20 Ağustos 2017 Pazar

GÜZEL SAN FRANCİSCO

SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ
GÜZEL SAN FRANCİSCO
Yazının başlığına bakıp, kırk yılın sosyalisti seyyahınızın finans kapitalin başkentine kaside düzdüğünü düşünebilirsiniz. Haklısınız. Yazıyı sonuna kadar okumanızı öneririm.
 San Francisco, ABD’nin en zengin eyaleti Kaliforniya’da San Francisco Körfezi’ni kapatan yarımada üzerinde kurulu bir şehir. Batısında Büyük Okyanus, doğusunda San Francisco Körfezi bulunuyor.
Wikipedi’nin San Francisco maddesine göre arkeolojik buluntular burada yerleşimin 3 bin yıl önce başladığını gösteriyor. Avrupalı sömürgeciler 1769’a kadar bölge halkını rahatsız etmemişler. Bu tarihte sömürgeciler bölgenin zenginlik potansiyelini fark etmişler, bugün Golden Gate Köprüsü’nün başladığı noktada askerler için kale, yanı sıra misyoner binası inşa etmişler. (Bütün işgalciler birbirine benziyor, askerler ve dinbazlar birlikteler yani! Ama bizim ceddimiz, halifelerimiz akıncılarımız hocalarımız imamlarımız gazilerimiz işgal etmediler, Fetih ve Ganimet/Enfal surelerinin icabını yerine getirdiler, kâfir memleketlerine adalet götürdüler değil mi?)
Bölge, 1821’de İspanya’dan bağımsızlığını kazanarak Meksika’ya katılmış; 1846’daki savaş sırasında da ABD tarafından ilhak edilmiş. İlhakın hemen ardından bölge altın ve gümüş arayıcılarının hücumuna uğramış. Öyle ki, limana ulaşan gemilerin tayfaları karaya ayak basar basmaz firar edip altın arayıcılarına katılmışlar. Şehrin 1847’de bin olan nüfusu sadece bir yıl sonra on binleri geçmiş.
Yerli halkın kökünü kazıyan Altına Hücum’la bölge çok kısa sürede ABD’nin gözbebeği haline gelmiş, körfezin güvenliği için İspanyollardan kalan kalenin yerine daha muhkem bir kale, Alcatraz Adası’na da ikinci bir kale inşa edilmiş. Altına Hücum’un yarattığı zenginlik ve servet birikiminin güvenlikten sonraki en ivedi gereksinmesi tabii ki banka, iletişim ve ulaştırma altyapısıdır. İlk banka olarak 1852’de Wels Fargo kurulmuş, devasa liman inşa edilmiş, demiryolu döşenmiş. İnşaatlarda çalışan Çinliler Çin Mahallesi’ni kurmuşlar. Servet birikimi ekonominin tüm sektörlerini büyütmüş. San Fransisco’nun ve bölgenin diğer kentlerinin sosyal, kültürel dokusu büyüyen ekonomiye ayak uydurmuş, gösterişli evler, okullar, kiliseler, tiyatrolar inşa edilmiş.
San Francisco 1906 depremiyle adeta yok olmuş, depremin ardından çıkan yangında dörtte üçü küle dönmüş. Felaketin ardından San Francisco kısa sürede kare kare yeniden kurulmuş. Devasa zenginliğiyle 1929 krizini en az hasarla atlatmış, kriz döneminde bugün kentin kimliğini oluşturan Golden Gate ve Oakland Körfez köprülerini 1937’de tamamlamış. Eh bunca zenginlik güvenlik sorunu da üretir tabii; Alcatraz kalesi, ağır suçlulara ve Al Capone gibi mahkumlara tahsis edilir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında San Francisco Tershanesi, Pasifik Cephesi’nin merkez üssü haline gelir. Kentin kazandığı önem devletler arası ilişkilere de yansır; Birleşmiş Milletler Sözleşmesi 1945 yılında, ABD-Japonya savaşını bitiren anlaşma da 1951 yılında bu kentte imzalanır.
Altına Hücum’la finans merkezi haline gelen San Francisco bugün iletişim teknolojileri ve turizm ağırlıklı bir ekonomiye sahip. Google, Apple, Facebook, Twitter, Yahoo, Intel, HP, Mozilla ve Microsoft’un da aralarında olduğu iletişim devlerinin merkezleri, San Francisco Vadisi’nin parçası olan San Jose Vadisi’nde, yani Silikon Vadisi’nde bulunuyor.
***

