17 Temmuz 2018 Salı

ETNİK VE DİNİ KIYIMIN ŞEHRİ MOSTAR

SEYAHATNAME-İ RAHMİ ÇELEBİ

Balkan gezimizin dördüncü günü gün batımına yakın Dubrovnik’ten yola çıktık. Mostar’a 125 kilometre yol var. Giriştekinin tersine Hırvatistan kapısından çıkarken teker teker sayılmadık. Bosna Hersek Cumhuriyeti kapısında ise gümrük görevlisi, pek rastlanmayan bir görev aşkıyla ‘bavulları arayacağım’ diye tutturmuş; bekliyoruz. Bavullarımızı aramaya hakkı ve yetkisi var ama neden bizim valizler? Kaçak değiliz göçek değiliz, şunun şurasında Balkanları gezmeye çıkmış turist kafilesiyiz.
Biz bu sorularla cebelleşirken rehberimiz, kafilenin özel pasaportlu olduğunu söylemiş, sınır görevlisi ısrar etmiş, hatta (rehber ayrıntısına girmek istemedi) daha ileri gitmiş. Bunun üzerine rehberimiz blöf yapmış, ‘buyur indir valizleri ama sonrasını düşün!’ demiş. Sınır görevlisi duraklamış, ısrarından vazgeçmiş. Neden vazgeçmiş olabilir ki?
Öyle ya da böyle artık Bosna Hersek Cumhuriyeti sınırları içindeyiz. İki saat sonra da Mostar’a varmış olacağız. Nedendir, kendimizi memleketimizde hissediyoruz. Mostara vardığımızda saat 21.00 gibiydi, karanlık iyice bastırmıştı. Boşnak rehberimizin torpiliydi herhalde, otel yönetimi açık büfe güzel bir akşam yemeğiyle karşıladı kafilemizi. Gün boyu yolculuğun yorgunluğu o anda bitti.
***

Mostar, sosyalist Yugoslavya’dan arta kalan Bosna- Hersek Federasyonu’na bağlı Hersek- Neretva Kantonu’nun başkenti. Nüfusu 105 bin, İçinden Neretva nehri geçiyor. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde iç savaşta çok büyük zarar görmüş; şehrin etnik haritası değişmiş. Savaş öncesinde etnik ve dini topluluklar içiçe yaşarken, savaşın ardından Müslüman Boşnaklar nehrin doğusunda, Hıristiyan Hırvatlar batısında toplaşmışlar, Sırplar ise kentten ayrılmış. Artık öyle farklı dini ve etnik topluluklara mensup olup barış içinde içiçe yaşamak yok; herkes kendi köyüne mahallesine!
Bu ayrışma ve kıyım yüzünden Mostar, insanları birbirlerinin avcısı ve acı yapan içsavaş vahşetinin simgesi olmuş bir bakıma. Vahşetin izleri simgeleri kent gezisinin daha ilk adımlarında kendini gösteriyor. Kaldığımız otelden alışkanlıkla sabah yürüyüşe çıkar çıkmaz ayrışmanın en hegemonik mesajını tepemde dikili gördüm. Karşıda Mostar’ı çevreleyen en yüksek tepenin en yükseğinde devasa haç heykeli. Verilmek istenen mesaj, Üsküp Şar dağlarındaki gibiydi.
Toplum yaşamında ve siyasette diplomaside bu denli önemli mi haç dikmek! Karşısına düşen tepeye minare mi dikilmeliydi? Nazım Hikmet’in dizeleri geldi aklıma:
Ne beş vaktin ezanı, ne anjelüs çanları
Zincirden kurtarmadı biz yoksul çalışanları
Yine biz köleleriz, efendilerimiz var...
***

İÇSAVAŞ DEĞİL KATLİAM!
Nazım’ın dizelerini mırıldana mırıldana Mostar sokaklarını arşınladım. İç savaşın yaraları tam anlamıyla sarılmamış. Orda burda topçu ateşiyle harabeye dönmüş evler, sağlam kalmış evlerin duvarlarında kurşun izleri. Bu izler arasında tarihi Mostar Köprüsü’nü bulmak için dolanıp durdum. Burası Yunus Emre Kültür Merkezi, orası Türkiye Cumhuriyeti konsolosluğu, burası Suudi Arabistan konsolosluğu, şurası pazaryeri... Ama tarihi köprüye giden yolu bir türlü bulamadım. Aşağısındaki yukarısındaki köprüleri buldum, Neretva nehrini kolyeleyen o köprülerden tarihi köprünün fotoğraflarını da çektim ama Mostar köprüsünün kendisini bulamadım. Ne acemi bir turistim değil mi!!! Kafilenin takvimine uymalıyım, otele döndüm.
Kahvaltının ardından kafilecek Mostar’ı keşif turuna çıktık. Tura Hıristiyan mahallesinden başlayıp ünlü köprünün ayağına geldik. Meğer sabah köprünün etrafından dolanıp durmuşum. Sadece yayalara açık bir köprü; araç trafiğine kapalı çarşı yolundan ulaşılabiliyor. Ben araç trafiğine açık bir köprü tahayyül ettiğimden bulamamışım. Neyse, sonunda kafilecek Mostar köprüsündeyiz.
Tarihi Mostar köprüsü, sadece kentin simgesi değil, 1990’lı yıllarda kenti kana ve gözyaşına boğan vahşetin de simgesi. Rehberimizin anlattığına göre o vahşet deryasında sadece Bosna Hersek Cumhuriyeti sınırları içinde 300 binden fazla insan can vermiş. Dil alışkanlığıyla içsavaş diyoruz ama yerel rehberimiz infial içinde, içsavaş olmadığını, katliam olduğunu vurguluyor. Rehberimiz etnik ve dini kıyım operasyonları, tecavüzleri anlatırken duygulanıyor. Rehberimizin anlattıklarını dinledikçe, etnik ve dini kıyımların nasıl bir vahşet olduğunu daha derinden duyumsuyoruz, köprüyü bu duygularla adımlıyoruz.
Tarihi köprüyü 1557 yılında Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin inşa etmiş. 1993 yılında Hırvatlar şehirde Türk ve Müslüman izi kalmasın diye köprüyü tahrip etmişler, köprünün taşları Neretva’ya gömülmüş. Etnik ve dini kıyım dalgası durulduktan sonran aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin katılımıyla 2002 yılında köprü restore edilmiş. Bayburt’tan gelen taş ustaları 2003 yılında son taşı koymuşlar; köprü 2004 yılında yeniden açılmış. Yaya köprüsü 99 basamaklı; basamakların her biri Allah’ın 99 ismine karşılık geliyor. Köprünün çarşı ayağındaki hediyelik eşya dükkânlarında ve müze-kütüphanede köprünün ve kentin etnik kıyım sırasında bombalanmasına, kıyımdan sonra imarına ilişkin kitapçıklar, kartpostallar ve diğer görsel eşyalar sergileniyor.
Köprünün açıldığı çarşının bitişiğinde ise Koski Mehmet Paşa Camii bulunuyor; 1618 yılında yapılmış; Yugoslavya’nın dağılma sürecinde büyük zarar görmüş, minaresi yıkılmış. Onarılıp ibadete açılan caminin avlusunda Yunus Emre Enstitüsü bulunuyor. Türkiye Cumhuriyeti konsolosluğu burada hizmet veriyor.
Mostar keşfimiz, çarşı gezintisiyle sona erdi. Gezinti yorgunluğunu Neretva sahilinde köprü civarındaki kafelerde attık. Menüdeki yaprak sarmayı canımız çekti. Biranın yanında iyi gider deyip sipariş verdik. Bekle bekle yaprak sarma gelmez. Hatırlattık, ‘geliyor’ diye karşılık verdi garson. Nihayet geldi, bir çukur tabakta haşlanmış sulu yaprak sarma. Umduğumuz değildi, misafirdik!
***

Yeniden yola düşme vakti gelmiş. Neretva nehri boyunca uzanan yemyeşil coğrafyada vadiden vadiye tepeden tepeye kıvrılan yollarda ilerlemek nasıl da keyifli! Mareşal Tito’nun sosyalist Yugoslavya’sı döneminde yapılmış barajlar nedeniyle Neretva nehir olmaktan çıkmış, deryaya dönüşmüş. Usul usul aktığı vadinin doğal güzelliği unutulacak gibi değil.
Yolda rehavet çökmüş, sadece biz seyyahları değil rehberlerimizi de tutsak almış. Uyku ile uyanıklık arasında rehberimizin sesi tonu değişmiş. Meğer rehberimiz dinlenme hakkını kullanmaya koyulmuş, mikrofonu kafilemizden Hafize öğretmene teslim etmiş. Hafize öğretmen, meslekten rehberi aratmıyor, Neretva Köprüsü filmindeki öykünün yaşandığı Jablanica’ya geldiğimizi bildiriyor.
Neretva Köprüsü filmi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Mareşal Tito önderliğindeki yurtsever partizanların Nazi işgaline direnişini anlatır. 1943 yılında Nazi ordusu, yerli işbirlikçiler Hırvat Ustaşi ve Sırp Çetnik milisleriyle birlikte (150 bin kişi dolayındaki kuvvetle) partizanlara hücuma geçer. Hedef, Jablanica kasabasıdır. Amaç, burada toplaşmış partizanları yok etmektir. Mareşal Tito, partizanları demiryolu köprüsünden karşı kıyıya geçirdikten sonra köprüyü çökertir. Böylece Nazi ordusunun ilerleyişi kesilir. Yugoslavya topraklarında savaşın dönüm noktasıdır Neretva köprüsü. Devamında Nazi ordusu adım adım sökülür Balkanlar’dan.
Neretva savunması, faşizme karşı Balkanlar’daki büyük direnişin dönüm noktasıdır; sonrasında sosyalist Yugoslavya kurulur, her dil ve etnisiteden halklar birbirleriyle savaşmadan yaşarlar ama...  İşgalci Nazilerin o tarihte başaramadığını, Tito öldükten sonra ABD, Almanya ve NATO’nun öncülüğündeki koalisyon başarır, halklar birbirlerine kıyarlar; Mostar bu etnik ve dini kıyımın başkentlerinden biri olur.
Yolculuğumuz sürüyor. Bundan sonraki menzilimiz, etnik ve dini kıyımın diğer başkenti Sarajevo; Türkçe deyişle Saraybosna.

2 yorum: