. Pencere de yok, daima loş bir ortam var. Maksat, zaman kavramı unutulsun, saat kaç bilinmesin, hangi saatte olursa olsun kumar oynansın. Nitekim boş masa çok az. Masalarda kadın erkek krupiyeler meslek ciddiyetiyle kumar oynatıyorlar. Slot makinelerinin başında fiziken sağlıklı kadın ve erkeklerin yanı sıra tekerlekli sandalyesinde yaşlı şişman engelli insanlar da delicesine kol çekiyorlar. Masalardaki oyunculara içkiler ücretsiz. Maksat, çok içsin, o sarhoşlukla daha çok kumar oynasın. Odaların pencereleri sadece aralanabiliyor, sonuna kadar açılmıyor. Kumarda her şeyini kaybeden veya sarhoşun biri atlayıp intihar etmesin diye düşünülmüş bir önlem olmalı! 
Turizm âleminde “Vegas’ta yaşananlar Vegas’ta kalır” denirmiş. Öyle denilse de bizde yalan yok, Las Vegas’ta geçirdiğimiz üç gece iki gün boyunca kumar oynamadık, içki dışında günaha girmedik. Yazıya eşlik eden fotoğrafı hatıra olsun diye çektirdik, kesinlikle kol çekmedik.
Kumar masasına oturmadık, slot makinesinde kol çekmedik ama düşünmeden de edemedik, günaha girseydik, şeytana uyup kumar da oynasaydık ne olurdu?
Mesela, Allah ve Muhammed ile aldatıp memleketi soymaktan, semaya kalkmış elleriyle beytülmale uzanmaktan, rüşvetçi hırsızı “hayırsever işadamı” diye sahiplenmekten, o hırsızın önüne yatan siyasetçiyi mahkeme yolunda çevirmekten, pedofil yuvası dinci vakfa kol kanat germekten daha ağır bir günah mı işlemiş olurduk?
İçki içip kumar oynamak, kendi oğlunu askerden muaf tutup yoksul halk çocuklarını cepheye göndermekten, tabutu geldikten sonra da “Ne mutlu ki şehit olup cennete girdi, Peygamber’e komşu oldu” diye nutuk atmaktan daha ağır bir günah mıdır?
Başkentinde zafer namazı hülyasıyla komşu ülkede iç savaşın tarafı olmak, yüzbinlerce insanın katline milyonlarcasının evsiz kalmasına katkıda bulunmak nasıl bir günahtır?
Neyse, günah kıyaslamasını burada keseyim. Hangisi daha ağır cehennemlik günahtır, cevabını İbnü’l Sallama Hükümran Beyefendi versin.
İbnü’l Sallama Hükümran Beyefendi tefekkür eyleyedursun, naçizane ben böyle düşündükçe, düşündüklerimi yazdıkça, Allah ve Muhammet ile aldatan günahkârın kılları kulları tarafından ideolojik olarak çıkmaz sokakta olmakla eleştiriliyorum.
Haklılar bir bakıma, içinde bulunduğum sokak bu gibi günahlara çıkmıyor, sadece ve sadece özgürlüğe barışa demokrasiye sosyalizme çıkıyor.
Sahi, Allah ve Muhammed ile aldatan siyasetçinin kılları kulları, günahıyla sadece kendine zarar veren içkici ve kumarcılardan daha mı masumlar? Debelendikleri sokağın Allah ile aldatan “alnı secdeli” despotun sarayındaki müstahdem kümeslerine çıktığını biliyorlar mı?

İçkisi dışında günahına ortak olmadığımız Las Vegas’a veda ederken aklımızda bu sorular vardı.

23 Ağustos 2017 Çarşamba

HOLLYWOOD YILDIZLARIYLA MUHABBET!

SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
HOLLYWOOD YILDIZLARIYLA MUHABBET!
Görsel kültür ve eğlence endüstrisinin başkenti olarak, en başta Hollywood yıldızlarıyla zaten dünyanın gözü önünde olan Los Angeles’i anlatmak gerekir mi? Malumu ilan olacaksa da, dünya gözüyle gören birinin izlenimlerini, Hollywood yıldızlarıyla muhabbetini dinlemekte yarar var derim. Gözden göze dilden dile fark vardır değil mi!
Los Angeles (kısaltılmış adıyla LA) ABD’nin en zengin eyaleti Kaliforniya’nın en zengin şehri. Metropoliten bölge olarak 18 milyonu aşan nüfusuyla da ABD’nin New York’tan (NY) sonra ikinci kalabalık metropoliten kenti. LA diye bilinen metropoliten bölge aralarında Beverly Hills, Santa Monica, Hollywood, Malibu, Venice Beach’in de bulunduğu 88 küçük şehirden oluşuyor.
İspanyolca adı “melekler şehri” anlamına geliyormuş ama, San Francisco gibi LA’nın tarihi de hiç de melekçe yaşanmamış. LA’nın otokton halkı Kızılderililer, 1769 yılında sömürgecilerin istilasından sonra San Francisco’lu soydaşlarıyla aynı kaderi paylaşmış.
Altın ve gümüş madenlerinin bulunması, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında petrol yataklarının keşfedilmesiyle birlikte hızla gelişen LA, 1920’lerden itibaren sanat ve eğlencenin dünya çapında öncü merkezlerinden biri olmuş. Sanat ve eğlence dünyasında LA’nın Hollywood’u bugün NY’nin Broadway’i karşısında çok daha etkili. Nitekim, LA’nın içinde bulunduğu Kaliforniya’nın bazı valileri, hatta ABD başkanı Hollywood yıldızları arasından çıktı: Eski ABD Başkanı Ronald Reagan ve Terminatör lakaplı Arnold Schwarzenegger.
Eski valilerden biri de, dünyanın başına bela olan Bush ailesinin en küçüğü. Jeb Bush valiyken, 2000 yılı başkanlık seçimine hile karıştırılmış, kimin başkan seçildiği aylarca belli olmamıştı. Sonuçta Kaliforniya delegeliklerini sadece 537 oy farkıyla W. Bush’un kazandığı açıklanmış ve Dabılyu Bush başkan ilan edilmişti. Oysa Demokrat başkan adayı Al Gore, ABD genelinde bir buçuk milyon daha fazla seçmenin oyunu almıştı. Sonuç Amerikan siyasi tarihine Neocon darbesi olarak geçti. Sonrası malum, 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısı, Afganistan ve Irak’ın işgali, Recep Tayyip Erdoğan’ın eşbaşkan olduğu Büyük Ortadoğu Projesi, “Türkiye’nin en iyi ihraç malı” ilan edilen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başına geçirilen çuval... Bu arada Jeb Bush’tan sonra Kaliforniya Valisi olan Arnold Schwarzenegger, Cumhuriyetçi Parti kurultayında Dabılyu Bush’u destekleyince, Demokrat Kennedy ailesine mensup karısı Maria Shriver iki hafta süreyle yatakları ayırmıştı!!! Daha sonra ise Arnold’un hizmetçiyi hamile bıraktığı ve çocuğu olduğu ortaya çıkınca, boşanmışlardı!!!
***