San Francisco’da üç gece kaldık ama şehri gezmeye sadece bir gün ayırabildik. Diğer günler Yosemite’ye gidiş ve dönüş, Los Angeles’a gidiş nedeniyle yollarda geçti.
Sıkışık ve yorucu bir gezi programı olsa da sabah yürüyüşlerimi ihmal etmedim. İlk gün sabah alışkanlık üzere anarşizan keşif yürüyüşüne çıktım. Hava serin mi serin, üstelik sisli puslu, termometre 13 dereceyi gösteriyor.
 Otelden çıkarken, kaybolmamak için konum noktasını belleğime kaydettim. Telefona değil belleğime; çünkü telefonu kapatmışım. Yön duygusu normal birinin San Francisco’da kaybolması mümkün değil aslında. Çünkü, daha önce de belirttiğim gibi San Francisco, üzerinde geometri dersi çalışılacak derecede düzgün yapılanmış. Şehrin kare kare yerleşimi uçakta bile fark ediliyor. Otelin bulunduğu Geary caddesini adımlamaya başladım. Arada diklemesine kesen caddelere de saptım. Derken Turk caddesine çıkmayayım mı? Ya işte böyle, San Francisco’da Turk caddesi var. Kürtler kıskanmasın, inşallah bir gün Kürt caddesi de olur. Şaka şaka. Elin San Francisco’sunda Turk veya Kurt caddesi olsa ne olur olmasa ne olur!!!

Birkaç yüz metre sonra tekrar Geary caddesine döndüm, Powel caddesiyle kesiştiği noktada San Francisco meydanında buldum kendimi. Meydan kentin adını taşıyor ama bizim Ankara Kızılay’daki Zafer Meydanı kadar bile değil. O denli küçük bir alan. Zaten doğal çevrenin parçası da değil, bir otoparkın üzerine beton zemin olarak düzenlenmiş. Bu meydanda devasa yükseklikte bir direğin tepesinde elinde üç dişli mızrağıyla zafer tanrısı ya da tanrıçası. Kaidesinde yazılanlardan anladığım kadarıyla heykel, 1898’de ABD/İspanya savaşında kazanılan zaferin anısına dikilmiş.
Burada biraz duralım. Savaşta ilk olarak gerçeğin vurulduğunu, halkları savaşmaya ikna etmek için devletlerin ne gibi yalanlar ürettiklerini Dördüncü Ordu Medya adlı kitabımda anlatmıştım. Anlattığım savaşlardan biri de 1898 savaşıydı. Özetle, İspanyol sömürgesi Küba’da bağımsızlık savaşı başlamıştır. İspanya, bağımsızlık mücadelesini bastırmak için asilerin halkla ilişkisini koparmayı temel strateji olarak benimsemiş, acımasız yöntemler uygulamaktadır. Köyleri boşaltmakta, ele geçen asileri kurşuna dizmektedir (Tanıdık geliyor mu bu strateji?). Sömürgecilerin gazabından adadaki Amerikan kolonisi de etkilenmektedir ki, artık kendi iç pazarıyla yetinmeyen taze emperyalist ABD’nin Küba’da gözü vardır, saldırmak için bahane aramaktadır. Lazım bahane, askerler ve medya imparatorları William Randolph Hearst ve Joseph Pulitzer tarafından üretilir.
Küba, vahşi İspanyol ordusunun çizmeleri altında inlemektedir. ABD’nin Küba’daki vatandaşlarını korumak için Havana’ya gönderdiği Maine zırhlısı İspanyol donanması tarafından batırılmış ve 250 denizci martyr olmuştur... Lazım bahane bulunmuştur.
İki medya imparatoru arasındaki tiraj kavgasının da körüklediği kampanya sonunda ABD Kongresi, Küba’nın bağımsızlık hakkını tanıyan ve İspanya’ya karşı güç kullanması için Başkan’a yetki veren tasarıyı kabul eder. Savaş, İspanyol donanmasının Amerikan donanması tarafından imha edilmesiyle sonuçlanır. İspanya sömürgeleri Küba, Porto Riko, Guam ve Filipinler ABD egemenliğine geçer. Böylece ABD emperyalist güç olarak tarih sahnesine adımını atar. Pulitzer, muzaffer donanmanın New York’a dönüşünde zafer takları kurdurur, geçit töreni düzenler...  Maine zırhlısının Havana Limanı’nda batmasını araştıran komisyon ise çalışmalarını 1911 yılında tamamlar; geminin batmasına yol açan patlamanın kazan dairesinde meydana gelen bir kazadan kaynaklandığını açıklar...
Ne kadar tanıdık değil mi? ABD’nin bütün savaşları, yalan olduğu sonradan açıklanan bahanelerle başlatıldı. En son Irak’ı, kimyasal silah ürettiği yalanıyla işgal etti. Bugün Türkiye’nin yerli ve milli Cumhurbaşkanı olduğunu iddia eden zat, emperyalist proje BOP’un eşbaşkanı olarak, o işgale Türkiye’yi de katmak için nasıl canını dişine takmıştı! Hatırladınız mı?
***

Memleketin çıldırtıcı gündeminden biraz olsun kopabilmek için telefonu bile kapatmışım ama ne mümkün, dünyanın öbür ucundaki yapay bir meydanda karşılaştığım heykel bile izin vermiyor, hatırlatıyor işte. Yürüyüşe devam ediyorum. Dediğim gibi hava serin mi serin, termometre 13 dereceyi gösteriyor, San Francisco meydanına bakan gökdelenler, 260 metre yüksekliğiyle şehrin silüetinde yeri olan Transamerica binası sisler içinde.
Nihayet limana ulaştığımda da hava durumunda değişiklik yok, yine sisli puslu. Golden Gate köprüsü çok uzakta ama çok yakındaki Oakland köprüsü bile zor seçiliyor.
San Francisco limanı mühendislik harikası olmalı. Tıpkı havaalanları gibi onlarca rıhtımı var. Rıhtımların dizildiği sahil bandında ise lokantalar mağazalar. Yürüyüş ve koşu için pek uygun olmasa da insanlar yürüyorlar koşuyorlar. İğreti parkların banklarında veya çöp kutularının yanında ise evsizler. Ne kadar da çoklar! Daha önceki seyahatimde New York, New Jersey, Florida ve Washington eyaletlerine uğramıştım, bu kadar evsize rastlamamıştım. ABD çok zengin, dünyanın jandarması ama on milyonlarca aç ve evsizi de var işte!!! Sosyalizme kurban olun muhafazakârlar, Amerikanperver bilumum liberaller! Küba’yı da gezdik gördük. Ambargo altında, yoksul, sosyalizm devlet kapitalizmine dönüşmüş ama aç ve açıkta kimse yok. Kimse cahil ve sağlıksız bırakılmıyor, eğitim ve sağlık tümüyle ücretsiz...

İkinci gün sabah erkenden Stocton caddesini adımlıyorum. Uzun tüneli geçer geçmez bambaşka bir Francisco çıkıyor karşıma. Bilmeden Çin Mahallesi’ne girmişim. Uzun cadde boyunca genç yaşlı kadın erkek Çinliler dükkanlarını mağazalarını açıyorlar. Bizim kasabaların çarşılarına ne kadar benziyor. Toplu taşım araçları da öyle.

Yürüye yürüye küçücük bir parka ulaşıyorum. Yaşlı Çinliler sabah sporuna çıkmışlar. İki yaşlı kadın ise bir ağaca ses yayın cihazı ve bir parça da çaput bağlamışlar, yavaş adımlarla etrafında dönüyorlar. Galiba ibadet ediyorlar.


Çok yakın bir tepeden kule yükseliyor. Yokuşu tırmanıp tepeye çıkıyorum. Covit Tower’a gelmişim. San Francisco’ya tepeden bakmak istiyorum, göremiyorum.
Kahvaltının ardından horanta ile yine Stocton Caddesi’ndeyiz. Bu kez tünelin üstünden bakıyoruz Çin Mahallesi’ne. Covit Tower’a tırmanıyoruz, sis biraz dağılmış ama yine de berrak bir hava yok. Yürüyerek limana iniyoruz, Alcatraz’a daha yakından bakıyoruz. Limanın en meşhur rıhtımı Pier 39 iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık. Çok sayıda lokanta, dükkan, eğlence yeri dizili. Bir iki dükkana girip çıktık, fiyatlar cesaret kırıcı. Epey yol tepmişiz. Hard Rock kafeye girip karnımızı doyurduk, dinlendik.

Golden Gate Köprüsü’nden geçmeyen San Francisco’yu görmüş sayılmazmış. Yürünecek uzaklıkta değil. Uber ağına bağlanıp taksi çağırdık. Taksi dedim ama aslında taksi değil, özel araç. Uber ağı özel araç sahiplerinden oluşuyor, internet üzerinden konum ve gideceğiniz adresi bildirip çağırıyorsunuz. Anında fiyat öneriliyor. Kabul ederseniz en yakındaki araç geliyor. Ücret yine internet üzerinden kartla ödeniyor. Taksiciler gibi kaba değiller, ağda kalabilmek için kendilerini beğendirmek zorundalar. Yolculuğun sonunda beğenip beğenmediğinizi uber ağına yazıyorsunuz.


Golden Gate Köprüsü’ne yakın bir noktada bulunan Güzel Sanatlar Sarayı’nı görmeden edemiyoruz.  Roma ve Yunan mimarisinden esinlenerek yapılmış. Çevresindeki büyük göl, yapının geometrik formlarını yansıtan bir ayna görevi görüyor. Saray çevresinde gezinirken, düğün fotoğrafı çektirmek için gelen çiftlerle karşılaşıyoruz. Ghirardelli’ye uğrayıp beleş çikolatamızı almayı da ihmal etmiyoruz. 

Vakit akşama yaklaşmış yorulmuşuz. Köprü’yü geçme lüksünden vazgeçip uzaktan bakmakla yetiniyoruz. Ertesi sabah, kahvaltının ardından Los Angeles yoluna düşüyoruz.
***

 Gelelim San Francisco'nun güzelliğine. Güzel San Francisco nitelemesi bana ait değil; Türkiye’nin medya ve diplomasi tarihine geçmiş bir dalkavukluk başyapıtıdır. 2015 yılında 94 yaşındayken vefat eden gazeteci Bedii Faik “Güzel San Francisco”yu şöyle anlatıyor:
İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiştir. Milli Şef’in Türkiye’si yoksuldur. Yokluğu çekilmeyen tek şey, “totaliterin totaliteri” Milli Şef diktatörlüğüdür. ABD’nin düzenlediği San Francisco Konferansı’na Türkiye de çağrılmıştır. Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Hasan Saka başkanlığında bir heyet temsil edecektir. Heyette, Hüseyin Cahit Yalçın, Falih Rıfkı Atay gibi şöhretli gazeteciler de vardır.
Bedii Faik gazeteciliğe meyleden sade bir okuyucudur henüz. Tünel’den Karaköy’e inerken, kapı ağzındaki gazete tezgâhında manşetlere bakar:
Türk tezi ittifakla…”
Konferans Türk teklifini ittifakla kabul etti.”
Konferansta Türk heyetinin teklifi ittifakla kabul edildi.”
Bedii Faik, heyecandan titreyen elleriyle cebini yoklar, o telaş içinde bozuk paralarının bir kısmını yere düşürür. Dünyanın en büyük konferansında Türk tezinin ittifakla kabul edilmesinin tesellisiyle, rayların karanlığına yuvarlanan paraların peşinden gitmez. Hemen bir tomar gazeteyle vagona girer, gazetelerin haberlerine dalar. Sonrasını şöyle anlatır:
“Ah! Yarabbi, yazının içeriği yerine sadece başlığının keyfi ve saadeti içinde kalabilseydim ne olurdu ve senin derya-yı izzetinden ne eksilirdi? Halbuki okudum ve maalesef okudum. Neymiş biliyor musunuz Türk heyetinin ittifakla ve alkışlarla kabul edilen önerisi? Konferans bildirisinde San Francisco adı geçiyor ya. Türk diplomatları hemen başkanlığa bir öneri sunmuşlar ve bildirilerde San Francisco kelimesinin başına ille de ‘güzel’ sıfatı konmasını teklif etmişler. İşte bu kadar! Ve tabii konferans başkanlığı, misafir olunan şehrin böyle bir sıfatla anılması isteğini derhal genel kurulun tasvibine sunmaz da ne yapar? O da sunmuş ve alkışlar – bana göre hiç şüphesiz hayli gülüşmeler arasında teklifin kabul edildiğini diplomasi tarihine kaydetmiştir!”[1]

Güzel San Francisco’nun medya ve diplomasi tarihindeki yeri böyle. Türkiye’nin medya ve diplomasi tarihi buna benzer nice dalkavukluk örnekleriyle doludur.
Dalkavukluk tarihimiz bir yana, San Francisco güzel bir şehir mi?
Elbette güzel bir şehir. Güzel derken şehrin tarihindeki kan ve gözyaşını, ekonomisindeki ve sosyal hayatındaki adaletsizliği gözardı etmiyorum elbette. Yönetenleri çirkin diye bir ülkenin veya şehrin güzelliği görmezlikten gelinmemeli!
Los Angeles’ta buluşmak üzere!



[1] Matbuat Basın derkeen… Medya, Doğan Kitapçılık, Mayıs 2001, C:1, s:12.

7 yorum:

  1. Degerli dostum yazıdaki anlatımın su gibi.... bu seyhananede kendi adıma bilmediğim şeyleri de ögrenmiş oluyorum.iyi gezmeler.😊

    YanıtlaSil
  2. Degerli dostum yazıdaki anlatımın su gibi.... bu seyhananede kendi adıma bilmediğim şeyleri de ögrenmiş oluyorum.iyi gezmeler.😊

    YanıtlaSil
  3. Rahmiciğim yazılarını zevkle okuyorum. Yıldırım ailesine selam sevgi ve iyi gezmeler.

    YanıtlaSil
  4. ABD’nin Küba’daki vatandaşlarını korumak için Havana’ya gönderdiği Maine zırhlısı İspanyol donanması tarafından batırılmış ve 250 denizci ölmüş, Ölenler arasında yüksek rütbeli asker yoktur, ikiz kulede ölenler arasında yöneticilerin olmaması gibi.

    YanıtlaSil