Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)
adlı örgütün Musul’u ele geçirmesiyle Irak’taki kaos daha da derinleşti.
IŞİD’in ilerleyişi, Irak ve Suriye’yi olduğu gibi Türkiye’yi de doğrudan etkiliyor.
IŞİD Irak, Suriye, Lübnan ve
Ürdün’ü kapsayan bölgede İslam devleti kurmayı hedefliyor. Yeni bir örgüt
değil, kuruluşu ABD’nin Irak’ı işgal ettiği 2003 yılına kadar uzanıyor. Arkasında
bir devletin görünür resmi desteği yok. Zaten devletler bu tür örgütlere örtülü
destek verirler. Bu bağlamda Suriye’de Esad rejimine karşı koalisyon oluşturan
devletlerin, yani ABD, İngiltere, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Türkiye’nin
(muhtemelen İsrail ve Barzani liderliğindeki Kürt devletinin) Esad karşıtlarına
sağladıkları para ve silah yardımının bir şekilde IŞİD’in de eline geçtiğini
söylemek yanlış olmaz. Zaten IŞİD asıl gelişmesini Suriye’deki iç savaşta sağladı.
Ne ki, Suriye’de Rojava Kürtleri
karşısında fazla başarılı olamayan IŞİD Irak’ın Sünni nüfus yoğunluklu
bölgesinde Şii Maliki yönetimine tepkiyi dış destekle birleştirerek sonuç aldı;
Portekiz genişliğindeki bölgede Musul başkent olmak üzere İslam Devleti
kurduğunu ilan etti. Böylece Irak’ın en
az 3’e bölünmesi senaryosu ciddiyet kazandı
***
IŞİD’in Musul’u ele geçirdikten
sonra Türkiye’nin Başkonsolosluğu’nu basarak, aralarında Başkonsolos’un da
bulunduğu 49 kişiyi rehin alması dikkatleri ister istemez AKP hükümetinin
senaryodaki rolüne, AKP’nin IŞİD’le akrabalığına yöneltti.
AKP hükümetinin IŞİD’e ve diğer İslamcı
örgütlere yardımı sır değil. Toplantılarına ev sahipliği, Hatay’da eğitim
kampı, Dünyanın dört bir yanından gelen cihatçılara geçiş kolaylığı, çatışmalarda
yaralanan cihatçıların Türkiye’deki hastanelerde tedavi edilmesi, IŞİD’in ele
geçirdiği petrolü Türkiye üzerinden pazarlaması, yüzlerce TIR dolusu silah vs…
AKP hükümeti, ABD ve İngiltere’nin
önderlik ettiği koalisyonun taşeronu olarak, biraz da Suriye’de kolay ve erken
zafer beklentisiyle yardım ediyordu. Başbakan Erdoğan Şam’da Cuma namazı
kılmaktan söz ediyordu. Bu sahnenin Türkiye iç politikasında Erdoğan’ın
yıldızını nasıl parlatacağı tartışılmazdı.
Gelgelelim Esad rejimi dirençli
çıktı. Tayyip Erdoğan’ın çok istemesine karşın ABD (Esad sonrası dönemde
cihatçı unsurların yönetimi ele geçireceği kaygısıyla olsa gerek) doğrudan
askeri harekâta yanaşmadı, vekâleten savaşı tercih etti. Bu arada Rojava
Kürtleri kendi kaderlerini ellerine aldılar. Irak’ta Maliki yönetimi ise Batı
dünyası ile arayı açıp İran ile yakınlaşmaya başladı. Derken Ahmedinejad’ın
yerine İran Cumhurbaşkanı seçilen Hasan Ruhani, ABD ile ülkesi arasındaki
nükleer gerilimi azaltarak diyalog kanalı açtı. Konjonktürel sonuç olarak, Esad’ı
devirme hedefi belirsizleşti; aradan sıyrılan IŞİD kendi devletini kurduğunu
ilan etti, Irak fiilen bölündü. Tayyip Erdoğan’ın Emevi Camii’nde namaz rüyası
kâbusa dönüştü.
IŞİD’in Irak’taki ilerleyişi
bölgede yeni dengelerin oluşmasına yol açtı. ABD, IŞİD ve benzeri oluşumlara
karşı Bağdat yönetimine sınırlı askeri yardım seçeneğini gündemine aldı. Bölge
politikası ABD’ye endeksli AKP hükümeti de (gecikerek de olsa) 3 Haziran’da
IŞİD’i terör örgütü ilan etti. Bir hafta sonra da IŞİD, Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğunu
bastı.
***
Bölgede dengeler saat başı
denilen hızla değişirken AKP hükümetinin IŞİD’e karşı pozisyon almakta
gecikmesi son derece dikkat çekici. Resmen terör örgütleri listesine almasına
karşın ne Başbakan Erdoğan (PKK’ya rahatça diyebildiği gibi) IŞİD’e terörist diyebiliyor
ne de AKP yöneticileri. Dahası AKP yöneticileri IŞİD’in Türkiye’yi hedef
almadığını, Türkiye için tehdit oluşturmadığını söyleyebiliyorlar. Çok daha vahimi, "öfke birikiminin eseri" diyerek meşrulaştırabiliyorlar.