LA’ya San Francisco’dan otomobille beş buçuk saatte ulaştık. LA’nın Büyük Okyanus kıyısındaki sayfiyelerinden Santa Monica’ya vardığımızda vakit akşamüzeriydi. Otel yerine evde kalmayı tercih ettik. Elif Cihan internet üzerinden evi kiralamış. Main caddesinde iki katlı şirin bir ev. Sahibiyle hiç yüz yüze gelmedik. Garaj kapısının şifresini tıkladık, sonra da evin kapısının şifresini. Teknoloji hayatı nasıl da kolaylaştırıyor! Dayalı döşeli ev. Plaja uzaklığı 150 metre kadar.
Eşyaları yerleştirdikten sonra soluğu plajda aldık. Alabildiğine geniş plajın ucu bucağı görünmüyor. Güneyde Venice plajı, kuzeyde Malibu plajı olarak kilometrelerce uzanıyor. Denizde sörfçüler; Kumsal alanda güneşlenenler, voleyboycular, kumdan şato kuranlar. Kumsal alan bittikten sonra yayalar için ayrı bisikletçiler için ayrı yollar. Çöp kamyonları dışında motorlu araç trafiğine kapalı. Yürüyüş yolu İstanbul’un İstiklal Caddesi kalabalığında. Yol boyunca dükkanlar, hediyelik eşya barakaları, lokantalar, barlar. Yollarda çeşit çeşit müzik müzisyenler çalgıcılar, çoğunluğu zencilerden oluşan dans grupları, karikatür ve resim çizenler, alçıdan heykel yapanlar, sihirbazlar, palyaçolar, paten yapanlar, bisiklet sürenler... Yanlarısıra evsizler. San Francisco’daki gibi ne çoklar.
Okyanus sahili ama nemsiz ılıman bir hava. Yürüye yürüye lunaparka ulaştık. Orayı da geçtikten sonra plaja diklemesine uzanan Broadway Caddesi üzerindeki ünlü Cheesecake Factory’de nefsimizi körelttik. Yemekten sonra ya sırt üstü yatılır ya da kırk adım atılır. Mecburen ikincisini yaptık, akşamın serinliğinde bir saate yakın yürüyüşle evimize döndük.
Ertesi günü sabah yürüyüşü ve kahvaltıdan sonra şehir turuna çıktık. LA’nın en zengin mahallesi Beverly Hills’teyiz. Krem dö la krem tabakanın yani en seçkinlerin mahallesi. Evler genellikle iki katlı bahçeli. Zenginin malı züğürdün çenesini yorar hesabı imrenmemek mümkün değil. Bahçeler son derece bakımlı, envai çeşit çiçeklerle süslü. Seyretmekten kendimizi alamıyoruz. Giriş kapılarında güvenlik şirketlerinin reklamları dikkati çekiyor. Bazı evlerin kapılarında iki ayrı güvenlik şirketinin reklamları var. Eh bunca zenginlik olursa korku sadece dağları beklemez, evlere de siner değil mi! Korku insana neler yaptırmaz neler yaptırmaz, korkak diktatörler memleketin başına ne belalar açar da, sırası değil.


Beverly Hills’te caddeler geniş mi geniş. Arabamızı park edip caddeleri adımlıyoruz. Derken kendimizi şehrin merkezindeki parkın önünde buluyoruz. Tam fotoğraf çektirilecek yerdeyiz.

LA yürüyerek gezilecek bir şehir değil. Çünkü çok geniş bir alana yayılmış, uçsuz bucaksız metropoliten bir kent. Arazi düz ve geniş olunca, yayıldıkça yayılmış. İstanbul gibi sıkış tıkış, estetikten yoksun vahşi bir yapılaşma yok. Gökdelen plazalar sadece LA’nın tam merkezinde. Onun dışında konutlar binalar genellikle iki üç katlı. Caddeler sokaklar tertetemiz pırıl pırıl. Trafik de akıcı.
Navigasyon aletini açıp Beverly Hills’ten ayrılıyoruz. İstikamet ünlü Hollywood yazısının bulunduğu yamaç. Bu yamaca çıkış yasak. Müsait bir seyir tepesinde uzaktan da olsa göreceğiz, fotoğraf çektireceğiz. Aslında anlamsız bir davranış ama bir LA klasiği. Kapitalizm böyle bir şey işte. Sanal imajı metalaştırmanın ve kâra tahvil etmenin başarılı bir uygulaması. Hollywood yazısına karşı fotoğraf çektirmeyen LA’yı görmüş sayılmazmış! Yolda ilerlerken görüyoruz ki, sırf Hollywood yazısının seyri için tur minibüsleri vızır vızır. Hedeflediğimiz seyir tepesi, Hollywood yazısını görmek isteyenlerle dolu.


LA klasiğinden biz de mahrum kalmıyoruz netekim!

LA klasiği fotoğraf çektirmekten ibaret değil, devamı var. Navigasyon aletimize Hollywood Bulvarı yazıp yeniden yola koyuluyoruz. İki saati ücretsiz park yerine arabamızı bırakıp bulvarı adımlamaya başlıyoruz. Bulvarda Hollywood ünlülerinden bir ikisini görür müyüz diye sesli düşünüyoruz ama yoklar; muhtemelen Beverly Hills veya Malibu’daki evlerindeler. 
Sinema ve eğlence endüstrisinin ünlüleri Hollywood Bulvarı’nda cismen yoklar ama ismen varlar. Bulvarın kaldırımları, ünlülerin isimlerinin yazılı olduğu yıldızlarla dolu. İki üç adım atıyorsunuz, bir ünlünün adının yazılı olduğu yıldız ayaklarınızın altından geçiyor. İşte bu Tarzan, bu da Mister Spock. Çok gitmeden Kaptan Kirk, Ceyar, Suellen, Terminatör, Rocky, Don Vito Carleone, Hannibal Lexter, General Patton, Şarlo...


Bulvarı baştanbaşa adımlamayı göze alamıyoruz. Dönüş yoluna koyulmadan önce Marılyn Monroe ile karşılaşınca anısı önünde diz çökmekten kendimizi alamıyoruz.

Hazır Hollywood Bulvarı’nda yürüyorken söyleyelim, bulvar filmlerdeki gibi bir yer değil. Kalabalıktan güçlükle yürüyebildik. Daha önce gezenlerden öğrendiğimize göre de akşamları fuhuş ve uyuşturucu pazarına dönüşüyor. Bulvar üzerindeki kafe, bar ve lokantalar çok gösterişli ama hizmet özensiz, yemekleri de yemeseniz de olur.

Balmumu heykel galerisi Madame Tussauds Müzesi’nin LA şubesi, her yıl Oscar Ödülleri töreninin düzenlendiği Dolby Theatre binası, Hollywood Bulvarı’nda sıralanmışlar. Eğlence endüstrisi devlerinden Universal’in stüdyoları da çok uzak değil. Madame Tussauds Müzesi’ni gezsek iyi olurdu. Lakin LA’ya sadece iki gece bir gün ayırmışız, o da bitmek üzere. Universal stüdyoları desen, benzerini daha önce Walt Disnay’ın Orlando stüdyolarında üç gün geze geze bitirememişiz. Şimdi LA’da kişi başı 80 dolar ütülmenin anlamı yok, niyet bile etmiyoruz.
Çok muhabbet tez ayrılık getirir derlermiş. Hollywood yıldızlarıyla muhabbetimiz de öyle oldu. Eğlence endüstrisinin başkenti LA’nın görülmeye değer nice mekânı mahallesi var ama bizim vaktimiz yok. Programda ertesi sabah zorlu bir yolculuk daha var.
Las Vegas’a doğru yola çıkmadan önce belirtmeli ki, Santa Monica kumsalı dışında LA’da evsize rastlamadık. ABD standartlarına göre bile aşırı zenginliğin ve korkunun eseri güvenlik, zenginlerin ve turistlerin göz zevki için Beverly Hills ve Hollywood’ta evsizlere sokakları dar etmiş galiba! İlginçtir, obeziteye de pek rastlamadık. Var da biz mi göremedik, bir yorum yapamadık.
Ertesi gün Santa Monica’da tam saatinde evden çıktık. Bir saat sonra ev sahibimiz, evi çok temiz bıraktığımız için email ile teşekkür etti, tekrar beklediğini yazdı.

Hoşça kalın Hollywood yıldızları, muhabbete doyamadık! Günahın başkentinde buluşmak üzere!