Oysaki IŞİD (AKP’ye olmasa bile) Türkiye’ye
yönelik duygularını ve düşmanlığını hiç saklamadı. Mayıs 2013’te Hatay Reyhanlı’da
53 kişinin öldüğü bombalı saldırıların sorumluluğunu üstlendi. Kasım 2013’te
IŞİD’in Türkiye’ye bomba yüklü araçlar göndereceği haberleri, güvenlik alarmına
yol açtı. Ocak 2014’te Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’deki bir IŞİD konvoyunu
havadan vurduğunu açıkladı. Mart 2014’te Niğde’de yol kontrolü sırasında güvenlik
güçlerine ateş açarak 2 kişiyi öldürenlerin IŞİD militanları oldukları açıklandı.
Bütün bunlar olup biterken bile AKP yönetimindeki Türkiye’nin IŞİD’i
desteklediğine, Kürtlerin parça parça özerk bölgeye dönüştürdüğü Rojava’ya
yönelik IŞİD saldırılarının Şanlıurfa ve Gaziantep gibi illerde planlandığına
ilişkin haberler eksik olmuyordu.
Bu arada “tavşana kaç tazıya tut”
politikası izleyen ABD yönetimi de zaman zaman IŞİD’in Türkiye için tehdit
oluşturduğu yolunda açıklamalar yaptı. Son olarak geçen Mayıs ayında ABD
Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Harf, IŞİD’in sadece Suriye ve Irak için
değil, Türkiye için de büyük bir tehdit olduğunu söyledi.
***
IŞİD’in Türkiye’ye yönelik niyet
ve husumeti bu denli açıkken, Musul Başkonsolosluğu’nun işgaline varan süreçte
bile AKP yöneticilerinin IŞİD’e sempatilerini esirgemedikleri anlaşılıyor. İnternet
portalı t24’te Murat Sabuncu’nun (haber ve yorum yasağına karşın) yazdığına
göre, konsolosluk baskınından üç gün önce MİT, konsolosluk çalışanlarının
tahliyesi gerektiği istihbaratını iletmiş; Dışişleri Bakanı Davutoğlu,
tahliyeye yanaşmamış.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da baskından
hemen sonra yaptığı açıklamada, “Türkiye’nin
hedef görülmediği açıktır. Hedef noktasında değiliz, bunu açıkça söyleyebilirim.”
demiş; Türkiye’den IŞİD’e katılımın 3-5 kişiyi geçmediğini öne sürmüştü.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
baskından bir hafta sonra bile aynı görüşteydi; 19 Haziran’da Bursa’da
düzenlediği basın toplantısında IŞİD’in Türkiye’yi hedef almadığını yineledi.
Bu arada hükümetin yüzde yüz emri
altındaki Anadolu Ajansı’nın, 25 Haziran tarihli “Musul’da sessizlik hâkim” başlıklı haberi dikkat çekiciydi. Haber,
hiç abartısız IŞİD lehine propaganda bülteniydi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
bölgede İslam adına savaştığını söyleyen örgütlere Türkiye’den katılım olduğunu
nihayet dört gün önce kabul etti. Arınç, İstanbul’da bir iftar yemeğinde
yaptığı konuşmada, “Ben ülkemde böyle
bir şeyin varlığını kesinlikle düşünemez, buna imkân ve ihtimal veremezdim. Onlara
cihat yanlış öğretiliyor.” dedi.
Oysaki cihadın yanlış öğretilmesi
söz konusu değil. “Kâfirleri nerede
yakalarsanız öldürün. Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla çarpışın!”
ayetleri ortada.
Her Müslüman bu ayetleri kendince
yorumluyor, en doğru yorumu kendisinin yaptığını savunuyor. Tayyip Erdoğan da “Minareler süngü, kubbeler miğfer/Camiler kışlamız,
mü'minler asker” diyerek siyaset yapageldi. Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklarken
bile Selçuklu Sultanı Alparslan gibi kefen giymekten, Kudüs Fatihi Eyyübi
gibi kılıç kuşanmaktan söz etti.
Bu denli laiklik deneyimine sahip
ülkenin Başbakanı bile bu söyleme sahipse, başka halife adaylarının daha radikal
söylem geliştirmesine ve eyleme geçmesine şaşılmamalıdır. İslam tarihi, gerçek
İslam’ı sadece kendisinin temsil ettiği iddiasındaki cemaatler ve halife
adayları arasındaki kanlı boğazlaşmaların tarihidir.
AKP ile IŞİD arasındaki muhabbet
ve husumete biraz da bu fikri akrabalık ve dini yoldaşlık ilişkisi bağlamında
bakılmalıdır.
Rahmi YILDIRIM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder